Yard. Doç. Dr. Ahmet Vehbi ECER hocayla yapılan röportajla ilgili Yesevi Yayıncılık tarafından bastırılan “115 Soruda Türk Alimi İmam Matüridi” isimli kitabı okudum. İmam Matüridi ile ilgili daha önce de Prof. Dr. Sönmez KUTLU’nun kitabını okumuştum. Ramazan ayını da dikkate alarak, birkaç hafta İmam Matüridi konusunda, bu kitaptan derleme yazılarım olacaktır.
Dinler tarihi araştırmacılarına göre, atalarımızın en eski dini inancı “Gök Tanrı” merkezli, onun etrafında şekillenmiş, tamamen kendine özgü bir monoteizmdir. En eski yazılı belgelerden sayılan Göktürk Abidelerindeki “Tanrı” kavramına göre, atalarımız; öncesiz, sonrasız, güçlü, yaratıcı, hiçbir şeye benzemeyen, madde ve şekil olmaktan uzak, koruyucu, bağışlayan bir Tanrı’ya inanmışlar, herhangi bir puta veya şekle tapmamışlardır.
Türklerin kütleler halinde İslamiyet’i kabulleri, 750 yılında Emevi Hanedanını devirip İslam devletinde hilafet makamına geçen Abbasiler döneminde gerçekleşmiştir.
Samanoğulları devrinde; Türklerin hem statüleri yükselmiş hem de büyük bilginler yetişmiştir. Maveraü’n-Nehr, İslâmi ilimlerden başka tıp, matematik, astronomi, felsefe, fizik, kimya, tarih ve coğrafya gibi zihin ve tabiat ilimleri alanlarında da pek çok ve büyük bilginlerin yetişmesine ortam hazırlamıştır.
Artık İslâmiyet, Türkler arasında tam anlamıyla kök salmıştır. Türk din âlimleri yetişmektedir. Bunlar, İslâmiyet’i derinlemesine inceliyor, dinin yoruma açık hükümlerini Türklerin örf ve adetleriyle harmanlayarak yorumluyor ve tebliğ için diyar diyar dolaşıyorlar. İslâmiyet’i derinlemesine inceleyen âlimlerden biri de İmam Ebu Mansur Mehmed el-Matüridî’dir.
Matüridi; dinimizin öğrenilmesinin ve uygulanmasının, akıl kullanılmaksızın mümkün olamayacağını söyler. En iyi ve yararlı ibadetin ilim öğrenmek ve Kur’an’ı anlayarak okumak olduğunu belirtir.
Matüridiye mezhebinin kurucusu İmam Matüridi (doğum tahmini: 863, vefat: 944), Semerkant’lı bir Türk’tür. Amel imamı olan ve kendi gibi Türk kökenli İmam Ebu Hanife’nin görüşü olan Hanefilik ise, yine mensuplarının çoğunun aslen Türk kökenli olması ile bilinir.
Türkler, aklı ve şartları (maslahatı) ön planda tutan Matüridi inanışına bağlandılar. Türklerin milli kimliği ile bütünleşen İslâm Dini; Türk kültürüne, hayatına ve medeniyetine damgasını vurup onu yeniden şekillendirirken, aynı zamanda Türklerin İslâm Dini ile olan bağları da çok güçlenmiş ve derinleşmiştir. Zira tarih boyunca Türk Müslümanlığı’na damgasını vuran akımlar Matüridilik, Hanefilik ve Yesevilik’tir.
Akaidde (inanç ilkelerinde) olduğu kadar fıkıh konularında da Ebu Hanife’ye bağlılığı ile dikkati çeken Matüridi; görüşleri ve çalışmalarıyla kendinden sonrakilerin ufkunu açmış, teori ile pratik ilişkisini sağlayarak getirdiği çözümlerle dinin yaşanmasını kolaylaştırmıştır.
Türkler; siyasi güçlerinin artmasını, İslâm dünyasında itibarlarının yükselmesini ve otoritelerinin tanınmasını, İslâm mezheplerinden ehl-i sünnetten yana olmakla gördüler. Selçuklular döneminde dini, fikri, siyasi çalkantılar içinde bu inançlarını korudular.
Ancak, medreselerde Matüridiliğin göz ardı edilmesinde; Gazali’nin 1091 yılında genç yaşta Selçuklu veziri Nizam-ül Mülk tarafından Bağdat’daki Nizamiye medresesine hoca olarak atanmasının rolü vardır. Döneminde büyük bir din otoritesi olarak propagandası yapılan Gazali, Bağdat’tan sonra Nişabur’daki Nizamiye medresesine atanır. Kendi ilmi otoritesini her şeyden ve herkesten üstün tutarak ilmi bakımdan baskı uyguladı. Filozofları tekfir etti. Aklı bırakıp tasavvufa yöneldi. Ebu’l-Hasan el-Eş’ari’ye dayandı, O’nun etkisinde kaldı. İslâm’daki düşünce hürriyetini ve akılcılığı çıkmaza soktu. Medreselerde, derslerde Eş’ari’liğin hâkimiyetini ve geleneklere dayalı hale gelmesini Gazali sağladı. Böylece bu medreselerden yetişenler, akılcılığı dinin kaynaklarından saymamışlar, akla önem veren bilginlere yan gözle bakmışlardır.
Osmanlı’dan bu yana halkımız ve din bilginlerimiz arasında Gazali’nin güçlü bir etkisinin ve otoritesinin varlığı inkâr edilemez bir gerçektir. Gazali, Eş’ariyye mezhebindendir ve kitaplarında bu mezhebin etkisi ve ağırlığı daima hissedilir. Prof. Dr. Hüseyin Atay’a göre; Gazali, fikri ilerlemeyi, akılcılığı ve felsefi düşünceyi engellemiştir.
Bir cihan devleti olan Osmanlı döneminde medrese programlarında Matüridi’ye hiç yer verilmemiştir. Prof. Dr. Sönmez Kutlu’ya göre; “Osmanlı döneminde Gazali’nin sufilikle ilgili eserleri, cumhuriyet döneminde de (Eş’ari mezhebinden olan) Said Nursi’nin eserleri, Türkler arasında Hanefi-Matüridi kimliğinin zayıflamasında etkili olmuştur.
…itikat mezhebi Maturidiye’yi arka plana iterek Eş’ariliğe daha fazla önem vermeye başladıktan sonradır ki, Türklerin ilmi çalışmalarında gerilemeler olmuştur.
Bir toplumun sosyal hayatının düzenlenmesinde en etkili unsur itikadî görüştür. Türklerin büyük çoğunluğu; ameli mezhepte Türk kökenli Ebu Hanife’ye, itikadi mezhepte ise Arap kökenli Eş’ari’ye mensup olmalarının sıkıntılarını yaşamaktadır.
Dini hayatımızı akıl dışı uygulamalardan kurtarmanın; akılcı, kucaklayıcı, hoşgörülü, ilimci bir ortama çekmenin yolu, bugün Matüridiliği Anadolu Türk kültürü içine sokmak ve halka bu anlayışı ulaştırmaktır.
Matüridi’nin halkımızca iyi tanınması, bilinmesi ve ilkelerinin/metotlarının hayata geçirilmesi halinde, milletimiz her türlü kültür emperyalizmine ve şuursuz taklitçiliğe karşı direnç sağlayacak, yepyeni aydınlık bir dünyaya, akla, ilme, duru inanca, çağdaşlığa, teknolojiye sırt çevirmeyen bir toplum oluşacaktır.