Belki hatırlarsınız; “kandırıkçı” çocukluğumuzda çokça duyduğumuz bir sözcüktü. Büyükler bir çocuğu sevmek istediğinde, çocuk yanına gelmiyor kaçıyorsa, “Gel sana bir şey vereceğim” der. Çocuk da “Yalan söylüyon, elinde bir şey yok, kandırıkçı” derdi. Kandırmak fiilinden türetilen bu sözcük; bazı kaynaklarda kandıran, kandırmayı alışkanlık haline getiren, aldatan, şakacı, pembe yalancı, sempatik yalancı diye tarif ediliyor.
Kelimeyi Türk Dil Kurumu sözlüklerinde aradım, ama bulamadım. Sözlüklerde neden yer almadığını da anlamış değilim. Oysa kökeni “Türkçe” olduğunu bildiğim “Kandırıkçı” sözcüğü; çok güzel, masum, saf, sevecen bir sözcük. Hatta kullandığımızda tebessüm ettiren, yüzümüzde gülücükler oluşturan bir sözcük. Halk tarafından kullanılan bu tür kelimeleri sözlüklerimize almazsak, söz varlığımızı nasıl artıracağız?..
Bazı siyasiler, her halde halkı / seçmeni çocuk yerine koyuyorlar ki, hep “Kandırmaca Oyunu” oynuyorlar. Veya bizi aptal - ahmak sanıyorlar. Yani, aklımızla dalga geçiyorlar. Oysa, en çok kananlar da kendileri!.. Birileri onları kandırıyor, onlar da bizleri!..
Geçenlerde CHP'li bir vekil, "RTE'yi kandıranlar”ın tam listesi diye açıklama yapmıştı. Liste şöyle sıralanıyordu: 1.Esad, 2.Joe Biden, 3.Cemaat, 4.PKK, 5.ABD, 6.Angela Merkel, 7.Rusya, 8.İsrail, 9.AB, 10.NATO, 11.Barzani, 12.Trump, 13.Obama, 13.Zekeriya Öz, 14.Suudi Arabistan Kralı, 15.UYAP. Dün akşam da faiz konusunda birilerinin kendilerini aldattığını belirtti. Esas benim dikkatimi çeken AKP Genel Başkanının Kayseri’de yaptığı konuşmadır: “Oyumu cumhurbaşkanına vereceğim ama parlamentoda AK Parti'ye vermeyeceğim diyorlar, bu münafıklar çetesini hep birlikte yere gömeceğiz.”
Şubat ayında “Münafıklık Arttı mı?” başlıklı bir yazı yazmıştım. Bu yazımda, konuya inanç ve iman yönüyle bakmıştım. Sebebi; “muhafazakâr veya dindar!” diye kendini adlandıran kesimi eleştirmekti. Çünkü gözlemlerime göre “münafıklaşma” bu kesimde artmıştı. Sol düşünceli insanlarımızın inançlı veya inançsız olmaları beni fazla ilgilendirmiyor. Çünkü herkesin dini kendine… (O yazımı tekrar okumanızı tavsiye ederim.)
“Münafık” sözlükte, “olduğundan başka türlü görünmek” anlamındaki nifâk mastarından türetilmiş “inanmadığı halde kendisini mümin gösteren” kimse demektir. Münafık, “dinin bir kapısından girip diğerinden kaçan çifte şahsiyetli kimse” olarak da tanımlanmıştır. Kur’an’da, ‘Münâfikûn’ adlı müstakil bir sure (63.sure) olduğu gibi, çeşitli surelerin ayetlerinde de geçmektedir. Münafığın alâmetleri bir hadiste; yalan söylemek, sözünde durmamak ve emanete hıyanet etmek şeklinde özetlenmiştir.
Hızlı ve kapsamlı kültür değişmelerinin ve/veya sosyal hayatı büyük çapta etkileyen siyasî hareketlerin gerçekleştiği dönemlerde; zayıf karakterli kişilerde nifak denen çifte şahsiyet psikolojisinin oluşması, tarihte ve günümüzde gözlemlenen bir husustur.
Muhafazakâr sözcüğüne gelince; gelişmeye kapalı bir anlam çağrıştırdığı için çok benimsemesem de -40 yıldır ibadetlerini yerine getiren biri olarak- ben de bu kesime dahil ediliyorum. Maalesef muhafazakâr kesimde bir samimiyetsizlik görüyorum: Sözleri ile yaptıkları farklı… Özde değil her şeyi sözde yaşıyorlar, yapıyorlar. İslâm’ın iman, itikat ve ahlâk meselelerinden hiç mi hiç haberleri yok veya varsa da çıkarları gereği dikkat etmiyorlar. İbadetleri de öylesine… Hele hele her icraatlarında “İslâm’ı referans gösterenler veya kullananlar”, en çok da bunlara kızıyorum. İslâm’a en büyük zararı da bunlar veriyorlar. İslâm’ın yasakladığı fiilleri hoşgörü ile karşılayanlar… Din adına söylenen sözler, verilen fetvalar, neler neler!..
24 Haziran’da seçim var. Niye Ramazan’ın hemen peşi sıra seçim?.. Çünkü, yine dini kullanacaklar, halkı kandırmaya çalışacaklar. İftar sofralarında, hatta camilerde siyasi konuşmalar, sohbetler ve propagandalar yapacaklar.
İslâm’ın esas konusu siyaset değildir, iman, itikat ve ahlâk’tır. Bunları kalbimizde, beynimizde içselleştirip özümüzde yaşamıyorsak; ister bire bin katarak çokça ibadet edelim, namaz kılalım, üst üste hacca / umreye gidelim, Ramazanlarda iftar verelim, çok anlamlı olmayacaktır. Hiçbir ibadetimizi gösterişe, şova çevirmemeliyiz. Hele hele amellerimizi Allah için değil de, birilerine hoş görünmek ve çıkar sağlamak için yapıyorsak, yandık demektir. İslâm’da ölçü bellidir: Ameller niyete göredir.
Biz ülkücülere gelince: Ben 1974 yılından beri, yani 44 yıldır her seçimde oy kullanırım. Olağanüstü zamanlar hariç her seçimde oyumu MHP’ye verdim. Çocukluğumdan beri okuyan, son zamanları da yazmaya çalışan biriyim. Her şeyi sorgulamaya çalışıyor, söylenenlere körü körüne inanmıyorum
Eskiden, yani Rahmetli Başbuğumuz Alpaslan TÜRKEŞ zamanında, ülkeyi ilgilendiren herhangi bir mesele olduğunda; aydınlar veya okuyanlar bir tarafa, dağdaki ülkücü çoban da, şehirdeki ülkücü hamal da başbuğun ne diyeceğini, ne söyleyeceğini veya nasıl cevap vereceğini tahmin edebiliyordu. Başbuğumuz da tahminimizi boşa çıkarmaz, beklediğimiz gibi konuşurdu. Hepimiz aynı düşünür ve hepimiz aynı karara varırdık. Ortak akıl vardı.
Şimdi ise önemli ülke meselelerinde bizler ne düşünüyorsak, tepedekiler tam tersini söylüyor. Veya beklentilerimizin tersine işler yapıyorlar. Hepimiz şok oluyoruz, böyle bir şeyi nasıl söyler veya nasıl yapar diye… Tepe ile taban tamamen birbirinden kopmuş; fikir, ilke ve ideal birliği olmadığı görülüyor. Galiba millet bozulduğu gibi, biz de erozyona uğradık…
Başkaları minareyi çalıyor, bize de kılıf hazırlamak düşüyor. Bu sefer ki “Ülkenin beka meselesi” imiş. Ülkemizin hiç bir zaman düşmanları eksik olmadı ki… Türkler Anadolu’ya geldiğinden beri “Şark Meselesi” denilen ve Türkleri Anadolu’dan atmaya veya iç Anadolu’ya sıkıştırmaya yönelik mücadele hiç bitmedi. Her zaman söylüyorum: Düşman gördüklerimize bağırmak, çağırmak, sövmek, eleştirmek gereksiz… “Düşman düşmanlığını yapacaktır”, önemli olan biz ne yapıyoruz. Bir de sevmediğimiz, beğenmediğimiz insanlarımızı “hain” ilan etmekten vazgeçelim. Devlet kurumları dahil, herkes -başkalarını bıraksın- önce kendi özeleştirisini yapsın. Başkalarının üzerine suç atarak hiçbir şeyi değiştiremeyiz. Bu anlayıştan kurtulmalıyız. Kimse “Sütten çıkmış ak kaşık” değil.
“Bir şey değişecek, her şey değişecek” demiştik. Düne kadar “Devletin başına Devlet gelecek” diye bağırdık. Şimdi?.. Kusura bakmayın! “Devletin başına … gelecek” diye bağıramam, bağırmak istemiyorum.
Mark Twain’den iki güzel sözle yazımı bitirmek istiyorum:
* İnsanları kandırmak, kandırılmış olduklarına ikna etmekten daha kolaydır.
* Hayallerinizi kovmayınız: Çünkü onlar gittiler mi belki siz kalırsınız, fakat artık yaşamıyorsunuz demektir.
Not: Karamanoğlu Mehmet Beyi’n 13 Mayıs 1277 tarihindeki fermanının 741.yıldönümünde “Türkçe Bayramı”nızı ve tüm annelerin “Anneler Günü”nü kutluyorum.