Yrd. Doç. Dr. Ahmet Vehbi ECER hocayla yapılan röportajla ilgili “115 Soruda Türk Alimi İmam Matüridi” isimli kitaptan alıntılar yapmaya devam ediyorum.
İnsanla Tanrı arasında mukaddes bir bağ olarak görülen din ve ulûhiyet fikri ve inancı insanlıkla doğmuştur. Din, insanlığın şuur ve sosyal yaşayış gerçeklerinin temelinde yer alır ve toplumun asli ve yapı ile ilgili unsurudur.
Allah’ın mutlak kudreti ile insan kudreti arasındaki ilişki konusu İslâm düşünürleri arasında farklı yorumların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. İslâm tarihinin ilk dönemlerinden itibaren, insanların eylemlerinde hür olup olmadıkları tartışıla gelmiştir.
Hz. Muhammed (SAV)’den sonra İslâm dinini anlama ve yorumlama konusunda bazı farklı ekoller (dini akımlar, anlayışlar) oluşmuştur. Bunların oluşmasında en başta, İslâm dininin düşünceye hürriyet tanıması, bazı dinlerde olduğu gibi din adına Tanrı tarafından görevlendirilmiş bir ruhban sınıfının bulunmayışı, tarihi, siyasi ve sosyal olaylardaki gelişmeler sayılabilir.
Zira cahiliye döneminde ve sonraki dönemlerde insanlar hür, köle ve ikisinin arasında mevali diye adlandırılan sınıflara ayrılmışlardır. Mevali, Araplarda hürlerle köleler arasında olan bir orta sınıftır. Genel kurala göre mevali, hürden aşağı ve köleden üstün bir katmanı (tabakayı) oluşturur. Köle gibi alınıp satılmazlar, ama evlenmelerde, mirasta, diyette, cezalandırmalarda köle hukukuna tabi idiler. Bu bakımdan azad edilmiş köle gibi sayılmaktadırlar. Hatta bazı dönemlerde Arap asıllı olmayan Müslümanlardan (Mevaliden), Müslüman olanlardan kaldırılması gereken cizye vergisini de almışlardır. Bu itibarla Müslüman Türkleri, Araplar hür Müslüman saymamışlardır. Müslüman Türkleri önemsememişler, adam yerine koymamışlardır. Matüridi’nin karşısına adeta alternatif olarak Eş’ari çıkartılmakta, Eş’ariliğin tanıtılmasına özen gösterilmektedir.
İhtiyaç ve mecburiyet başkasına muhtaçlığı doğurur. Böyle bir varlık da sonuç olarak sonradan yaratılmıştır. Hadis (sonradan var olan) varlıklar değişken, yok olmaya mahkum varlıklardır. Hadis olmayan varlık Allah’tır. Matüridi, cisimlerin hadis olmasını Allah’ın varlığının en büyük delili olarak görmektedir.
Anlaşıldığı kadarıyla Eş’ari insana hürriyet tanımaz. İlahi kudret tek başına hareket eder. İnsanın kudreti ise ancak Allah ile işbirliği içinde hareket edebilir. Zira insanın eylemine hem ilahi kudret, hem de insanın kudreti taalluk eder. İki kudretin birliği eylemin varlığı ve birliğini belirler.
Matüridi irade hürriyeti bakımından, insanı iradesiz robot olarak gören Cebriye ile insanın eylemlerinde Allah’ın hiçbir etkisini kabul etmeyen Mutezile arasında üçüncü bir yol takip eder. Zira Matüridi bu konuda Kesb ve Halk terimlerini kullanır. Halk insanın kendi kudret ve isteği olmadan meydana gelen eylemlerdir. Refleksler, kalbin çalışması gibi. Bir de insanın kendi iradesiyle seçtiği eylemlerin yaratılmasıdır. Kulun eylemine halk değil kesb denilir, Allah’ın eylemine (fiiline) de kesb değil, halk denilir. Kesb; insana yaratılışta verilmiş olan bir özelliğin veya yeteneğin, sonradan insan tarafından akılla, zihinle kazanılması demektir.
Ancak fiilin (eylemin) Allah tarafından yaratılmış olması, insanın o eylemi yaparken hür davranmasına engel değildir. Başka bir deyişle, fiilin Allah tarafından yaratılmış olması, insana bir mecburiyet yüklemez. Ayrıca insan bir işi kesin bir istekle arzu eder, Allah da bu istek doğrultusunda insanın eylemini (fiilini) yaratır. Böylece eylemdeki başlangıç ve eylemin sonucu insanın kendisine ait olur ve sorumluluğuna katlanır.
Matüridi’ye göre insan yaptığını yapmak mecburiyetinde değildir. İnancında, inkârında, yaptığı işlerde, kötü işlerde kişi hürdür. Tanrı’nın iradesi ile kişinin iradesi birbirine zıt olamaz, aksi halde bu kâinatın işleyiş kurallarına, sünnetullah’a uygun düşmez. Zira Tanrı insana iyiyi kötüden ayırma (temyiz) gücü olarak aklı ihsan etmiştir. Bu aklı sebebiyle insan Tanrı’sıyla kendisi arasında nasıl ve hangi düzeyde ilişki kuracağına kendisi karar verir. Sorumluluk da bu anlayışa dayanır.
Matüridi’nin bu açıklamaları gösteriyor ki Yüce Tanrı, yaratırken insana aklı vermek suretiyle zaten sorumluluğu, mükellefiyeti ona yüklemiştir. Böyle olunca akıl ve nakil, akıl ve vahiy çatışmayacaktır. İnsan aklı da görevi gereği iyi ve kötüyü, faydalı ve zararlıyı, vahyin maksadına uygun olarak keşfeder. Bu sebeple Tanrı insanı sorumlu tutar. Aklı yerinde olan bir kişi, bir işi yapmayı isteyince Tanrı onda bu eylemi yapma gücünü (istidatını) yaratır.
Kulların sevap alacakları, azab görecekleri bir takım ihtiyari fiilleri vardır. İyi olanları Allah’ın rızasıyladır, çirkin (kötü) olanları ise rızasıyla değildir.
Allah dilediğini sapıklığa, istediğini hidayete ulaştırır; olan, kul’a uygun düşendir.