Geçen hafta, Muhsin Yazıcıoğlu başkanlığındaki “Yeni Oluşum” hakkında kısaca bilgi vermiştim. Aynı zarf içinde gelen davetiye ve bildiri metnini hem kayıtlara geçmesi hem de araştırma yapacaklara yardım amacıyla aşağıya aynen alıyorum.
Davetiyede; “Milli Mutâbakata Çağrı” ışığı altında siyasi faaliyetlerimizi yürüteceğimiz “Yeni Oluşum” binamızın açılış merasimini teşriflerinizi arz ederiz.” yazılı; altında Esat Bütün, İsmet Gür, Ahmet Özdemir, Ökkeş Şendiller, Saffet Topaktaş, Muhsin Yazıcıoğlu’nun isimleri. Adres: Tuna Caddesi No:28 Yenişehir/ ANKARA, 29 Ağustos 1992 Cumartesi, saat 11.00.
“Millî Mutabakat Çağrısı” başlıklı bildiri:
“Yeni bir dünya kuruluyor. İnsanlık yeni bir çağa adım atıyor.
Biz bu çağın neresindeyiz?
Son iki asırda tarihimizin en düşkün dönemini yaşadık. Geri bırakılmışlığımıza “az gelişmiş” damgası vuruldu. Bütün dünyada müslümanlar kendilerine yabancı bir avuç diktatörün zulmü altında ezildiler. İmanlarını kaybetmeleri için bin türlü iğva ve zorlama ile karşılaştılar. Bütün bunlara rağmen ekmel dinimiz İslâmiyetin şerefiyle onurlarını ayakta tuttular.
Herşey mümkün. Herşey bizlerin ferasetine ve basiretine bağlı. Müslüman milletler yeni çağda, tıpkı eskisi gibi güç merkezlerinin çevresinde hayat alanı arayabilirler ve müsaade edildiği kadar yaşayabilirler. Ya da kendileri güç merkezi olabilirler, kendi tarihlerine hükmedebilirler.
Bir yanda halkı müslüman olan ama yönetimleri dışa bağımlı bir çok Ortadoğu ülkesi zillet içindeyken, öte yanda bu zilleti parçalayabilecek müslüman Türk topluluklarının yeniden dirilişine sahne olabilecek bir ufuk önümüzdedir.
Dünya küçülüyor; hızlı nüfus artışı ve tabii çevrenin süratle kirlenmesi, azalan iktisadî kaynaklar milletlerarası rekabeti şiddetlendiriyor. Adaletsiz, güçlünün zayıfı ezdiği bir dünyada gelecek huzur ve barış getirmeyecek. Millî kimliklerini yeni keşfeden etnik gruplar gecikmiş ve saldırgan bir kabilecilikle yaşadıkları bölgeyi ateşe boğuyorlar. Güçsüzlere yaşama hakkı tanınmıyor. İşte bu noktada Türk milliyetçiliği kendini yenileyerek tarihî fonksiyonunu ifa edebilir; âleme nizam verme ülküsünü kanatlandırabilir. Milletimizin medeniyet meydana getirmiş olması ona bu görevi kaçınılmaz olarak veriyor.
Bizler sadece kendimiz için değil, uçuruma yuvarlanan insanlık için de yeni çağın tarihini yapmak zorundayız. Dünyaya adaleti, huzuru, insanlık şerefini getirmek zorundayız. Tıpkı eskiden olduğu gibi…
TÜRKİYE
Tarihimizin karardığı iki asır boyunca her çareye başvurarak ayakta kalmaya çalıştık; başardık… Koskoca bir imparatorluğun mağlup çıktığı savaştan, kendi azim ve irademizle bağımsız bir devlet kurduk. Bu başarının bedelini milletine yabancı iktidarların tahakkümü altında yaşayarak ödedik.
1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerine bina edildiği esaslar yeni çağın eşiğinde yerle bir olmuştur. Türkiye artık güvenliğini güç dengeleri içinde arayamaz. Bu, intihar demektir. Güç dengelerine şirin görünmek için halkına dayattığı batıcı-lâik politikaları sürdüremez. Bu yeni dünyadaki yerini milletinin rızası ve gücüyle, şahsiyetiyle kazanacaktır. Milletimizi güçlü kılan bin yıldır olduğu gibi İslâmiyettir.
Rejimin tepeden inmeci - seçkinci - lâik geleneği artık sona ermiştir. Rejimin pozitivist - lâik politikaları ancak şahsiyetsiz, köksüz, milletine değil, kendine bile hayrı olamayan bunalımlı, yabancılaşmış bir azınlığa kaynak olmuştur. Lâikliğin din ve devlet işlerini ayrıma politikası değil; ekmek - su gibi dini için yaşayan müslüman halkı yönetimden uzak tutma çabaları olduğu artık üstü örtülemeyen bir hakikat halini almıştır. Müslüman Türk milleti yeni çağdaki onurlu mevkiini, bir avuç oligarşik azınlığın hevâ ve hevesiyle, milletinden uzak ve zayıf şahsiyetiyle değil, kendi iradesi ve gücüyle elde edecektir.
Türkiye iktidara gelen partilerin değiştiği ama yöneten azınlığın değişmediği dönemlerin sonuna gelmiştir. Bu asalak azınlığın milletimizin sırtına yüklediği kambur artık iyice sırıtmaktadır. Milletimizn kendi gücü ve iradesiyle lâyık olduğu mevkîi alacağı yeni çağda, bu asalak azınlığın hayat alanı kalmayacaktır. Bu mevkîe bin yıldır güç aldığımız kutlu kaynağımız İslâmiyetle varacağız.
GÖRÜŞÜMÜZ
Allah’ın birliği ve yüce Peygamberimizin risaleti dışında hiçbir mutlak hakikat tanımıyoruz. Aşağıda serdettiğimiz görüşler bizim aklımızın, idrakimizin, hayatı ve dünyayı kavrayışımızın ürünüdür. Bütün samimiyetimizle bu doğruların yanında başka doğruların da yer alabileceğine, zamanla değişebileceğine ve tenkid edilebileceğine inanıyoruz.
1- Hz. Adem atamıza ve Hz. Havva anamıza nisbetle bütün insanlar kardeştir. Bu inanç ve kabul, insanlık anlayışı bakımından sağlam bir ahlâkî temel teşkil etmektedir.
Kalû Belâ’dan beri müslümanız. Doğduğumuzdan beri Türk milletinin bir ferdi olarak yaşıyoruz. Birincisi mutlak hakikati, ikincisi hayatın hakikatini ifade etmektedir. Zaman ve mekan içindeki muhteşem manzarasıyla bir tayf halindeki insanlık kemâl nişanı olan kültürle ayakta durur. Bu zengin tayftan “çokluk içinde birlik” prensibine ulaşıyoruz.
Anadolu coğrafyasında yeşeren ve bin yıldır bu coğrafyayı şekillendiren değerlerimizi, tarih ve kader birliği olarak kavrıyoruz.
Türk, Anadolu’da bin yıldır hükümran olan ve İslâmiyetle bir araya, aynı hedefe yönelen büyük bir milletin adıdır. Fatih, Selahaddin Eyyubî, Sokollu, Mimar Sinan, Mevlana, Mehmet Akif bu coğrafyaya İslâmiyeti nakşetmiş Türk ulularıdır. Milletimizle, bin yıldır İslâmiyetin şerefiyle şereflendiği, İslâm sancağını zirvelere diktikleri için iftihar ediyoruz. Bu tarihin ve kader birliğinin bu topraklardan yükselecek yeni bir hamleye sağlam bir başlangıç teşkil ettiğine inanıyoruz.
2- “Çokluk içinde birlik” prensibini Allah’ın birliği ve risalet dışında her türlü farklılığın, her türlü görüş ve kavrayış biçiminin meşru kabul edilmesi olarak anlıyoruz. Mutlak hakikatler dışında çoğulcu ve sivil bir İslâm anlayışına inanıyoruz. İslâmiyeti bulunduğu yerden total bir ideoloji olarak görenlerin, kendi İslâm anlayışlarının pek ezeli ve ebedi hakikat olduğuna inananların yanıldıklarını, kendi idraklerini putlaştırdıklarını düşünüyoruz. Bu inanç etrafında kendilerini değişik isimlerle niteleyen İslâmî cemaatlerin müslümanların birliğine engel teşkil ettiğini düşünmüyoruz. Ancak grup taassubunun, kendi dışında yer alan müslümanları tekfire kadar giden sertlikleri İslâmın özüne aykırı buluyoruz.
Günümüzde evrenselleşmiş çoğulcu ve katılımcı yaklaşımların, cihanşümûl değerlerin bütün ülke, toplum ve zihniyetler tarafından karşı konulmaz kabuller olduğunu müşahade ediyoruz. Müslümanların aynı gayeler etrafında bir araya gelmeleri ve kendi tarihlerinin faili olabilmeleri için gerekli ortamın teşekkül ettiğine inanıyoruz.
3- Siyaset’in müslümanların kendi aralarında ve dışlarında yer alan dünya içinde Allah’ın emir ve yasaklarını hâkim kılma gayeleri için başvurulması gereken vasıtalardan biri olduğuna inanıyoruz. Siyaseti hiçbir zaman gaye edinmeyeceğimiz, kutsal gayelerin vasıta olarak ama önemli ve gerekli bir vasıtası olarak gördüğümüzü söylüyoruz.
Siyasetin sunduğu imkânların “MEŞVERET” ve “ŞÛRA” prensipleri etrafında müslümanlar tarafından alabildiğine kullanılması gerektiğini düşünüyoruz.
4- İnsanların yanılmazlığı esası üzerine inşa edilmiş lider karizmalarını ve lider sultalarını, İslâma aykırı bulduğumuz için reddediyoruz. Bunun yerine ilim sahibi olanların, gönülleri ve zihinleri aydınlatanların toplum içinde lâyık oldukları mevkîe getirilmeleri gerektiğine inanıyoruz.
5- Türkiye’de mevcut hukuk sisteminin ve demokratik prensiplerin, siyasî mücadele için gerekli çerçeveyi verdiğini, sınırlamaların demokratik mücadele ile kaldırılabileceğini düşünüyoruz. Bu sebeple siyasî görüş ve teşekküllerin gayeleri için şiddete başvurmalarını yanlış buluyoruz.
ÇAĞRIMIZ
Yukarıda serdettiğimiz görüşlerin de içinde yer aldığı ve tartışmaya açıldığı bir zeminde “çokluk içinde birlik” ilkesi etrafında, Allah’ın birliği ve Peygamberimizin risaletine inananlar arasında bir “millî mutabakat” arıyoruz. Bu mutabakatı sağlayacak esasların belirlenmesini, çerçevesinin çizilmesini istiyoruz.
Bunun için herkes elinden geleni yapmalıdır. Hareketimiz ve yeni oluşum için ortaya çıkışımız bütün millî güçler tarafında bir “vesile” addedilmelidir.
Bir ihtilâl, bir işgâl, bir dış baskı vs. olmadan da ülkemizdeki millî güçlerin sivil toplum içinde kendi yollarını kendilerinin aydınlatabileceği, açabileceği bir oluşumu hazırlamaları mümkündür. Yarın, artık bugündür.
İnsanlarımız, umut dolu bir çağın eşiğinde başkaları tarafından yapılan bir tarihin akışı içinde sürüklenirken birbirlerine küsme, birbirlerini mahkûm etme lüksüne sahip değildirler. Küfrün, riyânın, ahlâksızlığın başını alıp gittiği, kendi çocuklarımıza bizimkinden daha kötü bir dünya bırakmanın muhtemel göründüğü gezegenimizde müslümanlar birlik olup geleceklerini kurmak zorundadır.
İhtilafı rahmet olarak niteleyip, “milli mutabakat”ın oluşacağı zemini bütün samimiyetimiz ve dürüstlüğümüzle kurmaya azmettiğimizi beyan ediyoruz.
Çağrımız bütün insanımızadır.”
Bildiriyi okudunuz: Değerlendirme işini size bırakıyorum.