Bilim insanımız Prof. Dr. Aziz SANCAR; bulunduğu her ortamda, verdiği her konferansında ve özellikle Türk Cumhuriyetlerine yaptığı gezilerde: “En büyük hayalim, Türk Dünyası’nın Birliği’nin görmektir” diyor. Bu sözleri ısrarla belirtmesi, onun; Türk’e, Türklüğe ve Atatürk’e ne kadar bağlı olduğunu gösterir. Çünkü sözleri “millî şuur”un ifadeleridir.
Biz, Türk Milliyetçilerinin, ülkücülerin yıllardır dile getirdiği; “Esir Türkler” mücadelesi etkili oldu mu, bilemem? Doğu Blokunun / Sovyetlerin çökmesiyle birlikte 1991 yılında Türklerin önü / ufku açılmıştır. Yeni Türk Devletleri doğmuş ve bazı bölgelerde Türk halkları görülmüştür. Bizlerin bildiği, ama bir çok Türk vatandaşının bilmediği; hele hele Türk çocuklarının hiç bilmediği, “Dış Türkler” gerçeği ortaya çıkmıştır. “Türk Dünyası”nın varlığı, artık bir gerçektir. Bu gerçeği, dünya kamuoyunun önüne tarih koymuştur ve herkes de görmüştür. Ancak, hâlâ esaret, zulüm ve işkence altında yaşayan Türkler bulunmaktadır.
Türk Dünyası’nda “birlik yolunda” güzel gelişmeler olmaktadır. Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları veya diğer kurullar ara sıra bir araya gelmektedirler. Türk Konseyi 6.Zirvesi, 3 Eylül 2018 tarihinde Kırgız Cumhuriyeti’nde toplanmıştır. Toplantıya Özbekistan ve Macaristan da katılmıştır. Darısı Türkmenistan’a… Toplantı ile ilgili köşe yazısında Murat İde diyor ki: “Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı'nı, Aytmatov'un kabri başında, kardeş ülke liderleri ile 'Bozkurt' önünde görmeye itirazım olabilir mi? Dünyanın geldiği noktada, Türk Milleti'nin öncelikli stratejik hedefinin, kimilerinin rüya olarak yorumladığı 'Turan' gerçeği olduğu ortadayken, ben buna itiraz edebilir miyim?” Yazısını şöyle bağlıyor: “Erdoğan kandırılmıyor, herkesi kandırıyor. Bugüne kadar kandıramadığı güç Türk Milliyetçileri. Yarın Bozkurt yapıp, Başbuğ Türkeş derse şaşırma… Türk Milliyetçileri'ni, kutsadıkları padişah bile kandıramadı ve Cumhuriyet doğdu. Onları kandırabildiği gün, yandığımız gündür.” O gün bugün mü acaba?
Siyasi İslâmcılar; “İslâm Birliği, Müslüman Birliği veya Ümmet Birliği”nden bahsetmektedirler. Bu birlik 1400 yıldır hiç gerçekleşmedi ve önümüzdeki yıllarda da gerçekleşmesi mümkün görülmüyor. Realist olalım. En başta bugün halkı Müslüman olan devletler arasında birlik var mı? Özellikle Arap Devletleri; ne kadar bağımsızlar veya ülkelerini kendileri mi yönetiyorlar?
Bazı devletlerin, adına “İslâm Cumhuriyeti”ni ilave etmesi; o devletin İslâm’ın ilkeleri ile yönetildiği anlamına gelmediği gibi, halkını da Müslüman yapmaz. Devletlerin dini olmaz. Çünkü “din”, toplumsal ilkeleri olmakla birlikte daha çok bireysel bir meseledir. İslâmiyet bütün insanlığa gelmiştir; insanlar inanır veya inanmazlar, kendilerine bırakılmıştır. Devletleri oluşturan halkın tamamı veya bir kısmı; Müslüman da olabilir veya başka bir dinden de… Hiç inanmıyor da olabilirler. Bugün Türk ve Akraba topluluklar arasında, semavî dinlere inananlar olduğu gibi; farklı düşünce ve inanca sahip halklar da vardır.
Takım tutar gibi Osmanlıcı olanlar, “İslâm birliği” ile ilgili Osmanlı dönemini öne sürebilirler. Tarihimizi ayrıntılı, derinlemesine okursanız; orada da böyle bir şeyin olmadığını görürsünüz. Hatta Osmanlı’nın yıkılmasına sebep olanlar, katkı sağlayanlar veya darbe vuranlar; güya dindaşlarımız (!) olan Ortadoğu’da Araplar, Balkanlarda Arnavutlar’dır. Eğer Türk Birliği sağlanırsa, ümmet birliği de sağlanabilir. Ümmeti bir araya “Türkler” getirebilir. Çünkü dünyadaki Türk nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman’dır.
Yine belirtiyorum: Duygusallığı, romantizmi bırakalım; gerçekçi ve objektif olalım. Önümüzde gerçekleşmesi muhtemel bir ideal (ülkü, hedef, Kızılelma, Turan, Türk Birliği, ne derseniz) varken, boş hayaller peşinde koşmayalım. Hele de kendisini “Ne mutlu Türk’üm, diyene!” sözüne bağlı görenler, hiç boş işlerle uğraşmasınlar.
1900’lu yıllardan itibaren “Turan ve Turancılık” suçlamalarına karşı; büyüklerimiz az mı mücadele verdiler. Bu uğurda zindanlara atıldılar, işkence gördüler, öldüler, kıyımlara uğradılar. Sovyetler döneminde “Büyük Ziyalılar Kırımı (Büyük Aydın Katliamı)”nı unutmayalım. Türkiye’ye kaçıp gelen ve “Türk Millî Mücadelesi”ne ve “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”nin kuruluşuna maddi ve manevi destek verenleri unutmayalım.
Yeniçağ yazarı Arslan Tekin, zaman zaman Türk Birliği’nden bahsediyor ve öneri olarak da “Turan Bakanlığı kurulmalıdır” diyor. Bu teklife katılmamak mümkün değil, ancak yetmez. Öncelikle bu ideale inanan, samimi insanların görevde olmaları gerekir. Oysa mevcut iktidar, uzun yıllardır bu düşüncedeki memur ve bürokratları tasfiye etmekle meşgul. Yerlerine getirdiği insanların da -hepsini suçlamak istemem- çoğu eyyamcı takımından ve sadece emir alan ve uygulayan kişiler... İnisiyatif alacak ve/veya iş bitirecek “ideal insanı” değiller. Bakmayın “dava” falan dediklerine, davalarını da gördük!.. İslâm’ın içine düştüğü durumu da gördük!.. Biat ve itaat kültürü ile yetişen insandan idealist çıkmaz. İslâm’ın ırkçılığı yasakladığı söylemine kanıp “Türk’üm” diyemeyen veya “Türk” sözcüğünü ağzına alamayan, korkan veya kendince yasaklayan anlayıştan idealist çıkmaz. “Türkiye Cumhuriyeti, 32 etnik kimlikten oluşuyor” diye saymaya başlayan ve ülkenin asıl unsuru olan “Türk”ü de araya sıkıştıranlardan idealist çıkmaz. Ve bu anlayış; bırakın “Dış Türkleri” bir araya getirmeyi, içerideki birliği bile sağlayamaz. Arada bir “Türk’üm” demekle de bu iş olmaz, kimse de kanmaz!..
Bir milletvekilimiz; adımız “Müslüman”, soyadımız “Türk” demiş: Hayret ettim. Oysa adımız “Türk”, olsa olsa soyadımız “Müslüman” olabilir. Millet, milliyet, soy ayrı; din ayrıdır, karıştırmamak gerekir. Bunlar birbirinin karşıtı da değildir. Hoca Ahmet Yesevi’ye “Türk müsün, Müslüman mısın?” diye sorarlar (12 Eylül 1980 öncesi Siyasi İslâmcıların bize sordukları gibi): “Türklük kaderim, İslâmiyet tercihimdir” der. Din tercih meselesidir, değiştirilebilir. Ama “Türklük”ten çıkmak mümkün değildir (diğer milletler için de aynı). Nereye giderseniz gidin, en azından “Türk kökenli falanca” derler. Din kimliği ikinci derecededir. Kendini “İslâmcı” gösterenler (Türk’üm demeyenlerin, diyemeyenlerin); farkında olarak veya olmayarak ağızlarından şu sözleri kaçırırlar: Ben Gürcü’yüm, ben Çerkez’im, ben Kürd’üm, ben Arab’ım vs gibi… Aslında Anayasa’mıza göre hepsi de “Türk Milleti”ni meydana getiren eşit birer ferttirler.
Geçmişte de, bugün de “Turan ve Turancılık” ifadesi geçince, dudak bükenler veya düşmanlık güdenler olmuştur. Bu kesimler, daha çok “İslâmcılar” ve sol kesimlerdir. Arslan Tekin’in ifadesiyle; sol bunları aşmalı ve gerçekleri görmeli, İslâmcılar da Turan'ın "ümmet"in ilk basamağı olduğunu idrak etmelidirler.
Devleti yönetenlerin; darda kaldıklarında veya sıkıntıya düştüklerinde değil, her zaman ve her yerde “birlik ve beraberlikten bahsetmeleri”, tutum ve davranışları ile bu yönde tavır almaları gerekir. Biz Türkler; her mazlum milletin yanındayız, ama önceliğimiz Türklerdir. Türk olduğumuz için Türklerle ilgileniriz. Çünkü varlık sebebimiz, öncelikle onlardır.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin sözleri ile “Bir olalım, iri olalım, diri olalım.” Yine, Merhum Kırımlı düşünürümüz İsmail Gaspralı Beyin dediği gibi: “Dilde, fikirde, işte birlik” oluşturmak için her çabayı göstermeliyiz.
Tanrı’nın izni ve yardımıyla “Türk Birliği” olacaktır: Ben inanıyorum, ya siz?..