25 Aralık 2016 Pazar akşamı “Teke Tek” programında “Suriyelilerin eğitimi” konusu tartışıldı. Katılımcılar; Suriye Eğitim Derneği’nden Abdurrahman Kovara, Bahçeşehir Üniversitesi’nden Doç.Dr. Ulaş Sunata ve Eğitim Yetenek Uzmanı-Aktivist olarak belirtilen Tülay Demir Oktay’dı.
Suriyeli Öğrencilerin Türk Eğitim Sistemine Entegrasyonu Projesi Kapsamında Suriyeli Öğrencilere Türkçe Öğretecek Geçici Süre ile İstihdam Edilen Öğretmenler”le ilgili, 21 Kasım-2 Aralık 2016 tarihleri arasında Antalya’da yapılan “Türkçe’nin Yabancı Dil Olarak Öğretilmesine Yönelik Uyum Kursu”nda, Bakanlık adına eğitim yöneticisi olarak görev yaptığım için konu dikkatimi çekti. Programı iki saat kadar seyrettim.
Program konuklarının, özellikle Milli Eğitim Bakanlığı’nın çalışmalarından hiç haberlerinin olmadığını anladım. Program sırasında gönderilen iletiler (e-posta) ile MEB çalışmalarının birazından kamuoyu haberdar olabildi. Bazen -mülteci/mültecilik konusunda- faydalı bilgiler verilmekle birlikte, genelde söylenen sözler hepimizin bildiği konulardı. Yani sorunun çözümü yolunda makul ve makbul herhangi bir öneri getirilmedi. Bu konunun gerçek sahibi Milli Eğitim Bakanlığı (Proje sorumlusu Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü) ile UNİCEF’ten bir yetkilinin bulunmaması /çağrılmaması çok yanlış olmuştur.
Antalya’ya göreve gitmeden önce UNİCEF sitesindeki kayıtlara baktım. Buradaki bilgilere göre Ülkemizde 1,5 milyon Suriyeli çocuğun olduğu, 330 bininin okullarımızda kayıtlı olarak okuduğu, 500 bin okul çağındaki çocuğun ise okula gitmediği yazılı idi.
Programdaki tüm konuşmacıların söylediklerinden çıkarttığım sonuçlar ise şöyle: “Türkiye’ye gelen Suriyelilerin yarısı 18 yaşın altındadır. 167 bini Türk okullarında okumaktadır. 70 bini Üniversitelerde okumaktadır. 480 bini okula gitmiyor. Koordinasyonda sıkıntı var. Çocukların eğitim düzeyleri hakkında bilgi yok. Göç İdaresi yeni bir kurum. Suriyelilerin kalacakları yönünde hesap yapılmalıdır. Yeni yeni entegrasyon konuşulmaya başlandı. Göç çok boyutlu bir olgudur. Bu çocukların suç örgütlerinin (mafya, tarikat vb.) eline düşmemesi için tedbirler alınması gerekir. Okullarda Suriyeli bir müdür yardımcısı olmalı. Suriyeli çocuklar Türk okullarına adapte olamıyor. Birçok aile, Suriyeli öğrencilere karşı olan davranışlar nedeniyle okula göndermek istemiyor. Avrupa devletleri mülteci konusunda tecrübeliler, faydalanmak gerekir. Mültecilikte ikili bir boyut ortaya çıkıyor; geçici koruma ve bulunulan ülkeye katılma gibi. “Suriyeli” diye hitap edilmemeli. Geçicilik bitti, bunlar kalıcı. Dönmek istemiyorlar.”
Ancak, zaman zaman konuşmaları hayretle dinledim. Dernek adına katılan şahsın, çocukların anadili olan Arapça ile eğitim yapılmasını istemesi dikkat çekiciydi. Özellikle Bahçeşehir Üniversitesi doçenti beni şaşırttı. Sanki bir akademisyen, bir bilim insanı değil de ideolojik saplantı içinde olan biri gibi geldi. Diğer bayan konuşmacı Hollanda’da büyümüş olmasından ve yaşadıklarından dolayı biraz daha makuldü.
Nedense, -diğer tartışma programlarında da benzer konuşmalara şahit oluyorum- bizim akademisyenlerimizin büyük çoğunluğu; dünya konjoktüründen uzak, dış politikadan habersiz, objektif olacağım derken -maalesef- ulusal menfaatleri gözetmeden (bence maksatlı) laflar eden bir konumdalar. Teorik bilgilerle fiiliyatın /uygulamaların /gerçeklerin farklı olduğunu göremiyorlar. Gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde olanları bile var. Hem “Suriyeliler geri dönmek istemiyorlar, burada kalacaklar” diyeceksiniz, hem de “Arapça eğitim yapsınlar” diyeceksiniz. İki dillilikten, çok dillilikten bahsedeceksiniz. Hani bir Atasözümüz var ya: Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!..
Yukarıda açıkladığım proje kapsamında; Türkçe, Türk Dili ve Edebiyatı, Sınıf öğretmenliği alanlarından mezun olan 4.200 kişi seçilerek kursa çağrılmış ve kursun sonunda yaklaşık 3.800 kişi göreve başlatılmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı ile UNİCEF’in ortak yürüttüğü projenin süresinin uzayacağı düşüncesindeyim. Ancak; görevim sırasında kursiyerlerle yaptığım görüşmelerden ve gözlemlerimden çıkarttığım sonuç şudur:
* Çok önemli olmasına rağmen aceleye getirilen bir kurstu. Üzerinde daha çok düşünülerek ve hazırlık yapılarak düzenlenmesi gerekirdi. Bu kursta aceleden ve acemilikten kaynaklanan yanlışlar ve hatalar fazla olmuştur.
* Kalabalık salonlarda (100-150 kişilik) yapılması yerine, 30-40 kişilik sınıflarda yapılsa daha verimli olurdu.
* Projenin amacıyla ilgili, önceden açık, ayrıntılı ve net bilgiler verilmediği ve/veya yanlış bilgilendirildikleri için; kursiyerler bilgi sahibi olmadan kursa gelmişler, kafalarının karma karışık, birçok soru ve sorunla dolu olması dolayısıyla derslere adapte olamamışlardır.
* “Geçici Süreli Öğretmen” seçiminde gerekli titizliğin gösterilmediği sonucuna vardım. Bazı hocalarla yaptığım akşam sohbetlerinde, hocaların da benzer kanıda olduklarını gördüm. Kursiyerler arasında bölücü zihniyetli kişilerin varlığı bile söylendi.
* Kursun, eğitim yönünden katkı ve yarar sağladığını söylemem mümkün değildir. Sağlıklı ve verimli bir eğitim olmamıştır.
* Eğitimde öğretmen çok önemlidir. Bu geçici öğretmenler; Türk çocuklarına Türkçe öğretmeyecekler, anadili Arapça olan çocuklara Türkçe öğreteceklerdir. Yani görevlerinin daha da zor olduğu bir gerçektir. Keşke tecrübeli öğretmenlerden faydalanılsa daha iyi olurdu kanısındayım. Kısacası mevcut haliyle bu projeden beklenen verimin alınacağını düşünmüyorum.
“Türkçe’nin yabancı dil olarak öğretilmesi” hususu, son 10 yıldır çeşitli platformlarda tartışılmaktadır. Bu eğitimleri, daha önce üniversitelerin Türkçe Öğretim Merkezleri (TÖMER) vermekteydi. Yurt dışında ise bazı ülkelere görevlendirilen öğretmenler ile yabancı üniversiteler bünyesindeki kürsülere görevlendirilen okutmanlar tarafından Türkçe öğretilmekteydi. Suriye meselesi olmadan başlayan bir süreçtir. Ortaya çıkan bazı sorunlar ve teklifler sonucu, 2010 yılında Bakanlıkça “Yabancı Dil Olarak Türkçe Öğretimi ve Öğretmenliği” çalıştayı yapılmıştır. Çalıştayın hazırlık çalışmalarını yapmış ve organize etmiştim. Çalıştayda hazırlanan rapor YÖK’e gönderilmiştir. Hâlihazırda bu derslerin Sosyal Bilimler Enstitülerinin yüksek lisans ve doktora öğrencilerine verildiği bilgisini aldım.
Artık herkes şunu kabul etmelidir: Büyük bir Türk Dünyası ve Türkçe gerçeği var. Dünyada; Birleşmiş Milletler verilerine göre 165 milyon, Türk Dil Kurumu’na göre 220 milyon, bazı kayıtlara göre de 350 milyon anadili Türkçe olan insan bulunmaktadır. Türkçe’nin; Çince, İngilizce, İspanyolca ve Hintçe’den sonra 5.dil, sömürge dilleri olan İngilizce ve İspanyolca’yı saymazsak 3.dil olduğu… Türkçe söz varlığımızın her geçen gün daha da arttığı… Çeşitli ülkelerde Yunus Emre Merkezleri açılarak Türkçe öğretildiği…
Türkiye’ye, lisans, yüksek lisans, doktora yapmak üzere gelen yabancı öğrencilerin, yabancı iş adamlarının, turistlerin; Türkçe öğrenme isteklerinin arttığı, dünyada Türkçe öğrenmeye çok büyük rağbet olduğu, “Yabancı Dil Olarak Türkçe Öğretimi”nin önem kazandığı… Bu alanda çalışanların önlerinin açık olduğu… inancındayım.