Geçen hafta basında yer alan habere göre, bir vatandaşımız askerin yemek duasında geçen “Tanrı’mıza hamd olsun”daki “Tanrı” kelimesi yerine, “Allah” kelimesinin kullanılmasını istemiş. Bu vatandaşımız; ister cahil isterse âlim olsun fark etmez, bağnazlık yapmış. Aslında bu kişinin, ne Türklerin geçmişiyle ne de Arapların geçmişiyle ilgili bilgi sahibi olmadığı anlaşılıyor.
Türk insanının, hâlâ bu tür tartışmalarla zaman geçirdiğini görmek, bugün İslâm dünyasının içinde bulunduğu durumu ne güzel özetliyor. Müslüman mültecilerin; bir İslâm ülkesine değil de, kâfir addettikleri Batı (Hıristiyan) ülkelerine gitmek için ölümü göze almalarının, hatta din değiştirmelerinin sebeplerini bile anlamaz bunlar. Çünkü düşünmezler, akıl etmezler. Vahhh perişan ve zavallı İslâm Dünyası… Farkında değil, belki de bu insanlar artık “Allah” yerine “God” veya “My God” diyecekler.
Bazı kesimlerin “Tanrı” kelimesine karşı duyduğu alerjiye, yine Yard. Doç. Dr. Ahmet Vehbi ECER hocayla yapılan röportajla ilgili “115 Soruda Türk Alimi İmam Matüridi” isimli kitaptan alıntılar da yaparak açıklamaya çalışacağım.
Bugün “Allah” karşılığı olarak kullandığımız Türkçe “Tanrı” kelimesinin dışında; yine Türkçe olan “Yaradan, Çalap”, Arapça olan “Allah, Rabb, İlah, Mevlâ, Hâlık, Hû, Hâk”, Farsça olan “Huda” gibi kelimeler dilimize girmiştir. Bunları hiçbir rahatsızlık duymadan kullanırız. Aşıklarımız, ozanlarımız, şairlerimiz şiirlerinde -yerine göre- hepsini kullanmışlardır. Örnek: Yunus Emre, bazı şiirlerinde “Çalap” sözcüğünü kullanmıştır.
Türkler “Eski Türk Dini”ne bağlı idi. Eski Türk Dini; gök kubbe gibi büyük ve tek olduğuna inandıkları “Gök Tengri”nin adı ile anılıyordu. Dinler tarihi araştırmacılarına göre, atalarımızın en eski dini inancı Gök Tanrı merkezli, onun etrafında şekillenmiş, tamamen kendine özgü bir monoteizm (tektanrıcılık)’dir.
Türklerin din tarihinde, bilinen en eski terimi “Tanrı”dır. Göktürk Abidelerindeki Tanrı kavramına göre, atalarımız; öncesiz, sonrasız, güçlü, yaratıcı, hiçbir şeye benzemeyen, madde ve şekil olmaktan uzak, koruyucu, bağışlayan bir Tanrı’ya inanmışlar, herhangi bir puta-şekle tapmamışlardır. Türk Kültürünün en eski yazılı eseri olan Orhun Yazıtları’nda kâinat düzeninin ve insan kaderinin, ezeli ve ebedi olan Gök Tengri’nin eseri olduğundan söz edilmektedir. Yine Orhun Yazıtları’nda belirtildiğine göre siyasi iktidar ve hâkimiyet, kaynağını Gök Tengri’den almıştır.
Kesin olarak tespit edilen bir gerçek vardır: Türkler tarihin hiçbir döneminde put gibi cansız şekillere, kuş, kurt, kartal gibi hayvanlara, ateş, toprak, dağ ve su gibi tabiat güçlerine ve varlıklarına tapmamışlardır. Bunların bir kısmına yalnızca saygılı davranmışlar, bir kısmını da hayat unsuru olarak gördüklerinden mukaddes kabul etmişlerdir.
Kur’an’da Allah, kendisi için “Şey” kelimesini kullanmaktadır. Matüridi’de Ebu Hanife gibi Allah’a “Şey” denmesini caiz görür: “…Sabit olmuştur ki bir varlığa şey nisbet etmek sadece O’nun zatının varlığını ve yüceltilmesini ifade eder. Allah buna layıktır.” Allah’a “Şey” denmesini gerektiren sebep cisimde mevcut olmadığı için bunu kullanmakta mahzur yoktur. Ebu Hanife ise “Fıkh-ı Ekber” adlı kitabında bu konuyla ilgili olarak şunları yazar: “Allah-u Teala ‘Şey’dir. Fakat eşya gibi bir şey değildir. Şey olmasının manası: cisimsiz, cevhersiz, arazsız, hadsiz, zıtsız, eşsiz, ortaksız ve benzersiz olarak sabit olmaktır.”
Aynı kitabında Ebu Hanife Allah’ın sıfatlarından birinin Farsça söylenmesinin caiz olduğuna işaret eder. Bilginlerden Teftazanî Nesefi’nin Akaid adlı kitabına yazdığı şerh’te: “…Tanrı, Çalap, Hüdâ Arapçadaki İlah kelimesinin eş anlamlısı (müterâdifi) olduğu için Allah hakkında kullanılabilir” kaydını düşer.
Çünkü semavi dinlerde Allah, Kur’an’da belirtildiği üzere hiçbir şeye benzemez. Açık ifadesiyle Allah’ın yaratılmışlardan birini çağrıştıran bir isimle, bir kelimeyle anılması caiz değildir. Kur’an’ın dışındaki ilâhi kitaplarda, Allah kendisi için “Allah” kelimesini kullanmamıştır. Tevrat, İncil, Zebur’da Allah, kendisine “Allah” dememiş, “Rab”, “Adonay”, “Elohim”, “Yahve” demiştir.
Atalarımızın kullandıkları “Tanrı” ve “Çalap” kelimeleri de bu yönlerden değerlendirilmelidir. Ancak bu konuda taassuptan da kaçınılmalıdır. Geleneklerimizde Tanrı ve Allah kelimeleri farklı yerlerde farklı şekilde kullanılmaktadır. “Tanrı korusun”, “Tanrı misafiri” veya Mehmetçiğin süngü takıp hücuma geçince “Allah, Allah” demesi gibi…
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu konudaki fetvasında: “Tanrı kelimesi, Allah lafz-ı celilinin tam karşılığı sayılamaz ise de, bu ismin Cenab-ı Hakk’a ıtlakında (ad olmasında) bir mahzur yoktur.” ifadesi yer almaktadır.
Ayrıca, “Allah” sözcüğü Kur’an’la gelen bir sözcük değildir. Araplarda İslâm öncesi de “Allah” “İlah” kelimeleri vardı ve kullanılıyordu. Örnek vermek gerekirse, biliyorsunuz Peygamberimizin babasının adı “Abdullah (Allah’ın kulu)”dı. Peygamberimizin babası, daha Peygamberimiz doğmadan önce öldüğüne göre Müslüman’dı diyemeyiz. İtiraz olarak “Hanef” dinine bağlı idi diyebilirsiniz.
Bazılarının “Tanrı” kelimesine olan -ben biraz daha ileri gideceğim- Türklüğe olan alerjileri yüzünden bu kelimeyi atacaksak, sözlüklerimizden, atasözlerimizden, deyimlerimizden birçok ifadeleri de atmamız gerekir ki; bu da söz varlığımızın, dolayısıyla kültürümüzün sığlaşmasına, kısırlaşmasına sebep olur.
Diğer yandan; İslâmiyet’te genel bir ilke vardır: “Ameller niyete göredir.” Bir Müslüman; bir işe başlarken, bir şey konuşurken, bir şeyi anarken neye niyetlenmişse ameli/eylemi de o yöndedir.
Önemli olan kullanılan kelimenin yaratılmışlardan olan birini çağrıştırmaması ve Tevhid’e zarar vermemesidir.