Bence ülke iyi yönetilmiyor. Her şey kontrolden çıkmış gibi… Hatta 16 yıldır iktidarda olmalarına ve devleti yönetmelerine rağmen tecrübe kazandıklarına dair bir görüntüleri de yok. Neden? Çünkü atamalarda liyakate dikkat edilmiyor ve iş ehline verilmiyor. Aslında her şey 2002’de iktidara geldiklerinde de belliydi. Nereden belliydi? Geçmişlerinden… Birincisi devlette görev almadıklarından devleti bilmiyorlardı, ikincisi kadroları yoktu, üçüncüsü bulundukları ortamlarda hep devlet düşmanlığı yapılıyordu.
12 Eylül 1980 öncesini yaşayanlar bu ekibi çok iyi tanırlar: O zaman bunlara “Milli Görüşçüler” deniliyordu, gençlerine de “Akıncılar”… Solu bırakır hep “Ülkücüler”le uğraşırlardı: Güya aklımızı karıştırmak için “Türk müsün, Müslüman mısın?” diye sorarlardı, sanki birbirinin karşıtıymış gibi... “Millî” kelimesini kullanırlardı, ancak milletin adını anmazlardı. (Başka türlü yorumlasalar da, bu milletin adı “Türk Milleti”, bu coğrafyanın adı da 1100’lü yıllardan beri Türkiye’dir.) Cumhuriyetle ve kuruluş ilkeleri ile hep kavgalıydılar. Zira yetiştikleri ortamlarda “kâfir devlet”, “dar-ül harp” gibi ifadelerle Türkiye Cumhuriyeti ve kurucusu kötüleniyordu. Devlet “laik” olduğundan “kâfir devletti ve yıkılması gerekirdi”. Amaçlarını gerçekleştirmek için “her yol mubah”tı. Milli görüş gömleğini çıkartır, yerine göre “papaz elbisesi” bile giyebilirlerdi. Onlar için, demokrasi bir amaç değil hedeflerine varmak için bir araçtı…
Her şey kontrolden çıkmış gibi dedim: Sizce de öyle değil mi? Herkese “mavi boncuk” dağıtıp şirin görünmeye çalışıyorlar. Liberallerin “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” anlayışı gibi “kimseye ve hiçbir şeye karışmıyoruz” görüntüsü veriyorlar. Devlette ve sokaklarda laçkalık, laubalilik, vurdumduymazlık had safhada… Haberlerde görüyor ve okuyorsunuzdur: Yolsuzluklar, hırsızlıklar, cinayetler, tecavüzler, kapkaçlar, uyuşturucu satışları, cinsel istismarlar (çocuklara dahi), kadın cinayetleri vb. gibi ne kadar yanlış, kötü, haram, günah işler varsa yapılıyor. Ama bu duruma “dur” denmiyor, dur denilecek adım atılmıyor. Güvenlik güçleri bile -şikâyet olmadığı müddetçe- sadece seyrediyor. Bu yüzden herkes kendi adaletini kendi sağlamaya çalışıyor: Ölümlü-yaralamalı kavgalar, tartışmalar, gerginlikler, stresler vb… artıyor.
Caddelerde, sokaklarda magandalar tur atıyor. Düğünler, asker uğurlamaları; aşırıya kaçan gösteriye dönüşüyor, gelişi güzel silahlar sıkılıyor. Arabaların eksoz borularından çıkartılan gürültülü seslerle, sonuna kadar açılmış arabesk müziklerle -gece yarıları bile- bağıra-çağıra dolaşılıyor: Seviye düştükçe düşüyor. Görgüsüzlük had safhada… Vatandaşla birlikte güvenlik güçleri de bakıyor. Sevgi, saygı, yardımlaşma kalmadı. Yalan, yandaşlık, yalakalık, duyarsızlık, zina, iftira, fitne, fesat gibi “İslâm”ın yasakladığı her şey yapılıyor. Akşam olunca herkes evine çekiliyor, kendi hayatını yaşıyor. “Bencillik” dorukta… Bencil davranışlar nedeniyle her yerde “kul hakkı” oluşuyor, ama farkında değiliz. Herkes kendi çıkarını gözlüyor, kendi işinin bitmesine bakıyor. Başkaları hiç umurlarında değil.
Turistler taksicilerden şikayetçi, niye? Çünkü “soygun” yapıyorlarmış, mesafeye göre ücret almaları gerekirken veya para üstü verirken yolmaya çalışıyorlarmış. Ya Halk Bankasında yaşananlara ne dersiniz: Saat 22.45 (gece) civarı internetten 20 dakikada (uluslararası piyasalarda 1 dolar 6.72 TL’den işlem görürken) 3.88 TL’den dolar ve 4.72’den Euro satışı yapılıp sonra kapatılıyor. “Vurgunu kim yaptı?” diye kamuoyu baskısı üzerine genel müdür: “10-15 dakikada fark edildi, yarım saat sürdü. 1763 müşteri 4.6 milyon dolarlık işlem gerçekleştirdi. İşlemler iptal edildi, müşteri hesapları eski haline döndü” diyor. Yaptıklarıyla ülkeyi öyle hale getirdiler ki, her şeye şüpheyle baktığımızdan, açıklama kimseyi tatmin etmedi. Bu ülkenin kaderi ile oynanıyor. Açıklamalara göre milyoner sayımız artmış: Demek ki ekonomik krizi fırsata çevirenler olmuş. Bu arada Cumhurbaşkanımızın Amerika’da yaptığı açıklama ile öğrendik ki; ekonomik krizin ve döviz artışının sebebi “papaz değilmiş!..”
Havuz medyasına çıkarılan; aydını-cahili, yazarı-çizeri, sanatçısı-sanatsızı, esnafı-patronu, memuru-işçisi, ev kadını-çalışanı… doğruları söylemeleri gerekirken, tam tersi yanlışları doğru gibi savunuyorlar veya şov yapıyorlar. Bu sayede her halde mal-mülk, makam-mevki sağlıyor, şöhret oluyorlar. Maalesef ifrat ve tefrit arasında dolaşıyoruz, hep uçlardayız, bir türlü orta yolu bulamıyoruz. Kimse “ayağını yorganına göre uzatmıyor”. Hak etmediğimiz bir hayatı yaşıyoruz.
Öyle bir algı operasyonu yapıyorlar ki; sanki 16 yıldır ülkeyi kendileri idare etmiyormuş gibi, her şeyi dolara bağladıklarını ve dolarla iş yaptıklarını bilmiyormuşuz gibi, “dövizle kiraya son veriyoruz” diye bizi kandırmaya çalışıyorlar. Avaneleri de hemen aynı operasyona başlıyor, hep bir ağızdan övgüler düzüyorlar. “Doğmamış bebeğe don biçiyorlar.” Algı operasyonları her zaman olurdu ve daha çok dışardan yapılırdı. Uzun zamandır içeriden de algı operasyonları yapılıyor. Duygusal bir millet olduğumuz kadar; geçmişi ve geçmişteki olayları, yaşananları, konuşulanları çok çabuk unutan da bir milletiz: Söylenenlere hemen inanıyoruz.
Mesela istifa ettirilen dört bakana ve belediye başkanlarına (en son Ordu Belediye Başkanı istifa ettirildi) ne oldu? Neden kamuoyu önüne çıkmazlar veya konuşmazlar? Acaba herkes birbirine gebe onun için mi veya biat-itaat kültüründen mi? Yoksa her ikisi de mi? Her şeyin üstü kapatılıyor. Külle örtülse de “Ateş olmayan yerde duman tütmez”. Herkes yöneticilerimizi kandırıyor, onlar da bizi kandırmaya çalışıyor. Maalesef bir çoğu da kanıyor ki hep kazanıyorlar!
Bulunduğumuz ortamlarda bazen CHP de tartışılır: Neymiş efendim, durmadan genel kurula gidiyorlarmış, partinin içi devamlı karışıkmış, falan-filan… Benim de eleştirdiğim hususlar olsa da, CHP’de demokratik kültürün olduğunu düşünüyorum. AKP’de hiç tartışma olmaması sağlıklı bir durum olmadığı gibi, demokratik kültürün olmadığını da gösterir. Adı parti de olsa, AKP bir şirket görüntüsündedir: Her şey “Reis”in iki dudağı arasındadır. Diğerleri ofislerin başına atanmış maaşlı yöneticiler gibi... Profilleri düşük mü, yüksek mi? Ona siz karar verin. Benzer yönetim tarzı ülkede de uygulanmaya başlandı, bakalım ne kadar sürecek?
Bana söyler misiniz, ülkede ne iyi gidiyor? Ekonomi, güvenlik, dış politika vs… Hangisi? Kalkınmamız ne durumda, istenilen seviyede mi? Sanayi ve üretim arttı mı? Tarım ülkesi isek, tarım ve hayvancılığı büyüttük mü, yoksa gerilettik mi? Belki bazılarınız; “bak, ne güzel yollar, köprüler, tüneller, apartmanlar yapıldı” diyebilirsiniz. Bunlar kalkınmanın ana sebebi değildir, yan sebepleridir. Başkalarının ürettikleri ile kalkınma olmaz, caka satılmaz. “El atına binen tez iner.” Ben hatırlatayım: “çokça adalet sarayı, hapishane ve hastahane yapıldı” diyebilirsiniz! Her halde biliyorsunuzdur: Adlî binaların ve hapishanelerin yapılması, toplumda sosyal sorunların ve suçların arttığını; hastahane yapılması ise toplum sağlığının bozulduğunu ve hasta sayısının arttığını gösterir. Bu da iyiye alamet değildir.
“Bir lokma bir hırka” edebiyatından nerelere geldiler. Kurtulmuş: “Harun gibi geldiler, Karun oldular” diyordu, kendisi de aynı ekibe katıldı. Sayın Sadettin Tantan diyor ki: “AKP’nin tek derdi iktidarda kalmaktır”. Ben de aynı düşüncedeyim. Onun için her şeye pragmatist (faydacı) ve popülist yönden yaklaşmaktadırlar. Hep parti gözlüğü ile bakıyorlar. Veya dün dediklerinin, bugün tam tersini söylüyorlar. Medya sayesinde yalanı doğru gibi kabul ettirebiliyorlar.
Bu dönemde millî ve dinî değerlerimiz çok yozlaştı. İlkesizlik, kuralsızlık aldı başını gidiyor. İktidara “kimsenin özgürlüğüne karışmayın” derken, “her şeyi ve herkesi başıboş bırakın” demedik! Devlet olmaktan çıkarız. Eğer tarih okuyorsanız, yaşadıklarımızı “Osmanlı”nın son dönemlerine rahatlıkla benzetebilirsiniz. İnşallah sonumuz benzemez.
Tabii ki “ülke ve ülkü sevdalısı” bir Türk Milliyetçisi olarak; yöneticilerimizi eleştirsem de, ülkemin hiç bir konuda zarar görmesini istemem. Bizler; uyanık olmalıyız, her şeyin farkında olmalıyız, kimseyi aklımızla oynatmamalıyız. Yaşananlara “at gözlüğü” ile bakmamak için devamlı okumalıyız, araştırmalıyız, sorgulamalıyız…