“Ancak I.Selim’le birlikte bir şeyler değişmeye başlayacaktır. Osmanlı’da değişik akımlar arasında eğer böyle bir ayrım vardıysa bile Yavuz Sultan Selim-Şah İsmail mücadelesi ile başlamış görünmektedir.
Şah İsmail’in İran’da güçlenen nüfuzunun Osmanlı coğrafyasındaki Türkmen aşiretlerine doğru yayılmaya başlaması ve Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethederek hilafeti almasıyla keskinleşmeye başlayan heterodoks-ortodoks ayrışması giderek şiddetlenmiş, Osmanlı sultanları (biraz da kendi tebaalarını kontrol altında tutabilmek ve İran’ın etkisini önlemek amacıyla) bazılarının Arap tarzı İslâm anlayışı olarak adlandırdıkları Sünni ortodoks inancını giderek daha çok sahiplenmişlerdir.
O zamana kadar padişahın yakın koruma ordusu Yeniçeri Ocağı’nın resmi tarikatı olmak üzere seçilmiş olan Bektaşiliğin, heterodoks sayılması için herhangi bir sebep görülmezken, bu durum adım adım değişmiş ve yeniçeriler ve dini inançları ulemanın hedefi haline gelmiştir.
Aslında olanlar, yeniçerilerin organizasyonlarının değiştirilmesi yönünde yapılan sayısız girişimlere direnç göstermeleri nedeniyle birikmiş olan güvensizliğin de bir sonucuydu. Kavanin-i Yeniçeriyan 1606’da tamamlanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu sürekli gerileme içine girmişti, bir günah keçisi aranıyordu.
15 Haziran 1826’da Kara Cehennem İbrahim Ağa tarafından yeniçeri karargâhının kapısına yaptırılan top atışları köklü bir Osmanlı kurumunun sonuna işaret etmekteydi. Yeniçeri Ocağı kendi patronları olan Sultan II.Mahmut tarafından normal şartlarda “küffâra” karşı topyekun savaş açmak anlamına gelen Sancak-ı Şerif açılarak yok edilmiştir.
Ertesi gün Şeyhülislam başkanlığında değişik tarikatların liderlerinin katılımıyla oluşturulan ulema meclisinin toplantısı bittiğinde çarpıcı karara varılmıştı: Bektaşi tarikatının tüm üyeleri yakalanacak, liderleri Sünni-ortodoks nüfusun yoğunluğuyla bilinen şehirlere sürgün edilecek, tüm Bektaşi tekkelerine el konularak bazıları yıkılıp kalanları ise diğer tarikatların kontrolüne devredilecekti.
Bu kararla Yeniçeri Ocağı’nın ilgasının askeri bir reform çabasından ibaret olmadığı, ötesine geçerek Bektaşi tarikatının topyekûn yok edilmesi hedefine yöneldiği görülüyor ve olayın dini karakteri ön plana çıkıyordu. İki kadim kurumun birlikte ortadan kaldırılmak istenmesinin ardında yatan en önemli saiklerden birinin, sünni-ortodoks tarikat ehlinin İslâm dininin nasıl anlaşılması gerektiği konusundaki kendi görüşlerini paylaşmadığını düşündükleri Bektaşi tarikatını elimine etmek olduğu anlaşılıyor.
Örneğin Ricaut’dan XVII.yüzyılda Kadızadeli hareketinin Hacı Bektaş’ın müritlerine karşı (İslâmın namaz prensiplerine uymaları gerekmediğini söyledikleri iddiasıyla) nefret beslediğini öğreniyoruz.
“Ebusuud adında bir şeyhülislama yeniçerilere kâfir denmesinin günah olup olmayacağı sorulmuştu. O da verdiği fetvada yeniçerilerin gerçek Müslüman olduğunu söyleyen kimsenin asıl kâfir olduğunu açıklamıştı.”
Yeniçeriler hakkında Ricaut’un bahsettiği şekilde bir fetva verip vermediği henüz bilinmiyor olsa da İran’a yönelik Osmanlı politikalarına destek olacak tarzda Kızılbaşlar hakkında verdiği hükümler oldukça manidardır. Ayrıca Kızılbaşların “hem bagi, hem de vücuh-i kesireden kâfirler, yani asi ve birçok açıdan (önde gelen) kâfirler olduklarını ilan etmektedir.
Kadızadeliler başta olmak üzere bir kısım insanın yeniçeriler ve dini inançları hakkında Ricaut’ya aktarıldığı gibi düşündükleri ve Ebusuud’u da bu görüşlerine meşruiyet kazandırmak için payanda olarak kullandıkları anlaşılmaktadır ki, yalnızca bu bile gerilimin varlığına işaret etmeye yeter. III.Murad’ın devşirme sistemini bozarak Yeniçeri Ocağı’nı temellerinden sarsmasının ardında da yine bu mücadelenin izleri görülür.
İslâmın şekli gerekliliklerinden ziyade özünün anlaşılması gerektiğinde ısrar eden Bektaşi tarikatı ise kendisini koruyan kılıç, yani Yeniçeri Ocağı ortadan kalktığında savunmasız kalmış ve kolaylıkla tasfiye edilmiştir.
Uzunçarşılı’dan yeniçeriler tarafından ve yeniçeriler üzerine tutulmuş hemen hemen tüm kayıtların Vaka-i Hayriyye sırasında yakılarak yok edildiğini öğreniyoruz.”
Değerli okurlar, Dr. Erdal Küçükyalçın’ın “Turna’nın Kalbi (Yeniçeri Yoldaşlığı ve Bektaşilik)” adlı kitabından alıntılar yaparak sizlere; Turnalar, Yeniçeri Ocağının Kuruluş 1-2, Yeniçeriler ve Bektaşilik 1-2 ve “Vaka-i Hayriyye” başlıklı bu yazı olmak üzere Yeniçeriler ve Yeniçeri Ocağı ile ilgili altı hafta süren köşe yazısı hazırladım.
Yazarın görüşlerine katılmayabilirsiniz, ya da yazıda yer alan bazı görüşler hoşunuza gitmemiş veya beğenmemiş olabilir, farklı düşünebilirsiniz. Tabii ki bu konuda yazılan başka makaleler, kitaplar okuyarak “Yeniçeriler”le ilgili bilgilerinizi daha da derinleştirebilirsiniz.
Diğer taraftan; bugün ülkemizde yaşananları da, askerimiz üzerinde oynanan oyunları da biraz bu çerçevede değerlendirmenizi tavsiye ediyorum.
Her yazılanın doğru olduğuna hemen inanma yerine, başka yazılanları da okuyarak ortak fikre varalım ve ortak aklı bulalım. Tarihte yaşananları öne sürerek birbirimizle kavga etme yerine, tarihten ders alalım ve mazide/dünde yaşananları tekrar etmeyelim.