Yaşımız altmışı geçti. Yalnız kaldığımızda veya tabiatla baş başa olduğumuzda, ister istemez dünü, bugünü ve yarını düşünüyoruz. Kendi kendimize muhasebe yapıyoruz. Bundan sonrasını, geleceğimizi, sonumuzu değerlendiriyoruz. Pazartesi günü Ramazan ayına gireceğiz. Nefse hâkim olma ve nefis muhasebesi yapma ayındayız. Allah (c.c), sağlık içerisinde oruçlarımızı tutmayı nasip eylesin.
Bu hafta sizleri farklı bir konuya götüreceğim. Kitap okumayı çok sevdiğimi, daha önceki yazılarımda belirtmiştim. Edebi konularla ve edebiyatla da ilgiliyimdir. Canım sıkıldığında, özellikle önemli şairlerimizden şiirler okuyarak kendimi rahatlatmaya çalışırım.
Gerek halk edebiyatımızda ve gerekse divan edebiyatımızda; şairlerimizin, âşıklarımızın, ozanlarımızın dile getirdikleri çok güzel ve önemli şiirleri vardır. Âşıklarımızın koşma tarzında söyledikleri şiirlerin bir türü de “Yaşnameler”dir.
Yaşnameler konusunda, akademisyenlerimizin yazdığı birçok makaleyi internette okudum. Yazıyı hazırlarken Yrd.Doç.Dr. Doğan KAYA’nın makalesinden çok yararlandığımı belirtmek isterim. Yaşnamelere örnek vermeden önce, bu konuda bilgi sahibi olalım derim.
Türk kültüründe insan hayatı, genellikle inişli çıkışlı bir merdivene benzetilmiştir. Her canlının ölümü mutlaka tadacak olması gerçeği, insanları farklı bir ruh haline sevk etmektedir. Çocukluk, gençlik, orta yaşlılık dönemi acı ve tatlı hatıralarla artık geride kalmıştır. Elden gelen şey derin iç çekmeler, oflamalar ve hayıflanmalardır. Bu yakınmalar, şairlerin düşünce ve duygu dünyalarında daha farklı tezahür etmektedir.
Yaşnameleri, insan hayatının ana rahmine düşmesinden ölümüne kadar olan safhalarını -yaş kademelerine göre- anlatan destanlar olarak tarif ediyorlar. Yaş Destanı, Yaş Türküsü, Ömür Destanı, Hayat Destanı ve Vücudname gibi adlar da verilmektedir.
Yaşname sahipleri arasında Hoca Ahmed Yesevî, Yusuf Has Hâcib ve Yunus Emre başta olmak üzere, Bedr-i Dilşad, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Âşık Ömer, Mahtum Kulu, Âşık İrfan, Âşık Kurbânî, Âşık Tâlibî, Ruhsatî ve Âşık Şenlik’i sayabiliriz. Karacaoğlan ve Mahtum Kulu’nun dörder yaşnâmesi bulunmaktadır. En uzun metinse Ahmet Yesevî’nin, seksen sekiz dörtlük ihtiva eden altı “Hikmet”idir. Bugüne kadar tespit edilebilen yaşname sayısı 87’dir.
Yaşnameleri; 1.Bütün insanları konu edinenler, 2.Kızları/kadınları konu edinenler, 3.Şairlerin kendi özel hayatlarını konu edinenler, 4.Sosyal tenkit konulu olanlar, 5.İnançla ilgili olanlar şeklinde gruplandırabiliriz. Şekillerine göre de; 1.Koşma tarzında söylenmiş, dörtlük sayıları 5 ilâ 88 arasında değişenler, 2.Beyitlerle söylenmiş, gazel veya mesnevi tarzında kafiyeli şiirler, 3.Bentlerle söylenmiş, bent sayıları 1 ilâ 14 arasında değişenler, 4.Serbest tarzda, genellikle mani, tekerleme ve bilmece gibi anonim ürünlerle söylenmiş yaşnameler olarak sayabiliriz.
Yaşnameler, genellikle 11 hece ile söylenmekle beraber 7, 8, 12 ve 15 hece ile de yazılanlar vardır.
Yaşnameler, kurgu yönünden de çeşitlilik gösterirler. Âşıkların kimileri insanı anlatmaya 15 yaşında başlarken, kimileri de insanı ilk yaştaki, hatta anne karnındaki döneminden başlayıp 100 yaşına (abartılı şekilde 120-125-150 yaşına) kadar olan dönemi anlatırlar. Bazıları da kâinatın ve ruhların yaratılmasından işe başlar, ahiret âlemine kadar sürdürür.
Yaşnameye örnek olarak; 8 dörtlükten oluşan Karacaoğlan’a ait bir şiir ile 29 dörtlükten oluşan ve Âşık Ömer’e atfedilen bir şiiri aşağıya aldım.
Karacaoğlan’dan;
Hakk'ın kandilinde gizli sır idim
Anamın beline indirdin beni
Ak mürekkep idim, kızıl kan ettin
Türlü irenklere yandırdın beni
Anamın karnında ben neler gördüm
Yedi derya geçtim, ummana daldım
Dokuz aylık yoldan sefere geldim
Bir kapısız hana indirdin beni
Ben de bildim şu dünyaya geldiğim
Tuzlandım da çapıtlara belendim
Bir zaman da beşiklerde eğlendim
Anamın sütüne kandırdın beni
Beş yaşında akıl geldi başıma
On yaşında gider oldum işime
Varıp ta değince on beş yaşıma
Bir kuru sevdaya yeldirdin beni
On beş yaşadım, yirmiye yol oldu
Otuzunda çevre yanım göl oldu
Kırk yaşadım, hayrım, şerrim bell'oldu
Hayrımı, şerrimi bildirdin bana
Ellisinde yaşım yarısın geçti
Altmışında yoluna yokuş düştü
Yetmişinde biraz tebdilim şaştı
Mertebe mertebe indirdin beni
Sekseninde beratçığım yazıldı
Doksanında kan damarım üzüldü
Yüz yaşında azalarım çözüldü
Bir sabi masuma döndürdün beni
Karac'oğlan der ki, yaktın yandırdın
Ecel şarabın verdin kandırdın
Emreyledin Azrail'i gönderdin
Hiç de doğmamışa döndürdün beni
Aşık Ömer’den;
Tanrı bir kişiye evlâd verince
Kemâl-i lutfundan bergüzâr olur
Sulb-ı pederden tâ mâdere erince
Ol sadeften lü’lü-i şehvâr olur
Şehvâr olunca sırr-ı pinhânda
Alâkası var mı cesed ü cânda
Bir zamân kan ola ana karnında
Gün-be-gün fark eyleyüben var olur
Var olıcak o toprak kana kanar
Melekler etlerin benlerin sunar
Aydan aya a‘zâlar onar onar
Şöyle bil kim el ayağı çâr olur
Çâr olunca hem endâmı düzülür
Hayrı şerri pinhânına yazılır
Yazılan takdîrde deme bozulur
Hâlık ne der ise öyle var olur
Var olıcak muhabbeti varadır
Kiminin kanı ak kimi karadır
Dest-i kudret kalbi imdi varadır
Onda nutkun aşkı nûr envâr olur
Nûr envâr aslında nûr imiş meğer
Gönül zikr-i Hakk’ın beynine değer
Dokuz ay on günde anadan doğar
Ağlar iken dünyâ başna dar olur
Dar olıcak ol mehd içre sarılır
Gâhi güler gâhi ağlar darılır
Türlü türlü câmelere sarılır
Sanman onu her dem bî-medâr olur
Bî-medâr birinde bilmez bendini
İkisinde emer sükker kandini
Üç yaşında bilir kendi kendini
Dört yaşında âsân haberdâr olur
Haberdâr olıcak bilir yaşını
Altısında hem fark eder işini
Yedi yaşında değişir dişini
Sekizinde gonca gül‘izâr olur
Gül‘izâr dokzunda sünnet düğünü
On yaşında batar aşkın dikeni
On bir yaşında gör hûblar beğini
On ikide gamze sitemkâr olur
Sitemkâr olduğun on üçte bilir
On dörtte hûbluğu kemâlin bulur
On beşinde akl-ı bülûğa gelir
On altıda birisiyle yâr olur
Yâr olunca on yedide sarılır
On sekizde yârân ile sorulur
On dokuzda aşk okuyla urulur
Yirmisinde bülbül gibi zâr olur
Zâr olunca yirmi birde ötüşür
Yirmi ikisinde yanar tutuşur
Yirm’üçünde yiğit olup yetişir
Yirmi dördünde şikâr-sâlâr olur
Şikâr yigirmi beş yaşında hemân
Yirm’altıda vermez hasmına amân
Yirmi yedi yaşna girdiği zamân
Yirmi sekizinde şehsüvâr olur
Şehsüvâr yirmi dokuzunda coşturur
Otuzunda aklı başa devşirir
Otuz birde hem kelâmın pişirir
Otuz ikisinde yâdigâr olur
Yâdigâr otuz üç yaşında ey cân
Otuz dört yaşında misl-i kahramân
Otuz beş yaşında şöyle kemâ-kân
Otuz altısında kemâldâr olur
Otuz yedisinde bilir temâmet
Otuz sekizinde bilir rehâmet
Otuz dokuzunda bulur kemâlet
Kırk yaşında tamâm akıldâr olur
Akıldâr kırk birde hayırlı işe
Kırk ikide nakl eder geleni başa
Kırk üçte gerek az gerek çok yaşa
Kırk dörtte ölümden haberdâr olur
Kırk beşinde olur ağrıyan başı
Kırk altıda sinrecek olur dişi
Geçince şöyle bil kırk yedi yaşı
Kırk sekizde gün gün ihtiyâr olur
Kırk dokuzda hemân şöyle üşenir
Ellisinde damarları boşanır
Elli birde hem eğilir döşenir
Elli ikisinde şermsâr olur
Şermsâr elli üçünde eyler efgânı
Elli dördünde [hîç] kalmaz dermânı
Elli beşte fikr eder geçen zamânı
Elli altıda çeşmi yaşı nisâr olur
Nisâr elli yedide gözden yaş gelir
Elli sekizinde mihnet duş gelir
Elli dokuzda yıkılmak hoş gelir
Altmışında pervâne-i nâr olur
Nâr olunca altmış beşte zikr her an
Yetmişinde murâdın vere Sübhân
Yetmiş beşte günâh bağışlar inan
Sekseninde dilde istiğfâr olur
İstiğfâr seksen beş artar efgânı
Doksanında kalmaz imiş dermânı
Doksan beş yaşında verince cânı
Yüz yaşında cihândan güzâr olur
Güzârlayın öğrendiyse zikire
Eğer uydu ise şeytânî fikre
Cevâb veremezse Münker Nekir’e
Ol demde ona kim [yârân] yâr olur
Yâ Rabbi zikirden dilim şaşırma
Gözlerimden firkat âbın taşırma
Bizi korkulara salıp düşürme
Bun deminde bize kim medâr olur
Medârdır keremim ey kerem kânı
Rahmetle yarlıga ehl-i îmânı
Âsân eyle bize sü’âl mîzânı
Yüzü kara mü’min kula âr olur
Âr çektirme bize ey azîz Yezdân
Nasîb et son demde zerrece îmân
Sırât üzre kadem bastığım zamân
Meded senden ondan düşen nâr olur
[Ey] ÖMER cihâna aldanma her an
Kopmuş bil kendini mahşerde hemân
Şefî olur ise Hazret-i Sultân
Ol insâna müjde berhudâr olur