Dr. Erdal Küçükyalçın’ın “Turna’nın Kalbi (Yeniçeri Yoldaşlığı ve Bektaşilik)” adlı kitabından alıntılar yaparak “yeniçeriler” konusuna devam edelim.
“Yol, kadim geleneklerin Bektaşi ahlakıyla iç içe geçmiş olduğu bir kurallar bütününü ifade eder. Bektaşi yolunun yeniçeriler üzerinde hem gülbanglar, peymançe selamı, orta-bölük nişanları ve Kazan-ı Şerif gibi görünür karakteristik ögelerinde, hem de görünmez iç nitelikleri olan halife Hz. Ali ve kılıcı Zülfikâr’a duyulan saygı, Gaib’in güçlerine duyulan derin bir etkisi vardı.
Yemin metninin temel karakteristiği Muaviye ve takipçilerine karşı ilan edilen açık nefret oluşturmaktadır. Aslında bu Bektaşiliğin ana prensiplerinden biri olan “Tevalla ve Teberra” prensibini oluşturmaktadır ki bu da Ali’yi ve onun sevdiklerini sevmek ve düşmanlarını sevmemek, uzak durmak olarak özetlenebilir. Yeniçeriler “Ey Muaviye ümmeti, Ey düşman-ı Muhammedi! Siz küfrani, biz şükrani, siz bir taraf, biz bir taraf!” der ve ortodoks Sünni inanç sisteminin temel figürlerinden birini peygamberin düşmanı ilan ederken ona ve taraftarlarına karşı Hz. Ali’nin yanında yer aldıklarını beyan ediyorlardı.
Bu tarz cenknamelerin yeniçeriler arasında çok popüler olduğu ve İslâm adına savaşan bir savaşçı sınıf olarak yeniçeriler için Hz. Ali’nin mükemmel bir idol olduğu açıktır. Bu inançları yeniçerileri Muaviye taraftarlarının en azılı düşmanları haline getirmiş olsa da Şii yapmamıştır.
Bektaşiliğin merkezi rolü uzun süre devam etmiş olmakla birlikte bu gidişatın Şah İsmail ile Sultan I. Selim (Yavuz Sultan Selim)’in çatışmaya başlaması ve Selim’in Mısır’ın fethi ile İslâm halifeliğini aldığını ilân etmesiyle birlikte değişmeye başladığı görülüyor.
III. Murad, babası II. Selim’den hemen hemen mükemmelleştirilmiş bir yeniçeri ordusu sistemi ve Sokullu Mehmed Paşa gibi yetenekli bir sadrazam miras almış olsa da diğer taraftan saltanatı bir hükümdar için zorlu meydan okumalarla doluydu. Kendisinden önceki padişahlarca özellikle engellenen Ocağa (zorlu devşirme sürecinden geçmeden) ehl-i sanat, yani zanaatkârların girmesine izin vermesi her şeyi değiştirecekti.
Ulema, Sultan III. Murad’ı etki altına alarak şehzadesi Mehmed için 1582 yılında düzenlettiği sünnet şenliklerinden hemen sonra Yeniçeri Ocağı’nın kanun-i kadimi olan devşirme yöntemini değiştirtmeyi başarmış ve bu yolla Ocağa asıl işi savaşmak olmayan (büyük ihtimalle kendi nüfuz alanlarında olan) esnaf ve sanatkârın kabul edilmesini sağlamıştır. Ancak dini saiklerle Osmanlı merkez ordusuna adam alınmaya başlanması yalnızca ordunun değil tüm devlet mekanizmasının domino taşları gibi ardı ardına yıkılmasına ve nihayet Osmanlı’nın sonuna yol açmıştır denilebilir.
Bu kararı duyduğunda yeniçeri ağası olan Ferhat Paşa sultanın iradesinin Yeniçeri Ocağı’nın yıkılmasına yol açacağını öngörmüş ve III. Murad’ın bu fermanına direnmiştir. Padişahın iradesine açıkça karşı koyacak kadar cesurdu, ancak bu cesareti hızla görevden alınarak yerine başka bir ağa atanması sonucunu doğurmuştu. Yeni ağa, Yusuf Paşa’nın padişahın emrini derhal yerine getirmesi şaşırtıcı değildir.
Bu sayede “ağa çırağı” adıyla yeni bir askere alma yöntemi icat edilmiş, açılan bu yoldan çok sayıda insan Ocağa sokulmaya başlanmıştır. Türkçe konuşan Müslüman esnafın düzgün bir devşirme sürecinden geçmeden yeniçeri olabileceklerine hükmederek sistemin bozulmasının önünü açtı. Yeniçeriler Hacı Bektaş’a bağlılıkları nedeniyle, bu iki gücün ruhaniymiş gibi görünen ancak siyasi çıkar çatışmasından ibaret olan mücadelesinin ortasında kalmışlardır. Kavanin-i Yeniçeriyan yazarı bid’at diye nitelediği bu yöntemin nelere yol açacağını değinmeden geçemez.
I. Murad’ın kurduğu, II. Murad’ın güçlendirdiği kurum şimdi bir başka Murad olan III. Murad tarafından temeline bomba konulmuş oluyordu.
İşin aslı bu karar, padişahın yeniçerilere ve Bektaşi tarikatına indirmeye hazırlandığı bir dizi tutarlı önleyici darbenin ilki; tebaasının Ortodoks olmayan üyelerine yönelik bilinçli bir politik hamleydi.
Dünya görüşleri arasındaki ayrım keskinleşiyor ve sultan tüm taraflara eşit mesafede olmayı bırakarak bir taraf oluyor, onun bu hareketi yeniçerileri de taraf olmaya doğru itiyordu. Su yüzüne çıkmaya başlayan bu çatışmada gerçekten de sultanın katı Ortodoks duruşlarıyla bilinen bir ulema grubu tarafından çevrelenmiş olduğunu görmekteyiz.
Bu grubun ilk hedefi I. Süleyman ve II. Selim devirlerinin yetenekli sadrazamı Sokullu Mehmed Paşa’ydı. Sokullu’nun çevresini saran kuşatma nihayet 1579’da tamamlanmış ve grup önlerindeki en büyük engeli kaldırabilmiştir. Sokullu, bir Divan-ı Hümayun toplantısı sırasında derviş elbiseleri içindeki bir Bosnalı tarafından suikasta uğradı.
“Ulema Grubu” artık kendi gündemini yerleştirmeye hazırdı. Aşağıdaki hareketler devşirme sisteminin ortadan kaldırılmasının Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortodoks-sünni olmayan ögelerine karşı yürütülen geniş çaplı bir güç oyununun yalnızca bir parçasını teşkil ettiğini göstermeye yetiyor.
İçin için birikmekte olan rahatsızlık 3 Nisan 1589 tarihinde Osmanlı tarihinde ilk defa bir devalüasyon yapılması ve yeniçeri ulufelerinin bu ayarı düşük akçelerle dağıtılmak istenmesiyle patlak vermiştir. Üçyüz yıllık Osmanlı tarihinde ilk defa, kendilerine yapılan haksızlığın düzeltilmesini talep ederek ordu eli silahlı olarak sultanın sarayına girmiştir. Bu olay yeniçeriler için memnuniyetsizliklerini ilan etmenin yeni yönteminin başlangıcını işaret eder. Zamanla bu yöntem padişahın onlara sunduğu yemeği yemeyi reddederek ya da orta veya bölük kazanlarını kaldırarak başlatacakları bir isyan adetine dönüşecekti.
Yeniçeriler bu mücadelede kendi taraflarında olmayı, yani yeniçeri yoldaşlığını seçmişlerdi. İsyan, yoldaşlarına yönelik her türlü haksızlığa tepkilerini göstermenin yolu haline gelmişti. Kısacası 1589 ilâ 1593 arasındaki dört yıl içerisinde üç kez ayaklanmışlardı. Osmanlı hanedanı ile muhafız kulları arasındaki karşılıklı güven kaybolmaya başlamıştı.”
Haftaya devam…