Dr. Erdal Küçükyalçın’ın “Turna’nın Kalbi (Yeniçeri Yoldaşlığı ve Bektaşilik)” adlı kitabından alıntılar yaparak “yeniçeriler” konusuna devam edelim.
“Mihaloğulları ya da Malkoçoğulları gibi Osmanlılara kendi çıkarları için hizmet eden bir dizi güçlü aile ve aşiret vardı. Bunlar kendi hazineleri, kendi orduları, kendi toprakları ve yerine göre kendi amaçları olup yarı özerk hareket etmekteydiler.
Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşu dört ana sebepten ötürü diğer beylere yönelik bir hamleydi: Birincisi, kendi hesaplarına çalışan ve ganimet için akınlara katılan yarı-zamanlı akıncı ordularının aksine yeniçeriler, maaşları sultan tarafından ödenen ve yalnız sultandan emir alan tam zamanlı profesyonel askerlerdi. İkincisi, hareketli uç süvarilerinin aksine yeniçeriler piyadeydiler. Üçüncüsü, akıncıların özgür adamlardan oluşmasına karşılık yeniçeriler kul statüsündeydiler. Dördüncüsü, gazi beyler ve takipçilerinin aksine yeniçeriler ne etnik Türk ne de doğuştan Müslüman’dılar.
Osmanlı sultanları açıkça kendi etraflarında bir güç odağı, silahlı personelden oluşan bir duvar yaratmaya çalışıyorlardı. …yeniçeriler Osmanlı ordusunun kalbinde yer alırlar ve solaklar başta olmak üzere padişahın etrafını çepeçevre sararlardı.
Benzer bir şekilde Osmanlı sultanları giderek Türk ve Müslüman olmayan kadınlarla evlenmeyi seçerek çevrelerinde ikinci bir savunma hattı oluşturuyorlardı. Devşirme yöntemiyle alarak Enderun’da eğittikleri devşirme erkek çocuklarını imparatorluğun önemli görevlerine atarken, yine kendi haremlerinde yetiştirdikleri kızlarla evlendiriliyorlardı. Bu onların devlet içerisinde kendi ağlarını kurma ve koruma yöntemleriydi.
Yeniçeriler, Osmanoğulları’nın düşmanlarını olduğu kadar kendi dost ve müttefiklerini de bastırmak, sayı üstünlüğü sağlamak ve gerektiğinde tehdit etmek için kullandıkları bir araçtılar.
Yeniçeriler, kendilerine has kurallar bütününe sahip bir savaşçı topluluğuydular. Erken modern devirdeki diğer savaşçı teşkilatları gibi güçlerini disiplinlerinden ve birlik içinde hareket etmelerini sağlayan kardeşlik bağlarından, yani yeniçeri yoldaşlığından alıyorlardı.
Tüm terfi sistemi (silsile),”meritokrasi” diyebileceğimiz liyakata dayalı, yani kan bağından bağımsız olarak kişinin bireysel beceri ve başarılarına bağlı bir ilerlemeyi öngören bir sistemdi. Sıradan bir kara kollukçu neferin önündeki yolda şu basamaklar vardı (yükselen sırayla): küçük müteferrika, orta müteferrika, baş müteferrika, odabaşı, baş odabaşı, yayabaşı, baş yayabaşı, deveci, baş deveci, haseki, baş haseki, turnacıbaşı, seksoncubaşı, zağarcıbaşı, kethüda bey, sekbanbaşı. Bunlara “Ocak Ağaları”, “Sanadid-i Bektaşiyan(Bektaşi Seçkinleri)” ya da “Ağayan-ı Bektaşiyan (Bektaşi Subayları)” denirdi.
XV. yüzyılın sonlarına doğru yapılan yeni bir düzenlemeyle “ağa bölükleri” adıyla yeni bir yapı daha kurulmuştur. XVI. yüzyılın sonlarında gücünün zirvesindeyken Yeniçeri Ocağı 100 standart orta (her biri 100’er neferden ibaret 100 ortada toplam 10.000 personel, 1 sekban bölükleri ortası (her biri 50 neferden ibaret 35 bölükte toplam 1.750 personel) ve 1 ağa bölükleri ortası (her biri 50 neferden ibaret 61 bölükte toplam 3.050 personel) olmak üzere toplam 14.800 personelden oluşmuş olması kanun-u kadim gereğiydi.
…bahsi geçen bu kuralın ilk olarak III. Murad devrinde, 1574’te tahta çıkmasının hemen ardından ihlal edildiğini gösteriyor. Oğlu Şehzade Mehmed’in sünnet töreni sırasında düzenlenen şenliklere katılan esnaf ve zanaatkârlara, zorlu devşirme sürecinden geçmeden doğrudan doğruya Ocağa kabul edilmeleri emrini vermesiyle radikal bir artışa şahit olunmaktadır ki, bu sisteme indirilmiş ağır bir darbedir.
Genelde devşirme sisteminin yıkılmasından itibaren yüzyıllar içerisinde yeniçeri personel sayılarının düzenli olarak arttığına ve yüzbinler gibi inanılmaz rakamlara ulaştığına inanılır. Eğer öyle olsaydı, Vaka-i Hayriyyeesnasında neden yalnızca 6.000 yeniçerinin bulunarak idam edildiği sorusunu sormamız gerekmez mi? Ya da eli silahlı bu “serseri güruhu” iddia edildiği gibi, örneğin 200.000 kişiden oluşsaydı birkaç saat içerisinde birkaç topçu ve softa tarafından nasıl kolayca alt edilebilirdi?
Dolayısıyla genel kabulün aksine son devirde hiçbir şekilde söylendiği kadar çok sayıda aktif görevli yeniçeri olması ihtimali yoktur.
XVI. yüzyıl sonu itibariyle olgunluğa eriştiği kabul edilen Osmanlı kara ordusunun teşkilatı Kapıkulu ve Eyalet olmak üzere iki ana unsurdan oluşmaktaydı. Bu iki grubu birbirinden ayıran temel kriter ise gelirlerinin kaynağıydı. İmparatorluğun neresinde konuşlandırılmış olursa olsunlar tüm kapıkulu birlikleri doğrudan merkeze, yani yeniçeri ağasına bağlıydılar. Eyalet askerleri ise bulundukları yörenin sancak beyi yoluyla bölgenin beylerbeyine ve nihayet Anadolu ve Rumeli beylerbeyine bağlı olurlardı. Her iki tarafın genel komutası ise “serdar-ı Ekrem” sıfatıyla sadrazamın sorumluluğundaydı.
Yeniçeri Ocağı da tarihteki diğer muhafız grupları gibi kelimenin en yalın anlamıyla, başka potansiyel hükümdarlar (ve onların aileleri) üzerinde bir üstünlük teşkil etmek ve böyle kalmasını sağlamak amacıyla kurulmuş, hükümdarın şahsi korumasıyla görevli muhafız ordusunun oluşturduğu bir kurumdu.
Yeniçeri Ocağı Osmanlı ordusunun “kalb”inioluşturmaktaydı. Hem nihai varış noktalarına doğru yürürken hem de muharebe meydanında ordunun merkezinde bulunan sultanın çevresini sararlardı. Bu hareket tarzı bir yandan sultanı korumayı amaçlarken diğer yandan da onu devinimsiz kılmak, kaçmasını hatta geriye tek bir adım bile atmasını engellemek amacını gütmekteydi. Padişahın böyle bir hareketinin bir felakete yol açacağı düşünülürdü.
Yeniçeriler saldırı, yani “seğirdim” emrini aldıklarında mehter bütün gücüyle hücum marşını çalmaya başlar ve davullara giderek hızlanan bir ritimle vururlardır. Sonra sancaklar, flamalar kaldırılır ve hep birlikte bir gülbangokunurdu. Bu duaya “gülbang-ı ceng” ya da “gülbang-ı Muhammedi” adı verilirdi.”
Haftaya devam…