Dr. Erdal Küçükyalçın’ın “Turna’nın Kalbi (Yeniçeri Yoldaşlığı ve Bektaşilik)” adlı kitabından alıntılar yaparak “yeniçeriler” konusuna devam edelim.
“Oysa yeniçerilerin Hacı Bektaş-ı Veli’nin müritleri oldukları Kavanin-i Yeniçeriyan’da yer alan şu ifade ile açıkça ortaya konmaktadır: “…ve zikrolunan taifenin odalarında ve sair yerlerinde durmada ve oturmada kanun ve kaideleri Hacı Bektaş-ı Veli’nin fukarasının kullandığı kaide üzerinedir. Kaideleri mücerred olmaktır. Ve tamam ihtiyar olmayınca sakal koyvermemektir.” Bektaşilik, yeniçeri kimliğinin ayrılmaz parçasıydı. Bektaşi dervişleri Yeniçeri Ocağı’nın “Hukeşanlar Ortası” adı verilen 99.Cemaat Ortası’nda bulunurlardı.
Yine bu ortada Hacı Bektaş’ı temsilen Ocak’la ilgili her meselede söz söyleme yetkisine sahip bir Hacı Bektaş Vekili bulunurdu. Hacı Bektaş Vekilinin otoritesi yalnızca dini işlerle sınırlı olmayıp aynı zamanda Yeniçeri Ocağı’nın gelenek ve prensiplerinden oluşan Kanun-u Kadim’i korumak ve kollamaktı.
Ocak ile Hacı Bektaş’daki merkezi dergah arasındaki bağlar öylesine güçlüydü ki tarikatın ruhani lideri baba (aslında dedebaba) öldüğünde yerine geçmek üzere seçilen yeni dedebaba postuna oturmadan önce İstanbul’da Ocağı ziyarete gelmesi adetti.
Ona gösterdiği saygının bir işareti olarak yeniçeri ağası gülbanglar çekilirken Hacı Bektaş’ın adı geçtiğinde ayağa kalkardı. Ağa bu hareketi yaptıktan sonra oturabilirdi, ancak bütün yeniçeriler ve hazır bulunan tüm yeniçeri subayları ayakta dua ederlerdi.
Tekke Ortası’nın sembolü üzerine mum yerleştirilmemiş, boş bir şamdan olup Bektaşi ayinlerinde kullanılan, her bir Bektaşiyi temsil eden tüm diğer mumların kendisinden uyandırıldığı/yakıldığı “Delil” adlı muma bir atıftır. Talimhaneciler Bölüğü’nün sembolü ise bir post ve “penç” tarzı bir çiçekten ibaret olup post, ayin meydanında post sahibi olmayı, yani yolda olgunluğu temsil eder. Penç deseni ise “Penç-i Al-i Abâ”, yani Bektaşilikte kutsal sayılan ve Hz.Muhammed, Ali, Fatma, Hasan, Hüseyin’den oluşan “Kutsal Beşli”ye simgesel bir atıftır. Ayrıca bu motif tezhip sanatında diğer çiçek motiflerinden farklı olarak müzehhibin istediği yöne doğru çizmesine olanak veren yegane çiçek olarak bilinir. Bu da Tamirhaneciler’in yeniçerileri eğitim yoluyla şekillendirme işlevlerinin simgesel temsilidir.
Bektaşi, Hacı Bektaş-ı Veli’nin ve Makalat’ında yer alan Dört Kapı, Kırk Makam prensibinde kristalize olan öğretisinin takipçisi olan kişidir. Bektaşi olan yeniçeriler de bu kurala bir istisna teşkil etmezler. Yol, bir Bektaşi terimi olarak bireyin yukarıda bahsi geçen dört kapıdan geçerek yaptığı ruhani yolculuğu anlatır. Yol Bektaşiliğin ta kendisidir. Yola girmek yoldaş olmaktır.
Gerçekten de Kavanin-i Yeniçeriyan’ın yazarı yeni gelen aceminin odasının eskileri tarafından artık yoldaş olarak tanındığını göstermek üzere odanın sofasında düzenlenen ikrar ayinine işaret etmektedir. Bu törenle saygın bir yeniçeri olarak kabul görmeye ve yoldaşlığın tüm ayrıcalıklarından faydalanmaya hak kazanmıştır. Talip, kendisini kurbanlık bir koyun olarak sunmakta ve bu yolla fiziksel ölümünden önce nefsanî ölümünü kucaklamaktadır.
Talip kurban edilmek ve törenden sonra yapılacak ziyafette yenilmek üzere bir koyun getirir. Koyunun yünü eğrilip ip yapılır ve “tığbend” (kılıç bağı) adı verilen bir çeşit bağ hazırlanır. İhtiyarlar teker teker Meydana girerek odadaki yerlerini alırken Rehber talibi yan odada hem ruhsal (törenin aşamalarını, talibin yapması gerekenleri ve adabı anlatarak) hem de fiziksel olarak (su dökerek abdest almasına yardımcı olmakla) törene hazırlar.
Sonra rehber talibi odanın kapısına getirir. Girişte ikisi birlikte dizlerinin üzerine eğilerek eşiği öperler. Eşik, “Ben ilim şehriyim, Ali de onun kapısı” hadisine dayanarak kutsal addedilir. Dolayısıyla bir odaya girerken eşiğe basmak neredeyse bir günah kabul edilir.
Talip odaya rehberiyle, çıplak ayakla ve beyaz bir kefen içinde boynunda (getirdiği koyunun yününden yapılmış olan) bir kemer bağlı olduğu halde girer. Üç adım sonra selam verir ve mürşidin önünde peymançe dururlar. …Talip (söylenenleri) “Allah! Eyvallah! Kabul ettim!” der. Mürşit, çerağcıya yeni gelenin mumunu uyandırmasını söyler. Çerağcı “delil” adı verilen mumu alarak diğer mumları bununla yakar.
Sonra dualarla mürşit talibin tacını (arakiyye) başına yerleştirir ve kemerini boynundan alarak beline dolar, üç düğüm atar. Bu üç düğüm “elbağı” (talibin eline hakim olarak eliyle koymadığı hiçbir şeyi almayacağına, yani çalmayacağına); “dilbağı” (diline hakim olarak hiçbir surette yalan söylemeyeceğine); “belbağı” (beline hakim olarak zina yapmayacağına, şehvetine yenilmeyeceğine) olmak üzere bu üç bağ, verdiği sözün simgesidir.
Meydan bir süpürgeyle süpürgeci tarafından süpürülür ve ayin talibin getirerek kurban ettiği koyunun sunulduğu bir ziyafetle sona erer. Acemilikten böylece kurtulan yeniçeri, yol kardeşleri tarafından yoldaş kabul edilecektir. Yol, kadim geleneklerin Bektaşi ahlakıyla iç içe geçmiş olduğu bir kurallar bütününü ifade eder.
Yeniçeriler birbirlerini “yoldaş” diye çağırırlardı. …yani hiç kimse meşru bir yeniçeri olmadan “yoldaş” sayılamaz. …aynı zamanda yeniçeriler arasında tuz ekmek kullanılarak yapılan ittifak yemininin varlığına kesin kanıt teşkil etmektedir.
Bektaşi yoluna ikrar ile girerek yoldaş olmanın ötesine geçiyor ve kadim Oğuz ve fütüvvet geleneklerini sürdürerek birbirlerine duydukları sadakat ve aralarındaki ittifakı yaptıkları kılıç kuşanma töreni sırasında verdikleri yeminle perçinliyorlardı. Bu yeminle kılıç kuşanmaya talip olan kişinin “yolum yolunuz, kolum kolunuz, dolum dolunuz, dinim dininiz” diyerek ruhunu ve “Başım yolumuzda, canım uğrunuzda, malım törenizde kurban” diyerek de can ve malını artık bu kardeşliğe emanet etmiş olduğu görülmektedir.
Yeniçeri, bu kardeşliğin gereklerini yerine getirmediği takdirde, yani yoldan ayrılacak olursa ona doğrultulmuş olan kılıçla öldürülmeyi peşinen kabul ettiğini söyledikten sonra hep birlikte “Siz bir taraf, biz bir taraf!” diyerek yeniçeriler kendilerini bir “taraf” olarak ilan ediyor, kendilerinden olmayanlara karşı yoldaşlarıyla beraber saf tutuyorlardı.Yoldaş olan her yeniçeri belirli davranış kurallarına uymakla yükümlüydü. Bu kurallar bütününe Adab-ı Tarik, yani Yol Adabı adı verilmekteydi. Bu kurallara uymamak “yoldan çıkmak” anlamına gelirdi ki, bu da cezayı gerektirirdi.”
Haftaya devam…