Soyguna bir sözün yok mu ey Diyanet?

~~

Ansızın sökün eden rahmet yağmuru ile birlikte kara kış, kurşuni karamsarlığını da yanına alıp giderken, erken gelen baharın rehaveti çöküyor caddelere, sokaklara.

Şadırvan saçaklarında güneşlenen güvercinler, altına bir karton; üstüne bir çul parçası çekip kuytuda yer bulabilen ayyaşlar kendilerini mutlu sayıyor.

Keşmekeşe dönen trafiğin orta yerinde artık alışkın olduğumuz gürültü, 'karabasana' doğru yelken açıyor ruhumuzun derinliklerinde.

'Bilinçaltımıza' doğru hamle yapan cılız bir ses, 'önümüzde daha yığınla yeni kara kışlar olabileceğini' fısıldıyor kulaklarımıza.

Cilası dökülüyor tüm 'müjde' yüklü cümlelerin, makyajı akıyor 'yalancı kahkahalar' attırtmak üzere sahne almış palyaçoların.

Yine 'başa' dönüyor memleket ve 'günü kurtarma' tezleri lodosla karayel arası müzmin bir rüzgarın önünde sökün ediyor:

- "Dünyaya bakıp halimize şükredelim."

***

Oysa daha 'kapıdan' baktıran aydayız; hani şu 'canlar yaktıran' son soğukların bastırmasından bir önceki ayda.

'Bir gün önce' söylenenler, 'ertesi gün' arsız bir üslupla alelacele tekzip ediliyor.

Anlaşılıyor ki bugün söylenenler de yarın yalanlanacak, 'algı' yönetimi ile 'farklı bir şekilde' vatandaşın önüne konulacak.

Güneş ışıkları altında canlanan toprağa bakınca insanın ufku hayli genişliyor olmalı.

'Hayalin' yetişemediği yerde 'gerçeklerin' üzerini örtebilmek için anında 'din-diyanet' devreye sokuluyor.

Çok bekledik 15 yıl boyunca bir gün olsun, bir kez olsun, bir cümle olsun hutbe aralarına, vaazlara bir de 'hak-hukuk' koysunlar, çok istedik 'doğmamış çocukların' geleceği üzerine kurulan 'talan saltanatına' bir tek söz söylesinler ama nafile.

'Hırsızlık' saygın bir meslek haline geliyor, 'soygun' kurumsallaşma çağına giriyor; 'ihaleler' üzerinden 'rüşvet havuzları' oluşturuluyor, evlere istiflenen 'ayakkabı' kutularından dolarlar fışkırıyor.

Ülkede yer yerinden oynuyor, herkes kendine göre bir şeyler anlatmaya çalışıyor.

Ama 'asıl konuşması' gerekenler 'dilsiz şeytan' haline gelmiş susuyor.

***

'150 bine' yaklaşan kadrosu ile ülkenin en büyük KİT'i haline gelen Diyanet, ne yazık ki 'duruma göre pozisyon almaktan' başka bir fonksiyon ifa etmiyor.

AB ile müzakerelerin başladığı dönemde "Allah katında tek din İslam'dır" ayetini hutbelerden kaldıran, yukarıdan gelen talimatlar üzerine 'kul hakkı', 'hırsızlık' ve 'rüşvet' ile ilgili vaazlara gizlice yasak getiren Diyanet, kime hizmet ediyor?

Başkanlarının altına çekilen 'trilyonluk' makam aracının hatırına birçok şeyi 'görmezden' gelen din adamları, ya 'öz kızını' öperken şehvet duyan 'Yeni Türkiye' ürünü sapık babalara ilişkin 'pek de anlaşılmayan' bir takım cevaplar yetiştirmeye çalışıyor; yahut 'trafik meselesine' çözüme katkı sağlama babından 'kırmızı ışıkta geçmenin caiz olmadığına' ilişkin çalışmalara imza atıyorlar.

Ama çok saygıdeğer din adamlarımızın, boş buldukları her araziye 'AVM' yahut 'rezidans' yapıp 'otoparkı' es geçenlere; 'açıkları' finans için dünyanın 'en pahalı' benzinini millete reva görenlere; 'kaynağı' belirsiz ciplere kurulup komşularına 'nanik' yapanlara, kamudaki araçları sattırıp eşin dostun araç filolarını 'rent a car' formülüyle kiralayanlara; ailesine tahsis ettiği makam aracına 'tüyü bitmemiş yetim' ciğerinden kan çekenlere gıkları dahi çıkmıyor.

***

"Kanundan kaçabilir insan, ama Allah'tan kaçamaz" öyle mi?

Peki o zaman memleketi 'yağma Hasan'ın böreği' haline getirenler için Diyanet'in, birbirinden muhterem din adamlarının söyleyeceği tek bir laf yok mudur?

Bu kafadaki din anlayışına 'kırmızı kart' göstermekten başka ne yapılır?

İsrafil K.KUMBASAR