Aziz Sancar, insanlığa hizmeti ve Allah'ın halifesi olan insanı temsili şeref sayan kıymetli bir bilim adamı. Beşiktaş Ülkü Ocaklarından çıkma süzme Türk evladı. İşte “Seküler bir ülkücü”.
İşte İslam’ı sivil hayata yedirebilmiş bir Türk milliyetçisi. Seküler sistemin, nobeli bir Türk Müslümana verirken inşa ettiği hiperulus bir Amerikan milleti. Yani bireyi inancında özgür bırakan ve din dünya ayrımı yapmaya zorlamayan tüzel kurumlar ve kişinin inancıyla ilgilenmeyen özgür düşünce ortamı.
Protestan gelenekteki bir akımdan bahsetmeden edemeyeceğim. Kalvinizm; batıya kapitalizmin keşif ve arastırma ruhunun tüm dinamiklerini taşıyan akım. Dini inancı reformize eden bu gelenek yeni anlayışa göre; ekonomide başarıyı dinin mihenk taşı sayıyor. Burada rahmetli Sabri Ülgener Hoca’yı anmadan geçemeyecegim. Protestan geleneğin durmadan araştırma ve keşfetme ruhunun köklerinin dini olarak “Kişinin yeryüzünde kendisini Allah’ın halifesi olarak görmesi ve yeryüzünü bir halife olarak tanzim etme ihtiyacı hissetmesi “ kalvinizmin Sabri hoca aracılığıyla tanıdığımız ruhudur. İşte üretmenin kişiyi Allah’a yaklaştırması inancı batının dinamizmini oluşturuyor bugün Max Weber’e göre. Daha sayamayacağımız nice iş disiplini bir inanç meselesi haline gelince ve aradan aracı ruhban sınıf Lutheryan reformlarla defedilince, kişi günlük iş hayatında Tanrı ile baş başa kalıyor ve bu onu bir o kadar dikkate sevk ediyor. İşin bir yönü bu. Amerika’yı Amerika yapan kalvinist- protestan gelenek de buradan besleniyor Weber’in öngörüsüne göre.
Cemil Meriç’te yine batının üretim ruhunu kıyaslarken şu örnekten söz ediyor. Matematik ilk çağlarda Hint coğrafyasında biliniyordu ancak sayı düzeyindeydi. Batıysa bu matematiğe dinamik keşif ruhunu katarak muhasebeyi geliştirdi. Matematiğin muhasebeye dönüşümü ise onlara çağ atlattırdı diyerek konuyu yine kalvinist geleneğe getirip koyuyor.
İşte Aziz Sancar da bu kalvinist ruhun aslında Müslüman yaşam tarzında var olduğu gerçeğini hatırlattı. Hıristiyanlık ve pagan kültüründe pazar günü tam bir istirahat günüyken, İslam, cuma günü için hem ibadet hem çalışma günü olmasıyla, uhrevi hayatla birlikte bir o kadar dünyayı arzulayan bir müslüman kodlarını veriyordu. Ancak bunun günümüz hayatında İslam’la Müslüman arasında giderek artan bir makas açıklığını gözler önüne serdiği şüphesiz.
Aziz Sancar kimya Nobel ödülü almasıyla beraber zihnimde şu sözler canlandı: “İşleri var dinimiz gibi, dinleri var işimiz gibi” diyen Mehmet Akif, Aziz hocanın niçin bir cevher olarak bu topraklarda barınamadığını açıklıyordu.
Tabi burası Türkiye burada mensubiyet liyakattan önce gelir, burası ideolojik hesaplaşmaların bilimin önüne geçtiği bir ülke. İdeolojiniz ürettiklerinizden önce gelir bu topraklarda. Şarkın genel bir zihin problemidir bu. Batı bireyi toplumun önüne çekerek bu problemi kısmi olarak çözdü denebilir, yani kapalı toplumdan açık topluma, kolektivist anlayıştan individualist( bireyci) anlayışa dönüşüm mensubiyeti ikinci plana attı. Tabi bu dönüşümde akıttıkları kan, kendi iç hesaplaşmaları onlara çok şey öğretmiş görünüyor.
Neden ülkücü olduğunu belirttim, gelelim bu sorunun cevabına...
İslam için Ehliyet yani liyakat mensubiyetten önce gelir, şark zihniyetinin tam tersi. Onun için Aziz Sancar’ı anlatırken önce bilim adamı sonra ülkü ocaklı diyerek yazdım. Aslında ülkücü olması ya da ideolojisi için yazmadım bunu, sadece sistemli bir planın küçük bir kısmını hatırlatmak istedim.
Bugün inşa edilen Ortadoğu ve Türkiye üzerinden dünyaya, müslüman olanların ablak yüzlü, cahil, işgali hak eden, bilimden uzak, moderniteyle ve aydınlanmayla alakası olmayan bir barbar ordusu havası veriliyor.
Ortadoğu’ya bu hava verilebilir ancak bu durum Türkiye üzerindeki müslümanları aslen hedef alıyor. Türkiye üzerinde yaşayan herhangi bir müslüman grup değil söz konusu olan. Hedef Türk milliyetçisi olan müslümanlar. Onların direncinin kırılması yeni inşa edilen Ortadoğu’nun çok daha etkin, pürüzsüz, hızlı ve kusursuz bir küresel kapital üs olmasını sağlıyor.
Bu yüzden on iki senedir Türk milliyetçilerinin tarih algısı üzerine gidiliyor. Türk tarihi için ''Efendim ne olmuş,onlar anadoluyu işgal etmiş barbar bir ordudur, ne teknoloji ne de estetik bilmezler aynı zamanda cumhuriyet değerleri de sorgulanmalıdır. Ulus devlet yerini federal devlete bırakmalıdır.'' propagandası ile etnik mahalli , yerel kültürlerin öne çıkarıldığı, Türk kimliğini yerle bir etme çabası görülüyor buna aynı iddiayı güçlendirmek için cihadcı selefi- vehhabi anlayışla, İslam’ın estetikten, mimariden, sanattan, kültürel donelerden kopuşu Türkiye'deki diyanet ve tarikatlar üzerinden bu plana eklemleniyor.
Artık Geride Türk tarihi yerle bir edilmiş, deforme edilmiş İslam ise Ortadoğu’nun siyasal kalıplarıyla niteliksizleştirilmiş bir din olarak yerini alıyor.
Bu yerle bir edilmiş Türk İslam hareketi yerini alternatif küresel sistemle uyumlu ,modern ve laik bir üsse bırakıyor. Detaylara girmeyeceğim, Işid vb örgütler, bu yeni modern laik hareketi dünyaya karşı sunmak için hazırlanmış gruplar olarak görev üstleniyor.
İşte bu konjonkktürel boşluğu Ortadoğu’da dolduracak "Modern Laik Kürt Hareketi" (!) böyle inşa ediliyor. Işid gibi örgütlere karşı ayn el arabı kurtarmış, Türk demokrasi eksiklerine karşı, demokrasiyle uyumlu havasını sırtına takmış, yerle bir edilen ulus devlet yerine ilk federatif yapının önünü açmıs, ardından otuzbeş etnik unsur için bir rol model olmuş pankürdizmin son halkası Hdp ve Pkk olarak karşımıza çıkıyor.
Bu yeni yapı sanatla, sinemayla, müzikle, felsefeyle, sosyolojiyle bilimin hemen birçok estetik tarafıyla bir platform oluşturmaya çalışıyor. Kim bu camiadan bir başarı gösterse başarısıyla değil kimliğiyle öne çıkarılıyor. Hemen aidiyet halkası etnik olarak sorgulanıyor, inançları aldığı ödülden çok propaganda yapıyor. Aziz Sancar'a da bir çok yayın organı bu heyecanla gitti hemen mikrofonlar uzatıldı. Mardinliydi, Hdp’lilerle akrabalığı vardı. Bbc ve nice yayın organı "Kürt müsünüz yoksa Arap mı ?" sorularıyla biraz önce anlattığım yeni sürece bir malzeme daha çıkıyor fikriyle sordukları soruların hemen hepsine alışılmadık cevaplar aldılar. Önce Türk'üm dedi Aziz Sancar. Sonra Atatürk ve bilimi işaret etti ve devam etti. Bu eğitimi Mardin’den çıkarak geldiğim İstanbul’da fırsat eşitliği temelinde, tüm yurttaşlarla yarışabileceğim bir ortamda aldım. Türkiye’de isteyen herkes her yere gelebilir, mesajını hatırlattı bize ve bunun için etnik aidiyet, mezhebi mensubiyet değil yalnız yurttaş olmamızın yeterli olduğu sonucunu çıkarmamıza sebep oldu.
Velhasıl kelam dostlar yıkılmak istenen Türk İslam kalesinin beşiğine çarptılar. Beşiktaş Ülkü Ocaklarına, yani bu topraklarda belki de son savunma kalesine çarptılar. Beklenen cevapların hiçbiri alınamadı. Kameralar döndü mikrofonlar sustu, medya ana akım dışında sus pus oldu. Çünkü o "Bu millet bu millet işte bir millet" diyerek meçhule sürüklenen bu topraklara adını koydu. Türk Milleti, Türk Devleti dedi. Bu topraklarda bu medya Aziz Hocanın kimliğini sorgulamayı bırakıp, Türk vatandaşı olan herkesin Türk olduğu ön kabulüyle meseleye yaklaşmadıkça, yerel kültürlerin bir millete aidiyeti baltalamayacağını öğrenmedikçe ve dahi Aziz hocanın ne ürettiği daha çok konuşulmadıkça plan işliyor demektir. Aziz hoca’dan alınacak çok ders var ancak unutmamamız gereken bir de pişmanlık :
"Ben gittim imkanlardan dolayı dönemedim ama siz dönün..."
İşte İslam’ı sivil hayata yedirebilmiş bir Türk milliyetçisi. Seküler sistemin, nobeli bir Türk Müslümana verirken inşa ettiği hiperulus bir Amerikan milleti. Yani bireyi inancında özgür bırakan ve din dünya ayrımı yapmaya zorlamayan tüzel kurumlar ve kişinin inancıyla ilgilenmeyen özgür düşünce ortamı.
Protestan gelenekteki bir akımdan bahsetmeden edemeyeceğim. Kalvinizm; batıya kapitalizmin keşif ve arastırma ruhunun tüm dinamiklerini taşıyan akım. Dini inancı reformize eden bu gelenek yeni anlayışa göre; ekonomide başarıyı dinin mihenk taşı sayıyor. Burada rahmetli Sabri Ülgener Hoca’yı anmadan geçemeyecegim. Protestan geleneğin durmadan araştırma ve keşfetme ruhunun köklerinin dini olarak “Kişinin yeryüzünde kendisini Allah’ın halifesi olarak görmesi ve yeryüzünü bir halife olarak tanzim etme ihtiyacı hissetmesi “ kalvinizmin Sabri hoca aracılığıyla tanıdığımız ruhudur. İşte üretmenin kişiyi Allah’a yaklaştırması inancı batının dinamizmini oluşturuyor bugün Max Weber’e göre. Daha sayamayacağımız nice iş disiplini bir inanç meselesi haline gelince ve aradan aracı ruhban sınıf Lutheryan reformlarla defedilince, kişi günlük iş hayatında Tanrı ile baş başa kalıyor ve bu onu bir o kadar dikkate sevk ediyor. İşin bir yönü bu. Amerika’yı Amerika yapan kalvinist- protestan gelenek de buradan besleniyor Weber’in öngörüsüne göre.
Cemil Meriç’te yine batının üretim ruhunu kıyaslarken şu örnekten söz ediyor. Matematik ilk çağlarda Hint coğrafyasında biliniyordu ancak sayı düzeyindeydi. Batıysa bu matematiğe dinamik keşif ruhunu katarak muhasebeyi geliştirdi. Matematiğin muhasebeye dönüşümü ise onlara çağ atlattırdı diyerek konuyu yine kalvinist geleneğe getirip koyuyor.
İşte Aziz Sancar da bu kalvinist ruhun aslında Müslüman yaşam tarzında var olduğu gerçeğini hatırlattı. Hıristiyanlık ve pagan kültüründe pazar günü tam bir istirahat günüyken, İslam, cuma günü için hem ibadet hem çalışma günü olmasıyla, uhrevi hayatla birlikte bir o kadar dünyayı arzulayan bir müslüman kodlarını veriyordu. Ancak bunun günümüz hayatında İslam’la Müslüman arasında giderek artan bir makas açıklığını gözler önüne serdiği şüphesiz.
Aziz Sancar kimya Nobel ödülü almasıyla beraber zihnimde şu sözler canlandı: “İşleri var dinimiz gibi, dinleri var işimiz gibi” diyen Mehmet Akif, Aziz hocanın niçin bir cevher olarak bu topraklarda barınamadığını açıklıyordu.
Tabi burası Türkiye burada mensubiyet liyakattan önce gelir, burası ideolojik hesaplaşmaların bilimin önüne geçtiği bir ülke. İdeolojiniz ürettiklerinizden önce gelir bu topraklarda. Şarkın genel bir zihin problemidir bu. Batı bireyi toplumun önüne çekerek bu problemi kısmi olarak çözdü denebilir, yani kapalı toplumdan açık topluma, kolektivist anlayıştan individualist( bireyci) anlayışa dönüşüm mensubiyeti ikinci plana attı. Tabi bu dönüşümde akıttıkları kan, kendi iç hesaplaşmaları onlara çok şey öğretmiş görünüyor.
Neden ülkücü olduğunu belirttim, gelelim bu sorunun cevabına...
İslam için Ehliyet yani liyakat mensubiyetten önce gelir, şark zihniyetinin tam tersi. Onun için Aziz Sancar’ı anlatırken önce bilim adamı sonra ülkü ocaklı diyerek yazdım. Aslında ülkücü olması ya da ideolojisi için yazmadım bunu, sadece sistemli bir planın küçük bir kısmını hatırlatmak istedim.
Bugün inşa edilen Ortadoğu ve Türkiye üzerinden dünyaya, müslüman olanların ablak yüzlü, cahil, işgali hak eden, bilimden uzak, moderniteyle ve aydınlanmayla alakası olmayan bir barbar ordusu havası veriliyor.
Ortadoğu’ya bu hava verilebilir ancak bu durum Türkiye üzerindeki müslümanları aslen hedef alıyor. Türkiye üzerinde yaşayan herhangi bir müslüman grup değil söz konusu olan. Hedef Türk milliyetçisi olan müslümanlar. Onların direncinin kırılması yeni inşa edilen Ortadoğu’nun çok daha etkin, pürüzsüz, hızlı ve kusursuz bir küresel kapital üs olmasını sağlıyor.
Bu yüzden on iki senedir Türk milliyetçilerinin tarih algısı üzerine gidiliyor. Türk tarihi için ''Efendim ne olmuş,onlar anadoluyu işgal etmiş barbar bir ordudur, ne teknoloji ne de estetik bilmezler aynı zamanda cumhuriyet değerleri de sorgulanmalıdır. Ulus devlet yerini federal devlete bırakmalıdır.'' propagandası ile etnik mahalli , yerel kültürlerin öne çıkarıldığı, Türk kimliğini yerle bir etme çabası görülüyor buna aynı iddiayı güçlendirmek için cihadcı selefi- vehhabi anlayışla, İslam’ın estetikten, mimariden, sanattan, kültürel donelerden kopuşu Türkiye'deki diyanet ve tarikatlar üzerinden bu plana eklemleniyor.
Artık Geride Türk tarihi yerle bir edilmiş, deforme edilmiş İslam ise Ortadoğu’nun siyasal kalıplarıyla niteliksizleştirilmiş bir din olarak yerini alıyor.
Bu yerle bir edilmiş Türk İslam hareketi yerini alternatif küresel sistemle uyumlu ,modern ve laik bir üsse bırakıyor. Detaylara girmeyeceğim, Işid vb örgütler, bu yeni modern laik hareketi dünyaya karşı sunmak için hazırlanmış gruplar olarak görev üstleniyor.
İşte bu konjonkktürel boşluğu Ortadoğu’da dolduracak "Modern Laik Kürt Hareketi" (!) böyle inşa ediliyor. Işid gibi örgütlere karşı ayn el arabı kurtarmış, Türk demokrasi eksiklerine karşı, demokrasiyle uyumlu havasını sırtına takmış, yerle bir edilen ulus devlet yerine ilk federatif yapının önünü açmıs, ardından otuzbeş etnik unsur için bir rol model olmuş pankürdizmin son halkası Hdp ve Pkk olarak karşımıza çıkıyor.
Bu yeni yapı sanatla, sinemayla, müzikle, felsefeyle, sosyolojiyle bilimin hemen birçok estetik tarafıyla bir platform oluşturmaya çalışıyor. Kim bu camiadan bir başarı gösterse başarısıyla değil kimliğiyle öne çıkarılıyor. Hemen aidiyet halkası etnik olarak sorgulanıyor, inançları aldığı ödülden çok propaganda yapıyor. Aziz Sancar'a da bir çok yayın organı bu heyecanla gitti hemen mikrofonlar uzatıldı. Mardinliydi, Hdp’lilerle akrabalığı vardı. Bbc ve nice yayın organı "Kürt müsünüz yoksa Arap mı ?" sorularıyla biraz önce anlattığım yeni sürece bir malzeme daha çıkıyor fikriyle sordukları soruların hemen hepsine alışılmadık cevaplar aldılar. Önce Türk'üm dedi Aziz Sancar. Sonra Atatürk ve bilimi işaret etti ve devam etti. Bu eğitimi Mardin’den çıkarak geldiğim İstanbul’da fırsat eşitliği temelinde, tüm yurttaşlarla yarışabileceğim bir ortamda aldım. Türkiye’de isteyen herkes her yere gelebilir, mesajını hatırlattı bize ve bunun için etnik aidiyet, mezhebi mensubiyet değil yalnız yurttaş olmamızın yeterli olduğu sonucunu çıkarmamıza sebep oldu.
Velhasıl kelam dostlar yıkılmak istenen Türk İslam kalesinin beşiğine çarptılar. Beşiktaş Ülkü Ocaklarına, yani bu topraklarda belki de son savunma kalesine çarptılar. Beklenen cevapların hiçbiri alınamadı. Kameralar döndü mikrofonlar sustu, medya ana akım dışında sus pus oldu. Çünkü o "Bu millet bu millet işte bir millet" diyerek meçhule sürüklenen bu topraklara adını koydu. Türk Milleti, Türk Devleti dedi. Bu topraklarda bu medya Aziz Hocanın kimliğini sorgulamayı bırakıp, Türk vatandaşı olan herkesin Türk olduğu ön kabulüyle meseleye yaklaşmadıkça, yerel kültürlerin bir millete aidiyeti baltalamayacağını öğrenmedikçe ve dahi Aziz hocanın ne ürettiği daha çok konuşulmadıkça plan işliyor demektir. Aziz hoca’dan alınacak çok ders var ancak unutmamamız gereken bir de pişmanlık :
"Ben gittim imkanlardan dolayı dönemedim ama siz dönün..."