(Yazım uzun gelebilir! Bu bir aşk, şevk ve iştah meselesidir. Ben beğeni alsın diye yazmıyorum. Ben Türk'ün vatanı, namusu tehlikede olduğu için yazıyorum. Yazılarıma hasta hasta saatlerimi veriyorum, lütfen alt tarafı 3-4 dakika, sabırla okuyunuz)
Yazıma başlamadan önce bütün ülkü ocakları Başkanlarına sesleniyor ve kendilerine diyorum ki;
Sizler gencecik yaşlarınızda büyük bir sorumluluk ve vebal altındasınız!
Sizler, Türk milleti için o kadar önemlisiniz ki her biriniz birer imân âbidesi olup, Türk'ün istiklâl ve istikbâl mücâdelesinin yılmaz savaşçılarısınız!
Sizler, Türk'ün iman ve inanç ordularının kumandanlarısınız!
Her ülkü ocağı bir eğitim kışlası, sizler ise o kışlanın eğitim subaylarısınız!
İçinde bulunduğumuz bu karanlık durumdan sizlerin üstün sadakat ve kabiliyetleriniz sayesinde kurtulacağız!
Sizler, siyâsilerin kör ihtiras ve kısır çekişmelerinin içinde olmamalısınız ve sizlere emredici olan mutlak güç; DOĞRULAR- TARİH ve TÜRK MİLLETİDİR!
VE ŞİMDİ ASIL KONUYA DÖNELİM!
Herkim ki kendi kirli ihtirasları, dünyalık beklenti ve gizli karanlık maksatları için;
Türk milletinin gelecek ümidi,
Irz, namus ve vatan bekçileri,
Türk'ün akyuvarları, koruyucu bağışıklık sistemi,
Türk'ün ayakta ve dik durmasını sağlayan omurları ve omurgası olan ülkücü gençliğin arasına dışarıdan veya içeriden EVET- HAYIR meselesi üzerinden fitne sokmaya çalışıyor ise, bilinmelidir ki o insan puşttur, alçaktır, kanı bozuktur ve dahası yüzüne necaset atılacak kadar şerefsizdir.
Önümüzde bir Anayasa Referandumu var!
Ülkücü her şeyden önce okuyup araştıracak!
iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan, selâmeti felâketten ayırmasını bilecek!
Bunları bilecek ve Başkanlığa HAYIR OYU VERECEK!
Ülkücü kimsenin ağzına bakıp, dolduruşuna gelmeyen insandır!
ÜLKÜCÜLÜK MAKAMI, FENA- FİL VATAN OLMAKTIR
Tasavvufta dört makam vardır.
Bir de sadece ülkücülere has olan bir makam daha vardır ki bu makam, ''vatanda yok olmanın'' adı olan ''FENA- FİL VATAN'' dır. Bu makama vasıl olmak her baba yiğidin harcı değildir.
Bu makam, son kırk küsur yıldır sadece ülkücülerin erişebildiği bir müstesna makamdır.
İnsanı ‘’FENA- FİL- VATAN’’ mertebesine yükselten bu davanın adı Ülkücü Davadır.
ÜLKÜCÜLÜK, ÜLKÜCÜLERE YENİDEN ANLATILMALIDIR!
Burada yazdıklarım, sık sık dava adamlığından söz edip, birilerinin ellerine tutuşdurdukları kavala üfleyerek, bu davanın gerçek dert ve çile ehli gönül adamlarına çobanlık yapmaya kalkışanlara ithafımdır
BU DAVA NİCEDİR DİYE SUAL EDİLECEK OLURSA;
BU DAVA;
Gönül ve Hâl ehli olup, Türklük ve İslam ateşiyle yanıp Kavrulan, Hakk`a sevdalı rütbe beklemeyen, dünyaya meyledip ikbal kovalamayan, evliyalar coğrafyası Anadolu’nun her taşına sevdalı, her karış toprağına vurgunların dilinde türkü, gönlünde muhabbet, yüzünde tebessüm, ciğerinin derinliklerinde tarifi imkansız olan ulvi bir sızıdır!
BU DAVA;
Yunus gibi "gel gör beni aşk neyledi" diyerek yananların, Ertuğrul gibi gazilerin davasıdır!
BU DAVA;
Buram buram Türklük kokan HOCA AHMET YESEVİ`NİN Türkistan yeli, HAZRETİ MEVLANA`NIN, insan sevgisiyle tutuşan gönlünün muhabbet ateşi, beş bin ülkü şehidinin kana kana içtiği şahadet pınarıdır!
BU DAVA;
Serden / Anadan / Yardan / Kardeşten / Dünya ve içindekilerden vazgeçerek; vatan, din ve namus uğruna vatanda yok olabilen (FENA- FİL- VATAN OLAN) soylu ve asil insanların davasıdır /
BU DAVA;
İlahi aşkın gönüllerde tecellisiyle, SIRAT-I MÜSTAKİM çizgisinde olup, büyük bir ihlâsla "yılanın gömleğinden sıyrılışı misâli" dünya sevgisinden sıyrılarak, TÜRKLÜK ŞUURUNDAN hareketle, devletin ve milletin bekası uğruna verilecek kutsal mücadele esnasında karşılaşılacak çile ve mûsibetlere karşı gösterilecek sabrın ve bu uğurda içilmesi mukadder olan ŞEHADET ŞERBETİNE duyulacak sonsuz bir muhabbetin ifadesidir...
BU İFADELERİM;
Vatan, millet, din ve devlet uğrunda vermiş olduğumuz 5000 ülkücü şehidimizin ruh hallerinde gizlidir.
Darağaçlarında can veren Pehlivanların – Duracıkların- Bektemurların- Kerselerin şehadetlerinde saklıdır.
Özmenem, İmamoğlu ve Önkuzuların mezar taşlarında kitâbeleşen bir devrin öyküsüdür...
Rahmetli Başbuğumuz, muhterem insan merhum ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN deyimiyle bu dava, bir “GÖNÜL SEFERBERLİĞİ”DİR.
İfade edilen gönülden maksat, kanı pompalamaya mahsus bir et parçası olmayıp; yerlere, göklere ve 18 bin âleme sığmayan O`en büyük olan ALLAH’IN (c.c) tek sığdığı ve sevgisiyle tecelli ettiği ilahi tecelligâh olan, yaratılmışlar içinde yalnız insanlara mahsus kılınmış iç âlemidir...
Cenab- ı Alla, bir ayeti Kerimesinde "BİZ İNSANLARI EN GÜZEL ŞEKİLDE YARATTIK" diye buyurmaktadır.
Her Ülkücü, doğuştan insana bahşolunan bu güzelliği muhafaza etmek mecburiyetindedir.
Her Ülkücü HAKK ERİ olduğunun, Türk âleminin ve ezilen milletlerin Kurtuluşuna vesile olacak yegâne ümit ışığı olarak Kabullenildiğinin farkında olup, bu şuurla kendini yetiştirerek, olgunlaşıp Kamilleşmelidir....
Hakk erlerinin hayatları, mücâdelesi, çektiği çile ve meşakkatleri birbirinin tıpkısıdır. Hatta düşmanları hep aynı olacağındandır ki düşmanın onlara karşı olan taarruz metotları da hep aynıdır, bir farklılık arz etmez...
HER BİR ÜLKÜCÜ ŞUNU ÇOK İYİ BİLİP VE DE UNUTMAMAK ZORUNDADIR Kİ;
Sırf vatansız ve Türk düşmanı komünistlerin devlet içinde mevzilenmelerine karşı mücadele ettiklerinden dolayı 1944 ün 3 Mayısında haklarında açılan düzmece bir Türkçülük- Turancılık davasıyla Alparslan Türkeş, Hüseyin Nihal Atsız ve arkadaşları, 500 Vatlık ampullerin altında kendilerine yapılan insanlık dışı vahşete varan işkencelere, sarsılmaz bir iman ve insanüstü bir iradeyle göğüs gerip nasıl sarsılmamışlar ise....
Abdülkadir Billurcular, Osman Yüksel Serdengeçtiler, Dündar Taşerler, Necdet Sançarlar, Seyit Ahmet Arvasi ve Necdet Sevinçler nasıl ki fikir çilesi çekip akrebin kıskacında yoğruldukları halde; Namık Kemal`in Hürriyet Kasidesinde yazdığı,
"Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin,
Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten" mısralarında ifadesini bulan asil bir ruhla susmayıp, yılmadan, KÜRŞAT'A nazire yaparcasına kılıç gibi kullandıkları kalemleriyle küfrün sarayına saldırmaktan bir an olsun geri adım atmadılarsa....
Ahmet Kerseler, Selçuk Duracıklar, Cengiz Bektemurlar, Halil Esendağ ve diğerleri, 12 Eylül denen ZULMÜN DARAĞAÇLARINDA, Allah ve Resulüne bir an evvel Kavuşabilmenin aşk, feyz ve muhabbetiyle, boyunlarına geçirilen yağlı urganların halkalarından son kez bakabildikleri semada, kendilerini karşılamak için uçuşan Bedir`in , Çanakkale`nin, Sakarya`nın şehitlerinin mübarek ruhlarına gülümseyerek, LÂ İLAHE İLLALLAH sedalarıyla son bir kez el sallayabilmişlerse....
İşte bu mübarek insanlarımızın yaşamış oldukları bunca cefaya, ezaya ve maruz kaldıkları işkencelere karşı gösterdikleri sabır, tahammül ve rızalarının temelinde; Türklük şuuru ve sarsılmaz bir İslam imanı mevcuttu.
İMAN!
İMAN!
İMAN!
1980 öncesi Ülkücülerinin, canlarıyla, gençlikleriyle, mallarıyla velhasılı varlık adına neleri varsa her şeylerini feda ederek ortaya koydukları gayreti, asalet ve imanı; bugünün ÜLKÜCÜ GEÇİNENLERİ, MİLLİYETÇİLİK TASLAYAN YAYLACI GRUPLARI, SİYÂSET BEZİRGÂNLARI, İKBÂL TAKLACILARI, YAĞCILAR, YAĞDANLIKLAR laf kalabalığı ile geçiştiremezler...
Söz de bilir kişi edasıyla her akşam TV. ekran ve kanallarından lağım gibi akarak, zihinleri bulandıran aşağılık aydın bozuntuları, bu günün Akıncıları, Serdengeçtileri, Kuvayı Milliyecileri, Allah ve Resulünün davasının davacıları olan Ülkücülerin aleyhinde bir tek söz dahi söyleyemezler. Bu gibilerin her kelimeleri, Kuduz Köpeğin salyası Kadar iğrençtir!
Ülkücülerin çilesi bir imtihandan ibarettir. Zaten Allah(c.c), sevdiği kulunun manevi Mertebesini yükseltmek için onu böylesi çileli imtihanlardan geçirir.
NOT:
Bundan sonra; ülkücü fikriyatın yücelmesi, toplumun gönlünde yer bularak ölümsüzleşebilmesi uğruna ömrünü bu yola adamış, dünyaya meylederek siyâsi ikbâl kovalamamış gerçek gönül ve hal ehli dava adamlarına karşı, sıradan, basit, cıvık cıvık yağ damlayan, kahve ağzından farksız sözler sarf edip, yorumlar yazmadan evvel azıcık düşünelim ve lütfen terbiyemizi takınalım (Varsa tabii ki)
ÜLKÜCÜ DAVA;
Mübarek nurani anaların kucaklarında belenip, emzirdiği helâl süt ile terbiye edilmiş, Allah, vatan, Türklük sevdasıyla yanıp kavrulan asil ve soylu insanların hayat hikâyesidir.
DAVADAN TAVİZ YOKTUR!
Son yıllarda, ülkücü davayı Başbuğumuz ALPARSLAN TÜRKEŞ'İN çizmiş olduğu rotanın ''TÜRK- İSLÂMIN FİKRİNİN'' dışında başka başka yollara saptırmak isteyenlere asla taviz vermeyelim ve davamıza sahip çıkarak, bu gibilerin ülkücü dava üzerindeki oyunlarını mutlaka bozalım.
Ülkücü davayı saldırılardan koruyabilmenin tek yolu;
Davayı önce kendi şahsımızda yaşayarak canlı tutmamızla mümkündür.
Davamızı, yaşayarak yaşatmalıyız.
Davalarda tıpkı canlı organizmalar gibidir!
Davaları yaşatmak için uğrunda gayret gerek.
YAŞANILAN DAVALAR ASLA YOK EDİLEMEZLER!