Türk ve dünya tarihinde yıkıcı ve köklü değişiklikler yapan 1. Dünya Savaşları içerisinde yine Türk ve dünya tarihini derinden etkilemiş olan Çanakkale Savaşları Zincirini en doğru şekilde bilmek her Türk vatandaşı için milli ve insani bir görevdir. Bu sebeple duyarlı bir Türk olarak bu savaş zincirlerini vatandaş zihninde olması gereken yere oturtmak için yıllardan beri çeşitli yazılarımı kaleme almıştım. Yeni sahip olduğum bilgiler ışığında bir başka bakış açısıyla bu konuyu yeniden ele almaya karar verdim. Ve konuda ikinci yazımla sizlerle birlikteyim.
Çanakkale Savaşları ile ilgili kütüphanemde okuduğum 20 civarındaki kitapların haricinde, daha önceden de yazdığım gibi bir çok konferansa, sempozyuma izleyici olarak katılmış, Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumlarının PDF formatlı hakemli eserlerinden, değişik kişilerin makale ve köşe yazılarından sayısını bilemediğim kadar okudum. Ayrıca büyük asker, Fevzi Çakmak ve yine efsane Süvari Kolordusu Komutanı Fahrettin Altay Paşa’nın, Büyük Komutan Kazım Karabekir’in hatırlarını ve bu savaşta bulunan birkaç kişinin daha hatıralarını okudum. Bu ünlü askerlerimizin hatıralarını kendilerinden biraz fazla bahsetmelerine rağmen diğer okuduklarıma göre daha objektif buldum.
Ayrıca Çapa Öğretmen Lisesini bitirdiğim 1976 Yılı yazında Kartal-Yalova arabalı vapur yolculuğunda Çanakkale Savaşlarında, Aslıhanlar Savaşlarında, Eskişehir Savaşlarında, Sakarya Savaşlarında ve Başkumandanlık Meydan Savaşlarında bulunan iki yaşlı gazimizle Yalova’ya kadar sohbet etme ve onların savaş hatırlarını dinleme şansına ermiştim. Tarih ilmi ve konusu benim için öğrenmekten öte ilkokuldan beri başlayan bir sevda gibiydi. O sevdamı hiç ihmal etmedim ve etmiyorum da…
Bir milletin, evlatlarına, bırakacağı en büyük miras “Tarihini en güzel şekilde öğretilmesi” değil midir? Tarihini doğru bir şekilde bilemeyen nesillerin geleceği doğru bir şekilde planlaması mümkün değildir. Bu sebeple Türk Tarihinde çok büyük öneme sahip, bir dönüm ve karar noktası olan Çanakkale Savaşını değil “Çanakkale Savaşlar Zincirini” çok iyi bilmek ve anlamak zorundayız.
Değerli okuyucular bu sebeple bu ana kadar 8 yakın köşe yazısı olarak işlediğim ve Çanakkale Savaşlar Zincirinin tam anlaşılması için yeniden günlerce çeşitli makale ve bu büyük savaş zincirini anlatan yeni yazıları inceledim. Eski hafızamı yeni bilgilerle tazeledim. Herkesin kolaylıkla anlayabilmesi için samimi bir Türk Vatandaşı olarak tarafsız değil ama dürüst bir Türk bakışı ile işin hikayesini değil de anlayışını anlatmaya çalışacağım.
Öncelikle ifade etmeliyim ki; Kendini Türk ve Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı hisseden herkes Çanakkale Savaşlarına giden yolu ve sebepleri çok iyi bilmek zorundadır. Bu aynı zamanda vatandaş ve millet olabilmenin gereğidir. Bu sebeple önceki yazılarımda değindiğim gibi Türk Osmanlı Sülalesinin yönettiği devletin muhasımları olan devletlerden geri kalmasının sebebi, sosyal medyada sıklıkla dile getirilen, Çandarlı'nın öldürülmesi(Candarlı çok güçlü bir aileye sahip ve kendi başına Venedik'le görüşme yapabilecek maddi durumu var, Edirne'de Yeniçerileri kışkırtarak tarihte ilk defa Yeniçeri isyanını teşvik edip 2. Mehmeti ikinci kere taktan indirilmesini sağlamıştı, İstanbulun alınışını hep karşı çıktı. Bizansa teslim olmaması için haber gönderildiği iddiları da vardı. Devlet kendisine yakın güçte aileleri yönetimde istemez. Çünkü onlara istediğini yaptırtmakta zorluk yaşar. Bu sebeple her yönü ile devlete hizmet için yetiştirilmiş ve güçlü ailesi olmayan kişileri ve devşirmeleri seçmiştir) devşirmelerin devlet kademelerine getirilmesi ve Yavuz Sultan Selim Han’ın Mısırdan getirdiği söylenen halife ve Ebussuut(Ebussut İstanbul doğumlu olup hiç bir zaman eşari mezhebinden olmamış Hanefi ve Maturidi yolunda büyük alimdir. Ve babası da Çorumludur. Yani adına bakılarak Arabistan'dan veya Mısırdan getirilmedi. 1545 de Şeyhulislam olmuştur) ile birlikte 2000 Eşariyye( Mısırda o dönem Henefilikte çok güçlü idi) aliminin(O devirlerde savaşı kazanan komutan kendi ülkesinin kalkınması için fethettiği topraklardan zanaatkar, alim, şair ve çeşitli dallarda kendini ispatlamış kişileri ülkesinin kalkınmasına hizmet için başkente getirir. Tıpkı Timurun Osmanlıdan, Fatihin Moradan ve Sırbistandan ve Romanyadan getirdiği gibi. Bu gelenlerin hepsi din alimi olmadığı gibi, bir çok meslek grubundan insanlara vardı. Bu gelenlerin sayısı çok daha az olmasına rağmen hiç birisi eşari alimi de değildi) gelmesi ile Maturidi’nin aklı öne alan anlayışının terkedilmesi değildir. Çünkü Türk Devleti Maturidi anlayışı hiç terk etmedi. Türk devleti itikati mezhep olarak Maturidi ve onun yolunda giden ameli mezhep olan Hanefi Mezheplerini devlet anlayışı olarak hakim kıldığı kesindir. Peki Mısır'ın fethli ile ülkemize insanlar getirildimi? Evet savaşların fiili hukukuna göre gereği yapıldı. İşin esası şöyledir:
Mısır, fethedildikten sonra Kahire Yahudilerinden seçilmiş bir topluluk ailesi, bunları mühendisler, yapı ustaları, doğramacılar, duvarcılar, taşçılar, mermerciler, demirciler ve diğerlerinden müteşekkil zanaatçılardan bir çok insan, ondan sonra da Memlük Sultanlan ile büyük beylerin neslinden gelenler, teslim olmuş bazı emir ve askerler, tanınmış tâcirler, kadılar, yüksek devlet memurları, şeyhler, âlimler, ünlüler ve ileri gelenlerden birçoğu da İstanbul'a gönderildiler ibn İyas gönderilenlerin 800 kişi veya ona yakın sayıda olduğunu yazar.
Anlaşılacağı üzere bu sürgünler, Yahudiler ve zanaatkârlar müstesna olmak üzere, Memlük devletinin diriltilmesi için girişilecek bir teşebbüsü önlemek ve Osmanlı hakimiyetini sağlam bir temele oturtmak gayesi ile yapılmıştı. Bu konu ayrı bir yazı konusu olduğu için burada kesiyorum.
Tarih ilmi, çok kapsamlı bir ilimdir ve milletlerin geleceğini etkileyen büyük bir faktördür. Bu sebeple Çanakkale Savaş Zincirlerinin kolayca anlaşılmasına katkı sağlamaya çalışacağız. Ülkeyi yöneten kadro İngiltere-Fransa-Rusya’nın 1907 de Reval'de Türk Devletinin topraklarının paylaşımında kendi aralarında anlaştıklarından haberdar olmuşlardı. Dünyanın en büyük bu üç emperyalist devletinin kıskacından kendi imkanları ile kurtulmasının mümkün olmadığını biliyordu. Bu sebeple Türkiye’ye karşı kurulan büyük ve güçlü ittifaka dahil olarak kurtulmak istiyordu. Bu büyük savaşa, güçsüz kalarak, verimli topraklarımızı koruyamaz duruma geldiğimizden dolayı, yüz yıllardır gözleri topraklarımızda olan dünya emperyalist güçlerinin mücadelenin merkezine oturtulmasından dolayı girdik.
1. Dünya Harbine girmeseydik ne olur diye düşünenlere ise cevabımız şu olacaktır. Türk Devleti 1908 İttihat Terakki kadrolarının meşrutiyetin ilanına ön ayak olmalarına rağmen tamamıyla yönetime hakim olamadılar. Ordularımızın her sınıfı(kara, deniz, jandarma, çok az olsada hava kuvvetleri) çok kötü durumda idi. Balkan Harbinde kayıralarak rütbe verilmiş subaylar, harp okulundan yetişmemiş alaylı subayların beceriksizliği ve siyasi çekişmelerin ordu içinde de zirve yapması sonucu Balkanlarda dünkü at uşaklarımızın önünde Türk Tarihinin en ağır yenilmisini almıştı. Bu sebeple Ocak 1913'ten sonra Enver Paşa alaylı ve başarısız subayları ordudan ayırarak her alanda ordunun yenilenmesi için bir çalışma içerisine girdi. Kara Ordularını o zamanın en iyi kara ordusuna sahip olan Alman Subayların, Deniz Kuvvetlerinin denizlerde o ana kadar eli bükülemeyen İngiliz Subayların, jandarmayı ise yine dünyada en iyi jandarma eğitimi veren Fransız Subayların eğitmesi için askeri danışmanlar getirtmişti. Yani Türk Devletinde hem Alman hem İngiliz hem de Fransız askeri danışmanlar ordumuzun modernleştirilmesi için ülkemizde bulunuyordu.
Bu askeri danışmanların her biri diğer ülke askeri danışmanların varlığını istemiyordu. Çünkü yıkılmasına mutlak gözüyle bakılan Türk'ün Osmanlı Sülalesinin yönettiği bu zayıf ve güçsüz devletin mirasına tek başına konmak istiyorlardı. Ülkeyi ateş çemberinden kurtarmak ve tekrar kendi ayakları üzerinde durabilecek vaziyete getirmek isteyen İttihat ve Terakki mensupları her çeşit imkanları değerlendirmek için canla başla çalışıyorlardı. Ama dünya istilacıları da bizim topraklarımızın üzerinde büyük planlar yapmışlardı. Ve bu planda da anlaşmışlardı. Dünyanın en güçlü en büyük ilk üç devleti olan İngiltere-Fransa-Rusya 1907 de Reval’de topraklarımızın paylaşımında anlaştıklarını daha önce ifade etmiştik. Bu sebeple Türkiye, İttifakın en güçlü devleti ve o zaman dünya devi olarak kabul edilen İngiltere’ye yaklaşmaya çalıştı. Bu sebeple Türkiye, Birinci Dünya Harbi öncesinde 1911-1913 tarihleri arasında İngiltere’ye birçok kez ittifak teklifinde bulundu. Ancak İngiltere, bu teklifleri tarafsızlığını bahane ederek reddetti. Daha sonra yine Hakkı Paşa Londra’ya ittifak için tekrar gönderildi. Nihayetinde 29 Temmuz 1913 tarihinde İngiltere’ye Osmanlı toprakları üzerinde büyük imtiyaz tanıyan bir ittifak antlaşması imzaladı. Bu antlaşma ile İngiltere Orta Doğu’daki nüfuzunu oldukça arttırdı ve sömürgelerini bir nebze de olsa güvence altına alabildi. Ama Boğazlar sahip olmak, sıcak denizlere inmek sevdasının çok yakın olduğuna inanan Rusya, İngiltere'nin Türkiye'yi kuvvetlendirmesine, onunla her alanda işbirliğine girmesine şiddetle karşı idi. İngiltere, o zaman asker ve buğdayına muhtaç olduğu Çar hükümetinin itirazları üzerine, bu işten vazgeçti. İngiltere, artan Alman tehlikesi sebebiyle Rusya'ya yaklaşmış, adı geçen tehlikeyi bertaraf için Türkiye'yi bile fedaya hazır olduğunu ortaya koymuştu. Türkiye ile askeri bir ittifaka kesinlikle karşı idi. Türk Devletinin toprak bütünlüğünü koruma fikri, artık İngiltere için takip edilecek bir siyaset değildi. Buna rağmen savaş çıkmadan iki ay öncesine kadar o zamanki dünyanın en büyük gücü olan İngiltere’ye müttefik olmak için üç kere daha başvuruluyor. Alman hayranı olduğu iftirası atılan Enver Paşa İngiltere’ye “İttifak yapalım ve bu ittifakı imzaladığımız gün hemen Alman askeri heyetlerini göndereyim” teklifi bile reddedildi. Bu ittifak teklifi kabul edilmeyince İngiltere’den toprak bütünlüğümüzün garantisi için teminat verilmesi isteniyor. İngiltere bunu savaştan sonra görüşürüz diyor. Yani garanti vermiyor. Çünkü topraklarımızı kendi aralarında paylaşmışlardı.
Daha önce Fransa ile ittifak için Maliye Bakanı Cavit Bey Fransa’ya gidiyor. İttifak kabul edilmiyor. Savaştan birkaç ay önce Türk Devleti, ittifak için Bahriye Nazırı Cemal Paşa’yı Fransa’ya göndermiştir. Cemal Paşa günlerce beklemesine rağmen ne başbakan, ne bakanla görüşebilmiş. Sadece hiç bir yetkisi olmayan Hariciye Nezareti Siyasi İşler Müdürü Mösyö , Dö Margarie ile görüşebilmiş. Siyasi işler müdürü ile ayaküstü görüşmede aldığı karşılık; “Müttefiklerimiz sizinle ittifaka izin vermiyor” olmuştu.
Rusya’nın özellikle boğazların üzerindeki süregelen emellerine rağmen Osmanlı Devleti, Rusya’ya da bir ittifak teklifinde bulundu. 10 Mayıs 1914 tarihinde Kırım’ın güney kıyısında bulunan Livadya’ya giden Talat Paşa’nın ittifak tekliflerine olumsuz cevap verildi. Saldırmazlık antlaşması teklifimiz de uygun bulunmadı.
Balkanlarda olacak bir savaşta saldırının İstanbul olacağı aşikar olduğundan Bulgaristan’a ittifak teklif edildi. O da kabul etmedi. Daha sonra Yunanistan’a ittifak teklif edildi onunla da ittifak yapılamadı.
Bu üç devletten talep ettiğimiz “Toprak bütünlüğümüzün garantisinin verilmesi” isteğimiz reddedilmişti. Öyle ya da böyle toprak bütünlüğümüzün garantisi yoktu. Ve savaş bizim toprakların paylaşımı için çıkıyordu. Dünyanın en büyük ilk üç devleti kendi ülke çıkarları doğrultusunda topraklarımızı kendi aralarında taksim etmişlerdi.
Çıkması muhakkak olan büyük savaşta tek başına kalmak istemeyen Türk Devleti İngiltere-Fransa-Rusya İttifakına 1911 den beri alınmayınca Almanlara ilk ittifak teklifini Eylül 1913'de yapmışlardı. Alman Büyükelçisi ve bir çok Alman askeri Türkiye’yi istemedi. Ama Alman İmparatoru II. Wilhelm, "reddetmeyin, acık kalsın demişti. Türkiye'yi pahalı bir müttefik olarak gören Almanlar ne olur ne olmaz düşüncesi ile Osmanlı hükümetine karşı oyalama politikası takip ediyorlardı. Alman ve Avusturya Genel Kurmay Başkanları, Alman Büyükelçisi Türk Ordusunun hiçbir gücü olmadığı yük olmaktan başka bir şeye yaramayacağı bahanesiyle ittifaka karşıydılar. Fakat bir çok Alman siyasiler ise Türklerin iyi teşkilatlandırıldığında çok iyi savaşacağından mutlak ittifaka alınması gerektiğini savunuyorlardı.
Avusturya'nın Sırbistan a ültimatom verdiği tarihte İstanbul'daki Alman Büyükelçisi Wangenheim, Sadrazam Said Halim Paşa'ya Almanya hükümeti namına size ittifak teklif etmiştir. Bunun üzerine Said Halim Paşa, Sultan'ın baş mabeyincisi Ali Fuat Bey'i Sultan Reşat’a göndererek ittifak için Sultan’ın onayını almıştır. Türkiye üst düzey yöneticilerinden sadece Sultan Reşat, Sadrazam Sait Halim Paşa, Meclis-i Mebusan Reisi Halil Menteşe, Dahiliye Nazırı Talat Paşa ve Harbiye Nazırı Enver Paşa bu ittifaktan haberdardır.
Hatıralarında, Almanya ile ittifak söylentilerinin bir kısım kimseler arasında 1914 Temmuz ortalarında çıktığından bahseden Halil Menteşe, Sadrazam’ın kendisine Almanya ile bir ittifak hazırlamaktayım ne dersiniz devam edeyim mi? Fikrinizi almak isterim" dediğini ve kendisinin de şu cevabı verdiğini yazar:
"İngilizler ve Fransızlar nezdindeki bütün teşebbüslerimiz neticesiz kaldığına göre, Sırf Rusya'ya karşı tedafüi olmak şartıyla Almanya ile ittifak akdine muvaffak olursanız, memlekete hizmet etmiş olursunuz demiştim" der.
Talat Paşa ise gizli ittifaka ilişkin şunları yazmaktadır: "Bu sırada Sadrazam Sait Halim Paşa bir gün sefir Ven Wangenheirn'in Almanya’nın Türkiye ile müsavi şartlar altında bir ittifak akdetmek istediğini kendisine açmış olduğunu bize bildirmek üzere Enver Paşa'yı Halil Bey’i ve beni yanına çağırdı. Bizim noktai nazarımızı sordu. Hepimiz şu kanaatte idik ki, mevcudiyetimizi muhafaza edebilmek için Türkiye'nin böyle bir Avrupa devleti ile ittifakı elzemdir. Türkiye, ancak ilim, sanat ve sanayii ve ticaret bakımından bu derece ilerlemiş bir devletin yardımı ile kendi mevcudiyetini ve terakkisini temin edebilir. Sadrazam bu meseleyi gizli tutmamızı rica etti. Henüz resmi ve muayyen teklif olmadığından diğer arkadaşlara hiçbir şey söylenmemesini istedi. Biz derhal bu teklifin bir harp tehlikesinden doğmuş olduğunu anladık. Bizim düşüncemiz, bir umumi harbin çıkmayacağı ve bu ittifaka girmekle devletimizi her türlü tehlikeden korumuş olacağı merkezinde idi” diyor.
Alman Büyük Elçisi, 28 Temmuz'da Alman Dışişlerine çektiği telgrafta, Sadrazam Sait Paşa'nın ittifaka karar verdiğini bildiriyordu. Aynı gün Alman Başbakanı Bethmann Hollweg, Wangenheim'e çektiği telgrafta, Kayzer tarafından Sadrazam'ın ittifak isteğinin kabul edildiğinden bahisle, antlaşmanın şu esaslar dahilinde yapılmasını istiyordu:
1. Antlaşmayla bağlanan her iki devlet, Avusturya - Macaristan ile Sırbistan arasındaki anlaşmazlıkta tarafsızlıklarını korumayı üzerlerine alırlar.
2. Rusya, Avusturya - Macaristan aleyhine fiilen askeri tedbirlerle müdahale ederek, Almanya’nın savaşa girmesini zorunlu kılarsa, bu husus Türkiye'nin savaşa katılması için geçerli bir sebep olacaktır.
3. savaş halinde Alman ıslah heyeti Türkiye emrinde kalacaktır. Buna karşılık Türkiye’de ıslah heyetine, Harbiye Nazırı Hazretleriyle ıslah heyeti reisi arasında doğruca kararlaştırılan esaslara dayanarak ordunun sevk ve idaresi hususunda fiili bir nüfuz vermeyi temin eder(Ordunun genel yönetiminde etkili nüfuzlu mevkilerde olacaktı).
4. Bir tehditle karşılaşacak Osmanlı topraklarını Almanya gerektiğinde silahla savunmayı taahhüt eder.
5. Her iki imparatorluğun şu andaki savaştan doğacak ihtilallere karşı korumak amacıyla imzalanmış olan bu anlaşma aşağıda imzası bulunan temsilciler tarafından imzasını takiben yürürlüğe girecek ve karşılıklı taahhütlerle 31 Aralık 1918 tarihine kadar hükmün devam ettirecektir.
6. Yukarıda tespit edilmiş olan tarihten 6 ay evvel iki taraftan herhangi biri tarafından bir ihbar yapılmadığı takdirde antlaşmanın hükmü yeniden beş sene yürürlükte kalacaktır.
7. Bu antlaşma haşmetlu Almanya imparatoru ve Prusya kralı hazretleriyle Osmanlı imparatoru tarafından tasdik edilecek ve tasdikli nüshaları imza tarihinden itibaren bir ay zarfında teati olunacaktır.
8. Bu antlaşma gizli tutulacak ve ancak akit tarafların anlaşmasıyla yayınlanabilecektir.
Bu antlaşma kabineye ancak 17 Ekim 1914 tarihinde getirildi ve Sadrazam Sait Halim Paşa, Şeyhülislam Hayri Efendi, Harbiye Nazırı Enver Paşa, Dahiliye Nazırı Talat Bey, Adliye Nazırı İbrahim Bey, Bahriye Nazırı cemal Paşa, Maliye Nazırı Cavit Bey, Bayındırlık (Nafıa) Nazırı Çürüksulu Mahmut Paşa, Ticaret ve Ziraat Nazırı Süleyman Elbüstani Bey, Posta Telgraf Nazırı Osken Efendi ve Maarif Nazırı Şükrü Bey tarafından imzalandı. Antlaşmanın 1. ve 2. maddeleri açıkça gösteriyor ki metin henüz Alman-Rus savaşı patlamadan hazırlanmış, fakat savaş başladıktan sonra hiç değiştirilmeden imzalanmıştır. I. Dünya Savaşı'na Almanya 1 Ağustos'ta katılmış, Osmanlı - Alman antlaşması ise 2 Ağustos sabahı öğleden önce" yani savaş ilanından aşağı yukarı 16-17 saat sonra imzalanmıştır. Buna rağmen Sadrazam Said Halim Paşa, Meclis-i Mebusan Encümeni huzurunda verdiği ifadede: "Evet efendim muahede harp vaktinden evveldi; müzakeratın esası daha kadimdir, ya ikinci günü haber aldık. Binaenaleyh zannedildiği gibi bu ittifak bizi muharebeye sevk etmek için yapılmış değildir" demiştir. Talat Paşa'da hatıratında antlaşmanın savaş ilanından önce olduğunu söylemektedir.
Enver Paşa Alman hayranı olduğu için hiç kimseye haber vermeden Almanya ile birlikte ittifak yaparak ülkeyi savaşa soktu diyen ve buna inanan sosyal medya tarihçilerinin utanıp utanmadığını da merak etmekteyim.
Kim neyi savunursa savunsun Türk devlet yetkililerinin vatanı ve toprak bütünlüğünü korumak adına olağanüstü gayret göstermelerine rağmen yüzyıllardır topraklarımızda gözü olanlar topraklarımızın paylaşımında kendi aralarında anlaşmışlar. Tabutumuzu hazırlamışlar bizi öldürüp tabuda koyduktan sonra çiviyi çakacaklardır. Bizi çok güçsüz ve ittifaksız bırakarak bu işi çok kolay halletmeyi planlamışlardı. Bu durum bu üç emperyalist devlet tarafından öyle planmış ve uygulama alanına sokulmya çalışılıyordu. İtildiğimiz o büyük savaşa erken katılmamak için gayret etmemize rağmen Almanya ile ittifakımız bahane edilerek üzerimize çullanılmak istenmiştir. Bunları ve Türk Tarihinin büyük dönüm noktası olan Çanakkale Savaşları Zincirlerinin öneminin çok daha kolayca anlaşılması için ne sebeple açıldığını, savaş türlerini ve bölümlerini bundan sonraki yazımızda inşallah anlatmaya başlayacağız. Dünya milletlerinin asla yenilmez, güneş batmayan imparatorluk, düveli muazzama dedikleri dünyanın en güçlü birinci devleti olan İngiltere’ ile dünyanın ikinci büyük güçlü devleti olan Fransa ve her iki devletin hizmetkarı olan devletlerin azgın dişlerinin paslı kerpetenlerle dedeleriniz tarafından damaklarıyla birlikte nasıl söküldüğünü göreceksiniz…
Selamlarımla
Tarihe ışık tutan yazılarınızı ilgiyle okuyorum. Ciddi araştırmalar sonucu kaleme aldığınız yazılar için taktir ve teşekkürlerimi sunuyorum. Devamını sabırsızlıkla bekliyorum.