Yıl 1997 Postmodern darbe döneminde, Erdoğan siyasal İslamcı oldukları için, hiç sevmedikleri Ziya Gökalp’in şiirini Siirt’te maksatlı olarak okumasına rağmen demokrasiye inancımızdan, imanımız gereği, Ülkücü, zorbanın karşısında olmalı anlayışından dolayı Erdoğan’ı savunmuştuk.
Hakkında çok büyük suçlamalar da olmasına rağmen tutuksuz yargılandı. “Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrikten” mahkemece suçlu bulunarak 28 Nisan 1998 de 10 ay cezan ve siyasal yasak alıyor. Tutuklanmıyor. Bu karar 25 Eylül 1998 de Yargıtay’ca onanıyor. Hakkında kesinleşmiş hapis kararı olmasına rağmen yine tutuklanmıyor. Ve belediye başkanlığına devam ediyor. Diğer davaları da devam ediyordu tabi. Hapis cezası çeşitli indirimlerle 4 ay 10 güne iniyor. Mahkûm olmuş ama belediye başkanlığına devam ediyor. Belediye başkanlığına devam ederken dikkat edin 28 Şubat yönetimi hâkim olmasına rağmen bugünkü gibi merkezi hükümet değil de aylar sonra Vali Erol Çakır kesinleşmiş mahkeme kararını tebliğ edebilmek için çok uğraştı. Çünkü Erdoğan tebligatı almak istemiyordu. Kesinleşmiş mahkeme kararı olmasına rağmen 6 aydır belediye başkanlığına devam eden Erdoğan’a Vali Erol Çakır hukuken belediye başkanlığı yapamayacağını bildiriyor. 26 Mart günü diğer hapishanelere göre mahkûmlar için çok rahat olan Pınarhisar Cezaevine gönderiliyor.
Hiç sıkılığı olmayan herkesin çok rahatlıkla Erdoğan’la görüştüğü bir cezaevi olduğunu herkes söylüyordu. Bu ceza ve hakkında açılan diğer davaların özüyle ilgilenmedik. Biz mazlum olarak gördük ve destekledik. Yanında olduk. 1998 yılında 24 Kasım öğretmenler günü dolayasıyla eşi Emine Hanım Beykoz’a gelmişti. Belediye tesislerine gelmişti öğretmenler ve hiç kimse yanına gitmemişti. Erdoğan’ın ceza aldığı için 28 Şubatçıların tepkisinden korkuyorlardı. Bir masada tek başına oturan Emine Hanımın yanına öğretmen eşimi yolladım. Yazıktır tek başına oturmasın dedim. Ama o zaman fikirlerini bilmemize rağmen mazlum kabul ederek yanında durduk. Türk Milletinin özelliğidir mazlum gördüğünün yanında olur. Biz de öyle yaptık…
28 Şubatçıların ağır gölgesi bulunan Türkiye’de Pınarhisar ceza evinde Erdoğan’ı ziyaret edenler. Yanlarında kameralar var. ( Hayati Yazıcı X hesabında ziyaret videosunu yayınladı.İzlerseniz nasıl bir mahkumiyet yaşadığını çok güzel öğrenirsiniz) Bir de Erdoğan’ın yaptırdığı Silivri Hapishanesini mukayese edin. Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Ümit Özdağ iki aydan fazla içeride daha iddianame ortada yok. Partililerin hapishaneye 1km mesafede kiraladıkları tarlanın sahibi sorguya alınıyor Zafer Partisine kiraladığı için. O tarladaki çadırı güvenlik görevlileri yıkıyor. Kışın soğuğunda ağaçlar arasında naylon film çekiliyor azda olsa soğuktan korunmak için ona da izin verilmiyor.
Hâlbuki bütün dünyada hukuki anlayış, insan hakları seviyesi, özgürlükler ve demokrasi yükselirken Türkiye’deki son durumlar çok daha geri gittiğinin ifadesi değil midir?
Erdoğan ve siyasal islamcıları, 28 Şubatçılara ve yandaşlarına karşı samimi zannederek haklarını savunduk. Çünkü Ziya Gökalp’in şiirini şiir olarak değil sözlerini zamana uyarlayarak birilerine karşı okuduğuna inanmamıza rağmen 28 Şubatçıların baskısına maruz kaldığı varsayımı ile mazlum olarak görmüştük. Bu yüzden müdürlük yaptığımız kurumlarda sayısızca soruşturma geçirdik. Her soruşturmada devlette hukukun işlediğini gördük. Baskılara, yıldırmalara, dayatmalara karşı direndik. Fakat siyasal İslamcıların çoğunu masanın altında gizlendiklerini görmüştük.
Gün oldu, nasıl oldu, kim sebep oldu bilinmez, Ülkücü Ahlakın gereği destek çıktığımız dünkü bizim mazlumlar iktidar oldu. Erdoğan başbakan olur olmaz, 2003 Martında, ABD askerinin mazlum, Müslüman kardeş ülke Irak’ın ABD eşkıyaları tarafından çiğnenmesi için yırtındı durdu. Akıl sahibi vekiller sayesinde teskere geçmedi. Ama ABD ve Müttefiklerinin bombardıman uçakları Türk Devletinin Havaalanlarından kalkarak İslam Coğrafyasının bombalanmasına izin verildi. İslam beldelerinde dökülen İslam kanı eline bulaşmış oldu.
2004 Yıllarında Milli Güvenlik Kurulunca FETÖ’nün cemaati tehlike olarak belirlenmesine rağmen gereği yapılmadığı gibi devletin bütün kademelerinde onları söz sahibi yaptı. 2007 de Devletimizin ve vatanımızın bekçisi TSK’ya kumpas kuran FETÖ ve ekibinin Ergenekon davalarının savcısı olduğun söylemişti. Zekeriya Öz isimli alçak savcıya zırhlı makam arabasını vermişti. TSK’nın şerefli subaylarını içeri tıktılar. Türk Silahlı Kuvvetlerinin Genel Kurmay Başkanını içeri tıkılmasına ve 200 yıla yakın ceza almasına sessiz kaldılar. TSK bağırsaklarını temizliyor dediler. FETÖ TSK’nın mahrem bilgilerine ulaştı.
2010 Yılında ölüler bile mezarlarından kalkarak oy kullansın diyen FETÖ ile her şeyin iktidarın keyfine göre hareket edebilmesi için kafalarına göre bir Anayasa yaptılar.
Oslo’da bu devletin ve milletin düşmanı PKK ile İngiltere hakemliğinde görüşüldü. Daha sonra Öcalan Alçağı, Kandil, HDP ile birlikte bizlerin ihanet süreci, onlar çözüm süreci dedikleri dönem yaşandı.Doğu ve Güneydoğuda bir çok yerleşim merkezleri PKK militanları tarafından özyönetim adı altında hendekler kazarak devletimize karşı kendi yönetimlerini kurdukları görüldü. Öcalan İtinin mektupları bir tane Türk Bayrağının olmadığı meydanlarda okundu. Utanılacak bir durum daha Çadır Mahkemeleri denen oyuncak mahkemeler kuruldu. Öcalan İtinin kararları Dolmabahçede devletin televizyonlarından okundu.
17 -25 Aralıkta çeşitli yolsuzluk ve hırsızlık tapeleri furyası ortalığa yayıldı. Dört tane bakanın yolsuzluk yaptığı gazetelerde haber yapıldı. Bakanlar görevden alındı. Bir bakan biz ne yaptıksa Erdoğan’ın emriyle yaptık. O da istifa etsin dedi. Sonra, susturuldu. 21 Ekimde Cemaat ve Muhterem Hoca Efendi dedikleri kişi 17 Aralıkta FETÖ oldu. Övülen cemaatte FETÖ terör örgütü oluyor.
2011 yılarında NATO’nun Libya’da ne iş var çıkışından birkaç gün sonra İzmir Limanından kalkan NATO gemileri Libya’nın altını üstüne getirdi. Müslüman kanı ellerine bulaşmaya devam etti.
Yine aynı yıllarda ABD ile birlikte hareket ederek Müslüman ülke Suriye’nin işgal edilmesinde etkin rol oynadı. Türk üslerinden kalkan ABD uçakları Suriye’yi bombaladı. Suriye’de iç savaş çıkmasına sebep oldu. Bunun sonucunda milyonlarca sığınmacı ülkemize gelerek ülke geleceğimiz tehlikeye atılmış oldu. Suriye’de de yüzbinlerce Müslüman kanı aktı. Bu kan da ellerine bulaştı…
2014 Ağustos ayında ve 2015 Haziran ayında 25.000yakın okul ve kurum müdürü 30.000 yakın müdür başyardımcı ve müdür yardımcısı, devletin bütün kurumlarındaki yöneticileri görevlerinden alarak kendi görüşüne uygun siyasal İslamcılarla doldurdular. Dünün mazlum görüntüsü veren kişinin yönettiği iktidar 2002 den sonra devletin bütün kurumlarına mülakat marifetiyle birçok gerçek hak sahipleri ve ehil insanlar dururken kendi parti üyelerini getirmiştir. Hukuksuzluk dizi de aştı…
15 Temmuzda yıllarca koruyup TSK’nın komuta kademelerine getirdikleri askerlerin FETÖ ile birlikte ihtilal kalkışmasını da kullanarak dünün mazlumu ülkenin tek yetkilisi haline geldi. 2016 Yılında Bahçelinin Erdoğan’a “yaptığın kanunsuz işleri yeni sistemle gel kanuna uyduralım dedi. Erdoğan 2017 yılında yılarca hakaret ederek demediğini bırakmadığı, Bahçeli, MHP ile birlikte yanlarına BBP de alarak Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini kurarak her şeye tek başına hesap vermeden karar veren kişi haline geldi. Dediğim dedik sistemin sorumsuz tek yetkilisi oldu.
Dün, mazlum görüntüsü verenlerin yönettikleri belediyelerde kimlerin neler yaptığı belli değildi. Havuz medyası dünyanın bir numaralı devletiyiz derken, muhalif gazetelerde birçok yolsuzluk ve FETÖ haberleri çarşaf çarşaf haberler yer alıyordu. Her daim seçilmişleri ağzından düşürmeyen Erdoğan, büyükşehir belediye başkanlarını ve bazı şehir belediye başkanlarını görevden affını(istifaya) istemeye zorluyordu. Ve birçok belediye başkanı istifa ettirildi. Ama yargıya gönderilmedi. Kabahatleri neydi? Yolsuzluk mu yaptılar? Haklarında hiçbir işlem tesis edilmedi.
Mart 2019 da aklına dahi getirmediği Ankara, İstanbul ve birçok büyükşehir belediye başkanlığını kaybetmesi dengeleri bozulmasını sağladı. Dünün mazlumu öncelikle İstanbul Belediye Başkanı İmamoğlu ve Ankara Belediye başkanı Yavaş’ı hedef tahtasına oturttuğu her davranıştan anlaşılmaya başlandı.
Ülkede büyük ekonomik çalkanma ve 128 milyar dolar döviz birilerine arka kapıdan satıldı iddiaları üzerine, başka adam yokmuş gibi, Yüksek Askeri Şura üyeliğine ve Hazine ve Maliye Bakanlığına getirilen damat Berat Albayrak 8 Kasım 2020 tarihinde “At izi it izine karıştı diyerek” kayın pederinin hükümetinden ayrılmak zorunda kalmıştı.
Mart 2024 Yerel seçimlerinde iktidarın büyük bir yenilgi alınması iktidar, dolayasıyla partisinin genel başkanı olan Erdoğan’ın beklemediği ve kabullenemeyeceği bir sonuçtu. Bu sebeple, dün mazlum görüntüsü veren Erdoğan, sığınmacılar ve Öcalan ile görüşme konusunda hükümete sert muhalefet eden ve oy oranı yükselen Zafer Partisi Genel Başkanı dünyanın sayılı ilim adamlarından Prof. Dr. Ümit Özdağ’ı, ve yerel seçimlerde AKP’yi ezip geçen Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş’ı hedef tahtasına oturtmuştu.
Yıl 2025 Zafer Partisi Genel Başkanı dünyanın sayılı ilim adamlarından Prof. Dr. Ümit Özdağ yatsıdan sonra Ankara’ya yemek yediği esnada lokantadan birçok polis tarafından gözaltına alınarak Antalya’da Erdoğan hakaret ettiği dolayasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı emriyle Ankara’dan kara yolu ile İstanbul Emniyet Müdürlüğüne getiriliyor. İlim adamı ve parti genel başkanı emniyet müdürlüğünde bir tahta parçasının üstünde geceyi geçiriyor. Günlerce İstanbul Emniyet müdürlüğünde tutuldu. Avukatları ile görüştürülmesine zaman zaman izin verilmedi. Günler sonra seneler önce Kayseriyle ilgili bir paylaşımından dolayı gözaltına alındıktan bir gün sonra Kayseri Emniyet Müdürlüğünün tuttuğu tutanak bahane edilerek ona suç uydurarak İstanbul Savcılığınca ifadesi alınıyor. Tutuklama istedi ile mahkemeye çıkarılıyor. İlim adamı ve Zafer Partisi Genel Başkanı kaçma ve delilleri yok etme şüphesiyle tutuklanıyor ve namlı Silivri Cezaevine gönderiliyor. İki ay olmasına rağmen hakkında iddianame hazırlanmamıştır. Dava sürecinde Merkezi hükümet ve valilikler emniyet müdürlükleri savcılıklar Prof Özdağ’ın karşısında. Ünlü Türk Profesörü ve Zafer Partisi Genel Başkanına onun deyimi ile kendisine düşman hukuku uygulandı. Onu ziyaret edebilmek için gözünüz taranarak görüşebiliyorsunuz. Pınarhisar Cezaevi nere Silivri nere değil mi? Silivri Hapishanesine göre Pınarhisar Cezaevi tatil evi sayılmaz mı?
Geçmişte mazlum görüntüsü verenler dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde görülmeyen Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi(tek adam yönetimi) öncelikle İBB ve sonra ABB’nin bir çok yetki ve gelir kaynaklarını elinden alarak onları iş yapamaz hale getirmek istedi. Devletin yerel kurumları olan muhalefetin yönettiği belediyelere devlet bankalarının kredi vermesini engellediler. Dış kredi alınmasına onay vermediler. Halkın ihtiyacı için planlanan projelerin çoğuna onay vermediler. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin belediyelerine, düşman ülke belediyesine benzer muamele yapıldığı ilgili belediye başkanları tarafından sık sık dile getirildi...
İmamoğlu ve Yavaş’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığının konuşulmasına bile tahammül edilemedi. İmamoğlu’nun yapılacak Cumhurbaşkanlığı adaylığında 23 Martta önseçime girmesi hazırlıkları aşamasında İstanbul Üniversitesinin yatay geçiş için açtığı kontenjanlara 1989 yılında Kıbrıs’ta öğrenci olan İmamoğlu kabul edilerek okulu başarı ile bitirdikten sonra yüksek lisans ta yapmıştı. İmamoğlu’nun diploması ile ilgili Cimer’e yapılan ihbar sonucunda diplomasının verildiği İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Dekanlığı işlemler hukuka uygundur. Her şey usulüne göre yapılmıştır cevap vermişti. Dekana yapılan çeşitli baskı sonucu dekan istifa etmek zorunda kaldı. İstanbul Cumhuriyet Savcılığının ısrarcı tutumu ve Erdoğan’ın İBB Başkanlığı döneminde Sağlık İşleri Dairesi Başkanlığı yapmış olan rektör( yani Erdoğan’ın eski memuru) yeni komisyon kurarak diplomayı araştırarak diplomanın usulüne uygun olmadığını bahanesiyle 18 Mart’ta İmamoğlu’nun Lisans diploması ve onunla birlikte 28 kişinin daha diploması iptal edilmiş oldu. Bunlardan birisi Sorbon Üniversitesinde doktora ve doçentliğini yapmış çok ünlü bir profesör de var. Şimdi o lise mezunu. Kendilerine göre İmamoğlu’nun adaylığının önü kesilmek için güya adalet algısı oluşturmak adına 27 kişinin daha diploması iptal edilmiş oldu. Bu durum unutulmaya yüz tutmuş olan mevcut cumhurbaşkanın diploması tartışmalarını gündem yaptı.
Hâlbuki Hulusi Akar’ın kızı Serra Akar.2003 yılında ABD’de biyoloji okurken, Ankara Hacettepe Tıp Fakültesi’ne yatay geçiş yapıyor. Baştan sona usulsüzlük bir durum. YÖK, 2014 yılında yapılan bir şikâyet üzerine konuyu soruşturuyor. Verdiği karar şu:
“Eylemin gerçekleştiği tarihten itibaren 11 yıl geçtiği ve eylemin temadi nitelik taşımadığı….. Yerleşik Danıştay içtihatlarına göre idari organ ve makamların kendi hatasından kaynaklanan ilgili lehine hak doğuran işlemleri idari istikrar ve kazanılmış hak anlayışının gereği ancak 60 gün içerisinde geri alabileceği…. 11 yıllık sürenin geçtiği tespiti karşısında hukuk devletinin temel ilkelerinden olan idarede istikrar ve devamlılık ilkesi uyarınca yatay geçiş işleminin geri alınamayacağı birey aleyhinde işlemlere tabii tutulamayacağı sonuç ve kanaatine varılmış ” diyerek usulsüz bir durumda dahi 60 günlük bir süre veriyor.
Şimdi, iğne ucu kadar aklı olanlara, zerre kadar vicdanı olanlara, insanlıktan ve İslam’dan azcık bile nasibi olanlara “ABD’de Biyoloji okurken, dünyanın en ünlü, saygın, tıp fakültelerinden birisi olan Hacettepe Tıp Fakültesine branşı uygun olmamasına rağmen geçiş yapan Hulusi Akar’ın kızı için yapılan şikâyet üzerine işlemin üzerinden 11 yıl zaman geçtiği için zaman aşımı nedeniyle işleme konmazken, yani o diploma ile doktorluk yapmaya devam ederken, Kıbrıs’taki işletme fakültesinden İstanbul üniversitesi işletme fakültesine yatay geçiş yaparak başarılı şekilde diplomasını alan İmamoğlu’na zaman aşımı neden yok? 11 Yıla zaman aşımı var da 35 seneye neden yok? 35 sayısı 11 den büyük değil mi? Yoksa dünya bir bizim bildiğimizden başka bir Matematik mi uygulanıyor?
Cumhurbaşkanlığında şart olan Lisans diploması iptal edildiği için İmamoğlu artık Cumhurbaşkanlığına aday olamayacaktı. Ama ne olur ne olmaz işi sağlama almak lazımdı. Danıştay veya Anayasa Mahkemesi diplomayı kabul edebilirdi. Bunun için Türk milletinin en hassas olduğu iki konu ile de bu işi perçinlemek lazımdı. PKK ve Rüşvet konusunu eklemek için FETÖ’nün kumpaslarında kullanılan gizli tanık marifeti kullanıldı.
19 Mart sahura doğru dünya kadar polis arabası ile azgın terörist yakalamaya gelir gibi İmamoğlu’nu evinden gözaltına aldılar. Ondan başka İBB’den ihale alan firma sahipleri ve yetkilileri, İmamoğlu’nun mesai arkadaşları Şişli ve Beylikdüzü belediye başkanları gözaltına alınıp İstanbul Emniyet Müdürlüğü nezarethanesine atıldılar. İmamoğlu ve diğerleri günlerce nezarethanede kaldılar. Sonra Savcılığa çıkartıldılar.
Bölücü, yıkıcı terör örgütü ve başıyla orada burada gizli açık görüşüp, İmralı –Kandil arasında mektup, mesaj trafiğini düzenleyenler ve izin verenler; Dünyanın en büyük teröristi Öcalan’ın nevruzlarda, İstanbul Belediye seçimlerinde, devlet televizyonlarında okutanlar, Öcalan alçağının kardeşi, kırmızı bültenle aranan asker katili Osman Öcalan’ı yine devlet televizyonuna çıkartanlar, şimdi de Öcalan, gelsin TBMM’de konuşsundan sonra teröristler, terörist başı ile görüşülmesine izin verenler, öyle ya da böyle İmamoğlu’nu bölücü terör örgütüne yardım yataklık etmek için örgüt lideri olarak yargılanmasını sağladılar.
2002 den sonra, zamanımıza kadar basında belgeleriyle, diğer iletişim alanlarında çeşitli tape vb şeylerle yolsuzluk, suiistimal, vakıf, tarikat, çeşitli kayırmacı ihaleler yani sağır sultanın dahi malum olduğu şeyler yerlerde sürünürken, siyasete girmeden önce zengin olan İmamoğlu rüşvet ve irtikap almaktan yargılandı. Tek kaynak gizli tanık ifadeleri sonucunda yargılandı. Hâlbuki, yasaya göre gizli tanık kaynağını açık ve net olarak bildirmek veya belgesini vermek zorundadır.
Nöbetçi sulh ceza hakimliği tarafından Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı Adayı, resmi kayıtlara göre dünyanın 15.(İstanbul nüfusu resmi kayıtlara göre 16 milyondur ama gayrı resmi kayıtlara göre 20.milyondan daha fazladır) büyük şehri olan, kredi almak için dolandığımız bir çok Avrupa ülkesinden daha büyük dünya şehri belediye başkanı, şehri emini kaçma şüphesiyle tutuklanıyor.
Velhasılıkelam, 28 Şubat anlayışının baskısı ve diktacı yaklaşımları sonucunda samimi Ülkücü olmanın gereği olarak çokta güvenmemize rağmen dünün mazlum görüntüsü verenlerine sahip çıkmıştık. Onlar korkudan sokağa çıkamamışlardı ama biz sendikalar yasası olmamasına rağmen Kamu-Sen olarak sokaklardaydık. Sokaklarda kesintisiz demokrasi diye bağırmıştık. Şahsi olarak ta dışlananların yanında olmuştuk...
Dünün, mazlum görüntüsü verenleri 2002 den beri yönettikleri ülkeyi bir korku memleketi haline getirdiler. Kim ne zaman hangi suçla karşılacağından emin değil. Herkesin kendilerine biat etmesini istiyorlar. Birilerinin bir şeylere itiraz etmelerini asla kabul etmiyorlar. İtiraz edenleri İslam düşmanlığı, teröre yardım etmekle, hıyanetle suçluyorlar. Anayasal hak olan gösteri ve yürüyüş haklarının kullanılmasına müsaade etmiyorlar. Dinlemeyenlere orantısız şiddet kullanıyor…
İşte son olaylar, özgürlüklerin kısıtlanması, yolsuzluk, adam kayırma, ülkenin milli birliğinin tehlikeye girmesi ve birçok hukuksuzlukların normal hale geldiği ülkemizde dünün mazlum görüntüsü veren iktidarın baskılarına karşı mazlum görüntüsü verenlerin yanında oldum. Bu sebeple, CHP’li olmamama rağmen ve samimi bir ülkücü olarak cumhurbaşkanı adayım da Mansur Yavaş olmasına rağmen 23 Martta Ekrem İmamoğlu için oy kullandım.
Çünkü sahip çıktığımız dünkü mazlumun bugünün her dediğim dedik her öttürdüğüm düdük anlayışına karşı çıkmayı insani, imanı ve ülkücülüğün gereği olarak gördüm.
Sevgilerimle