Kısa Bir Tarihsel ve Stratejik Bir Analiz
Türkiye’nin ABD’ye olan bağımlılığı ve yakınlığı, özellikle Soğuk Savaş döneminde sıkça tartışılan bir konu olmuştur. Sol ve sağ cenahın birçok yazar, gazeteci ve düşünürü, bu bağımlılığın 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti ile başladığını savunmaktadır. Ancak bu görüş, tarihsel bağlamda sorgulanmalıdır. Türkiye’nin tarihsel süreçteki ilişkileri ve stratejik konumu, bu bağımlılığın kökenlerini daha derin bir perspektiften anlamamıza yardımcı olabilir.
Tarihsel Arka Plan
Milli Mücadele Dönemi
Milli Mücadele döneminde Türkiye, Sovyetler Birliği’nden önemli destek almıştır. Mustafa Kemal Atatürk, Sovyetler ile ilişkilerini dikkatli bir şekilde yönetmiş, onlara çok yakın durmamakla birlikte, Batı’ya karşı bir denge unsuru olarak kullanmıştır. Kurtuluş Savaşı sonrasında Türkiye, yönünü Batı’ya çevirerek demokratik değerlere sahip ülkelere yönelmiştir. Ancak, Sovyetlerle iyi komşuluk ilişkilerini de sürdürmeye gayret etmiştir. Türkiye, bu dönemde Sovyetler Birliği’nin yayılmacı politikalarına karşı tedbirler alarak Batı ile ilişkilerini geliştirmeye çalışmıştır.
Türkçülük ve Sovyet Rahatsızlığı
1930’larda Türkçülük akımının Turancılık boyutu, Sovyet yetkililerini rahatsız etmiş ve Türkiye’deki Türk Ocakları’nın kapatılmasına yol açmıştır. Sovyetler, Türk Ocakları’nın Rusya’daki Türklerle fazla ilgilenmesinden duyduğu endişeyi dile getirerek, Türkiye’den tedbir almasını istemiştir. Türkiye, bu dönemde SSCB’nin düşmanlığına sebep olacağı gerekçesiyle Türk Ocaklarını kapatmış ve bu teşkilatları Halk Evleri olarak yeniden yapılandırmıştır.
Rusya’nın II. Dünya Savaşı sırasında bir takım işgallere giriştiği dönemde SSCB’nin Türkiye’deki kolu ve destekçisi olan Türkiye Gizli Komünist Partisi şefi olan Dr. Şefik Hüsnü ekibiyle Rusların emriyle Türkiye’nin iç-dış siyasetine her yönüyle aktif olarak müdahale etmiştir. Çok etkili olan bu dolaylı müdahale sonucunda Sovyetler Birliği tarafından Almanya ile birlikte Pan-Türkist politika yapmakla suçlanan Türkiye, gerginliği ortadan kaldırmak için Mayıs 1944'te bir grup Türkçü yazar, akademisyen, öğretmen, subay ve öğrenciyi "Irkçılık-Turancılık" yaptıkları iddiasıyla tutuklatmıştır.
Soğuk Savaş Dönemi ve ABD ile Yakınlaşma
Sovyet Tehdidi
İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından Türkiye, Sovyetler Birliği’nin tehditleriyle karşı karşıya kalmıştır. 1945’te Sovyetler, Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki kontrolünü zayıflatmak için taleplerde bulunmuş ve bu durum Türkiye’yi Batı ittifakına yönelmeye zorlamıştır. Türkiye, bu baskılar karşısında ABD’ye daha yakınlaşarak NATO’ya katılmayı hedeflemiştir.
Truman Doktrini ve Marshall Planı
Truman Doktrini ve Marshall Planı, Türkiye’nin ABD ile ilişkilerini derinleştirmiştir. Türkiye, Sovyet tehdidini bertaraf etmek için ABD’nin ekonomik ve askeri desteğine ihtiyaç duymuş ve bu bağlamda Kore Savaşı’na asker göndermiştir. Türk askerinin gösterdiği başarı, Türkiye’nin NATO’ya katılımını kolaylaştırmış ve Batı ile ilişkilerini güçlendirmiştir.
İç ve Dış Politika Üzerindeki Etkiler
Dış Politika Değişiklikleri
Türkiye’nin Batı bloğuna katılması, iç ve dış siyasette önemli değişikliklere yol açmıştır. Dış politikada ABD’ye olan bağımlılık artmış, Türkiye, Batı ve ABD yörüngesinde politikalar izlemeye başlamıştır. Bu durum, Türkiye’nin Arap coğrafyasından uzaklaşmasına ve Batı Avrupa ile daha yakın ilişkilere yönelmesine neden olmuştur. Türkiye’nin 1949’da İsrail’i tanıyan ilk Müslüman devlet olması ve 1956 Süveyş Krizi’nde sergilenen tutumu, bu politikanın belirgin örnekleridir.
İç Politika Etkileri
İç politikada ise, ABD ile kurulan ilişkiler muhalefetle karşılaşmış ve tartışmalara yol açmıştır. ABD’den alınan askeri yardımların yalnızca bu ülkeden sağlanması, Türkiye’nin askeri bağımsızlığını sorgulayan eleştirilerin artmasına neden olmuştur. Ayrıca, ABD ile imzalanan ikili antlaşmalar ve alınan ekonomik yardımlar, iç politikada bağımlılık hissiyatını artırmıştır.
Sonuç olarak, Türkiye’nin Soğuk Savaş döneminde ABD önderliğindeki Batı İttifakı’nda yer alması, tarihsel, coğrafi ve stratejik nedenlerle kaçınılmaz bir gelişmeydi. Sovyet baskısı, Türkiye’nin Batı ile ilişkilerini güçlendirme zorunluluğunu doğurmuş, ancak bu süreç Türkiye’nin iç ve dış politikasında köklü değişikliklere yol açmıştır. Türkiye, tarihsel olarak Rusya’dan gelen tehditlerle başa çıkmak için ABD’yi bir kurtarıcı olarak görmüş; bu durum, ülkenin bağımsız hareket etme yeteneğini zayıflatmıştır.
Bu bağlamda, Türkiye’nin ABD’ye olan bağımlılığı, sadece bir tercih değil, aynı zamanda bir zorunluluk haline gelmiştir. Ancak, bu bağımlılığın getirdiği siyasi ve ekonomik sonuçlar, Türkiye’nin uluslararası alandaki konumunu ve bağımsızlık arayışını etkilemiştir. Türkiye, bu süreçte kendi milli menfaatlerini gözeterek, Batı ile olan ilişkilerini dikkatli bir şekilde yönetmek zorundadır. Bu yolda yeni politikalar geliştirmelidir.
Türkiye’nin ABD’ye olan bağımlılığı, tarihi ve stratejik nedenlerle şekillenmiş bir süreçtir. Bu süreç, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerdeki konumunu belirlemiş ve iç politikada önemli değişikliklere yol açmıştır. Türkiye’nin gelecekteki politikaları, bu tarihsel bağlamdan bağımsız olarak gelişmeyecektir. Türkiye’nin uluslararası alandaki konumunu güçlendirmek için, bağımsız ve dengeli bir dış politika izlemek zorundadır. Bu, hem milli güvenlik hem de ekonomik kalkınma açısından hayati öneme sahiptir. Dünya ile bağını kesmeden kendi öz kaynaklarına dönmelidir. Her sözde ağızlardan düşürülmeyen "Yerli ve milli" yapıyı devletin her yerinde uygulamak için çok özel çalışmalar yapmalıdır. Çünkü başka devletlerin veya milletlerin merhametlerine bırakılan ne var ise uzun ömürlü olmamıştır...
Çok acilen, geç kalmadan "Her şey Türk için, Türk'e göre, Türk tarafından" anlayışı bir devlet ve millet anlayışı haline getirilmelidir.











Okumak araştırmak ne güzel kalemine sağlık Mehmet bey arkadaşım. Teşekkürler