Bu memlekette; insanlarımızın inançlarına, törelerine, kültürlerine, devlet anlayışına karşı, insani olmayan başka rejimler özlemi içinde olan bazı insanların ve grupların faaliyetlerinden kısaca bahsedeceğiz. Bu insanların yıkmaya çalıştıkları cumhuriyet idaresince korunup kullanmaya çalışılması da izaha muhtaç bir durumdur. Silahlı eğitim almak için azılı çoluk çocuk katliamı yapan George Habaş’ın liderliğindeki Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin giderek silahlı çatışmada uzmanlaşarak Türkiye’de birçok eylem yapanlar, jandarma genel komutanına saldırı düzenleyenleri ve arkadaşlarını “fidan” olarak sıfatlandırılması da ayrı bir garabet. En acısı da kendilerini Türk Milliyetçiliği konumunda tanımlayan kişilerin bile bu insanları bir kahraman gibi göstermeleridir. İşte biz, ciltler dolusu kitaplarla ancak anlatılabilir bu olaylara ve devletimizin kendini yıkmak için gayret edenleri baş tacı yapmasına kısaca değineceğiz. Bölücü terör örgütü ile gelinen son ihanet süreci değerlendirilerek yazı serimizi sonlandıracağız inşallah. Yazımız seri şeklinde devam edecektir. Bu sebeple bir önceki yazı bir sonraki yazının temeli olacaktır.
Bu memlekette yıllarca çok garip ve anlaşılması mümkün olmayan olaylar oluyor. Bunları mantıkla izah etmek mümkün olmadığı gibi, vatanseverlik açısından bakıldığında ise tam bir ihanet olarak görmemek mümkün değildir.
Dünyaya şeref vermiş ve medeniyet öğretmiş Türk Milletin, bilinen ilk büyük devleti Hunlar ve Batı Asya ile Avrupa’yı baştanbaşa çiğneyen Batı Hunlarıdır. Bu iki büyük cihan devleti de törelere uymadıkları ve iç ve dış düşmanlarını iyi tanıyamadıkları sebebiyle birliklerini de koruyamadıkları için yıkılmışlardı.
Büyük bir millet olma bilincini canlı tutmaya çalışan Türk Dünyası ve Türk varlığının korunması için çok önemli yapılaşmaya giden Göktürklerdir. Türk Birliği'nin tehlikeye girdiğini acı tecrübeler yaşayarak öğrendiler. Atalarımız olan Göktürkler, tarihin derinliklerinden beri bize oyunlara gelmememiz, birlik beraberliğimizin sağlanması, iç ve dış düşmanlara karşı çok dikkatli olmamız konusunda çokça uyarılarda bulunmuşlardı. Kendimize gelmemizi ve kendimize gelmezsek yok olacağımızı belirten bilgilerin hafızamızdan kaybolacağını bildikleri için bunları taşlara kazımışlardı. Bilgelik kokan bu uyarılara rağmen, sözünü dinlemeyen sonraki kağanların ve yöneticilerin birliği sağlayamaması, töreden ayrılmaları sonucunda devletleri bile idare eden Asya’nın en güçlü devleti olan Göktürkler bile yıkıldı.
Yine bilgelerin uyarılarını dikkate almakta yetersiz kalan Türk devletlerinden Hazar Kağanlığı, Volga Bulgar Devleti, Uygurlar Devleti, Türgişler Devleti, Tulunoğulları Devleti, İhşidiler Devleti, Karahanlılar Devleti, Oğuz Yabgu Devleti, Gazneliler Devleti, Büyük Selçuklular Devleti, Anadolu Selçukluları Devleti, Harzemşahlar Devleti, Çağatay Hanlığı, Altınordu Devleti, Celayirliler Devleti, Timuriler Devleti, Karakoyunlular Devleti, Akkoyunlular Devleti, Kazan Hanlığı, Memlükler Devleti, Delhi Sultanlığı, Safeviler Devleti, Babürlüler İmparatorluğu ve Türk Osmanlı Devletleri'nin yıkılma nedeni de birlik ve beraberliğin kaybolması ve törenin bozulmasından dolayı düşmanları karşısında varlık gösterememiş olmalarıdır. Tarih boyunca kendi milletinden olan liderlere, hatta akrabalarına karşı düşmanlarla birlikte ittifak kurarak hareket edenlerin örnekleri çoktur.
Türk Milleti asimile olmaya çok meyilli bir millettir. Dünya üzerinde birçok Türk boyu, aralarındaki birlik beraberliği korumayıp, iç ve dış düşmanlara karşı da uyanık duramadığı için hâkim olduğu birçok coğrafyada milli benliklerini kaybederek yok olmuşlardır. Türk Milleti, Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı, 1. Meşrutiyet ve 2. Meşrutiyet dönemlerinde Ermeni, Rum, Romen, Bulgar, Sırp, Makedon, Gürcü, Çerkez, Abaza, Laz, Slav, Arnavut ve Arap milletleriyle bir arada yaşayabilmek için büyük tavizler vermiştir. Yukarıda saydıklarımızdan sadrazam, nazır, vali, asker, mülkü amir, memur, tüccar yani Türk’ün zar zor getirildiği her makama kolayla gelmişlerdir. Türk Milleti onlara her şeyi vermiştir. Fakat onları memnun ve mutlu etmek mümkün olmamıştır. Ülkemizdeki sadece Laz, Çerkez, Abaza ve Gürcüler devlete karşı silaha sarılmamışlardır. 2. Meşrutiyet döneminde bile Bulgar, Ermeni, Rum, Arap ve Arnavutlar kendilerine verilen devlet makamlarını ayrılıkçı çalışmalar için kullanmışlardır. Bu durumu fark eden İttihatçılar, vatanın tek güvencesi olan Türkü baş tacı yapmaya başlamışlardır. O ana kadar kapatılan Türklerin önü her sahada açılmaya başlanmıştır. İttihatçılar, Arnavut ve Arap isyanlarıyla din kardeşliğinin bile sözde kaldığına binlerce Müslüman Türk’ün kanının Allah’ın emri gereği yüzyıllardır kardeş olarak bilerek el üstünde tuttuğu Müslümanlar tarafından döküldüğüne Türk’ün Türk’ten başka dostu olmadığına acı tecrübe şahit olmuşlardır. (Bu alçaklıkla mücadele eden bir dedenin torunuyum. Rahmetli dedem, Yemende 3,5 yıl isyancı Araplarla savaşmıştır. 3,5 yıldaki mücadelelerini rahmetli dedem babama ve halama anlatmış. Arapların fırsat buldukça çok acımasızca askerlerimizi katlettiklerini söylemiş.)
Türk Osmanlı Devleti, sanayileşme hareketini çıkarcı odakların engellemesi yüzünden kaçırmıştı. Avrupa Devletleriyle yaptığı mücadelede, onların teknolojik üstünlüğü karşısında ve tebaamız olan milletlerin de arkadan vurmasıyla başarılı olamayarak işgale uğrayarak bağımsızlığını kaybetmiştir. Bu işgallerin çok büyük ders alınması gereken noktaları vardır. Yüzyıllardır birlikte yan yana ve iç içe yaşadığımız insanlar, zor zamanımız olan işgal yıllarında bizden olmadıklarını, ayrı devlet kurmak istediklerini açıkça söylemekten çekinmeyen birçok grup türemiştir. Türk olmalarına rağmen, Türklerin dünya medeniyetine katkısını bilmeyen bazı uşak zihniyetli insanlar, medeni millet olarak kabul ettikleri İngiltere ve Amerika mandasında yaşamanın çok daha iyi olacağını düşünmüşlerdir. Hatta bunun uygulanması için teşkilatlar bile kurmuşlardır. Bu hıyanet teşkilatlarına karşı, milli kurtuluş fikri ve oluşumlarına destek verenler asi olarak ilan edilerek takibata uğramışlardır. Aralarında umudu kırılmış, yüzyıllardır yenilginin getirdiği öğrenilmiş çaresizliğin hâkim olduğu yapıda olan iyi niyetli insanlar da vardı belki. Ama hiçbir millet, geleceğini başka milletlerin insafına bırakmaz. Bırakan milletler kaybolur gider. Milletler geleceğini kendi kararları doğrultusunda düzenler. Bu sebeple de Türk Milleti, bağrından çıkardığı evlatları vasıtasıyla gelecekleri hakkında kendi kararını kendileri vermek için bir araya geldiler.
Milli Mücadeleyi düşünelim… Yerelde ilk hareketler başladığında Türk’ün devlet adamlığı anlayışının zirve yaptığı subaylarımızın kahir ekseriyeti, vatanın kurtulması için bir kadro harekâtı olarak başlamıştır. Bu harekâta vatanın bağımsızlığı düşüncesiyle gönüllü katılanlar vardı. Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı belirleyecektir, dediler ve imkânsızlık deryasına dalarak imkân aradılar. Diğer tarafta, Allah'tan daha çok İngilizlerden korkan, İngilizleri dünya medeniyetlerinin hamisi gören ve uygarlığın tek belirleyicisi kabul eden, Cihan Savaşı sonrasında Atlantik ötesinden çıkan güç olan ABD ve onun başkanı olan Wilson’un prensiplerini Türklerin yaşama hakkının tek yolu olarak gören başka gruplar vardı. Bunlar, kazanılmasının mümkün olmadığına inandıkları milli mücadele hareketinin işgalci ve yandaşları daha çok kızdıracağı düşüncesiyle, bize bırakılan yerlerin de elimizden alınacağı korkusuyla milli mücadeleye karşı çıktılar. Bunların içlerinde hainler elbette vardır. Ama aralarında hain olmayıp, sadece kazanılmayacağına yürekten inandıkları bir mücadeleye girmenin ülkeye zarar vereceğine inanan insanlar da vardı. Onlara göre zararın neresinden dönülse kar olacaktı. Yani bizden görünen ama bizi tanımayan insanlar vardı. Bu insanların çoğu İstanbul’da yaşıyor ve "İngilizleri kızdırmayalım, onların her istediklerini yapalım, bu sebeple ülkemize daha fazla zarar vermelerinin önünü alalım" anlayışını ilke edinen padişah ve hükümete destek veriyorlardı.
İşte bu sebeple, İstanbul’da milli mücadelecilerin karşısında en büyük engel bu grup oldu. Ve Milli Mücadeleye düşmandan daha çok zarar veriyorlardı. Milli Mücadele, İngilizleri çok kızdırdığı için onların baskısıyla İngiliz öfkesini dindirmek amacıyla milli mücadelenin aleyhine halkı kışkırtmışlardı. Sayısızca iç isyanlar çıkmasına sebep oldu; bu isyanları, aynı camide namaz kıldığımız, aynı peygambere ve aynı Allah’a inandığımız, özüyle kanıyla Türk kanı taşıyanlar çıkartmışlardı. Düşmana kullanılması gereken silahlar, kıt imkânlar, vatan evlatları, Türk Milletini tanımayan insanların kışkırtmasıyla heder olmuştur. Bu durumdan faydalanan düşman Anka’ya kadar geldi. Yılgınlık ve yıkıcı propagandalar o kadar etkili oldu ki, Müslüman Türk’ün namusuyla imtihan olduğu tarihin kaydettiği en uzun meydan savaşlarından biri olan Sakarya Meydan Savaşı'nda Türk’e yakışmayan sayıda asker firar etmiştir. Hem de tüfekleriyle birlikte. Vatanı ve milletin namusunu korumakla, hem dinen hem de vatan evladı olması hasebiyle vatani görevi olan Türk evlatları, yine içimizdeki Türk evlatlarının yıkıcı ve yıldırıcı propagandasının sonucu cepheden kaçmıştır. Şimdi, bu kaçanlara ve onların kaçmasının zemini hazırlayanlara "bizden birisidirler" demeye hakkımız var mı? Yok, ille de bizdendir dersek, şehitlere nasıl hesap veririz?
Vatan ve namus mücadelesine Türk’ün halis evlatları kanlarını, canlarını, her şeylerini ortaya koyduğu sıralarda, kendilerini bu kanlı boğuşmadan uzak tutan, Avrupa Ülkelerine ve Rusya’ya kaçanlar, büyük zaferden sonra geri dönmeye başlamışlardı. Geri döndüklerinde cephelerde vatanın kurtuluşu için ölümüne vuruşan insanların önüne geçmeye de çalıştılar. Hatta geçtiler de…Ölümüne mücadele edenlerin liderlik vasfı taşıyan bir kısmı, çeşitli fesat mihraklarının kurdukları tuzaklarla ya yok edildiler ya da diskalifiye edildiler. Ama o şanlı vuruşmada cepheye hiç uğramadığı gibi manevi destek bile vermeyen Bolşevikler, milletinden utanarak dini, milli ve manevi değerlerimize uzak yaşayan emperyalist kafalılar, devlet kademelerine yer buldular. Bunlar, Mustafa Kemal’e ve Milli Mücadele komutanlarına açıktan ve gizliden hakaret eden beyanlarda bulundular. Bu beyanlar fark edilip hesapları sorulmaya başlanınca, o zamanın yönetim kademesindeki tanıdıklarının tavsiyesiyle hakaret ettikleri milli kahramanlarımıza övgüler yazarak devlet kademesinden yeniden faydalanabilmenin altyapısını oluşturdular. Şanlı tarihini bilmeyen, aşağılık kompleksli, İngiliz ve Batı hayranı olan bu insanlar, Milli Mücadelecileri medeniyete karşı gelen "şark kafalı" olarak görüyorlardı. Onlara göre terakkinin önünde en büyük engel, İngilizlerin dünyaya medeniyetinin yüceltmesine karşı çıkan bu milliciler ve gericiliğin sembolü olan İslam Dini idi. Bolşevik ve komünistlere göre ise halk, cahil milli mücadeleciler, İngiliz ve Avrupa’nın uşaklarıydı. Mustafa Kemal, Türkiye’deki yapılacak devrimin önündeki en büyük engeldi. Komünistlere göre Mustafa Kemal, İngilizlerin emrinde bir burjuva devrimcisiydi. Bu adamlar, hiç katılmadıkları milli mücadelenin utanmadan, sıkılmadan Kuvayı Millî Destanı’nı yazmaktan da çekinmediler. Bunların arasında adları, Nazım, Şevket Süreyya, Vala Nurettin, Sebahattin, Mustafa Suphi vb olsun. Bunların kopyası sayısız isimleri de adlandırmak mümkündür. Gazi Mustafa Kemal’in ölümünden sonra bu gibi insanlar, devlet kadrolarında kendilerine daha çok yerleşmişlerdir. İktidarın desteği ile 1944 yılında Türkiye’de Türk Milliyetçiliğini hapse attıracak kadar güçlenmişlerdir. Türk Milliyetçileri, devlet makamlarından el çektirilerek yerlerine sosyalist fikirlere yatkın insanlar getirilmiştir. Bu ayrıcalıklı kitle, 1950 yılında DP iktidarında CHP iktidarında gördükleri ayrıcalıklara vefa olarak, DP iktidarına hem basın yoluyla hem de fiili olarak güçlü bir cephe alma hareketleri başlatmışlardır. DP İktidarının hataları da buna tuz biber olmuştur. Ayrıcalıklı bu kitlenin ve bu kitleye sonradan dahil olanların her türlü teşvik, yönlendirmesiyle büyük gösteri hareketleri sonucunda 27 Mayıs İhtilali yapılmıştır.
İhtilal yapıldıktan sonra, bu grup ve gruba yeni eklenenler, İsmet İnönü’nün de yönlendirmesiyle iktidarın bir an önce CHP’ye devredilmesi için harekete geçmişlerdir. Çünkü çıkarlarının önünde ülke yönetiminde söz sahibi olan Milli Birlik Komitesinde milliyetçi bir kanat vardı. Bu kanattan kurtulmak için harekete geçtiler. Madanoğlu’nu etkileyerek yönlendirdiler. MBK’deki milliyetçiler, 13 Kasım 1960 darbesiyle yurt dışına sürülerek CHP iktidarı önündeki engeller kaldırılmıştır. CHP iktidarında İnönü’nün deyimiyle CHP “ortanın solu” olarak siyasal yelpazede yerini sola kaydırarak solun hamiliğine başlamıştır. Bir yandan da İşçi Partisi de sol ve Marksizm’in hamiliğine başlamıştır. 1961 Anayasası’nın verdiği özgürlüklerden faydalanan sosyalistler ve Marksistler, gizli ve açık örgütlenmeye başlamışlardır. Atatürk’ün ölümünden sonra İnönü devriyle başlayan sosyalist kişilerin devlette istihdam edilmesi hareketleri, kat kat geçen sosyalizmin ve Marksizm’in örgütleşerek büyümesinin yollarını alabildiğine açmıştır. CHP ortanın solu, TİP ise alabildiğine Marksizm ile memlekette bir ihtilalci kadrolar yetiştirme çalışmalarına girişmiştir…
Devamında görüşmek üzere... Selamlarımızla.
Sakarya 22 gün/ gece süren hem savunma hem taarruz Savaşı olduğuna göre, büyük zafer kazanıldığına göre çook sayıda kaçak yokmuş, diyesimiz geliyor Hoca m..!
Selma Hoca Hanım, Türk tarihinin en büyük fariri er sayısı Eskişehir, Kütahya ve en çok ta Sakarya Savaşlarında olmuştur. Mevcut Ordunun 1/ 3 Savas sonunda silah altında değildir. Hem de milletin malının yarısını vererek aldığımız tüfeklerle beraber kaçmışlardır. Memleketlerine dönerken vaya çetelerla bu silahlarla soygun yapılmıştır. Sakarya Savaşı Yunan ordularının ikmal yollarının süvarilerimizce vurulması ve tanrip edilmesi, kaçmayan insanların canı pahasına bir askerin üç kişilik asker gibi direnç göstermesi. Dünya tarihinin en iyi kurmayları olan subahlarımızın ölüm pahasına direnmeleri yüzünden Yunanlılar istediklerini alamamıştır. Ordumuz Yunan ordusundan daha fazla kayıp vermiştir. Hem de savunma yapmasına rağmen. Yunanlılar istadiklerini başarmadıkları için geri çekildiler. Türk Ordusu onları perişan edemedi.Ama Yunanlılara bu vatanı vermeyeceklerini ispatladılar. Bu sebeple Yunanlılar saldırı öncesi güvenli noktalara çekildiler. İstediklerini alamadıklar ve yenilmiş saydık.