(Konunun tam anlaşılabilmesi için bu olayların iç ve dış etmenleriyle gözler önüne serilmesi gerekiyordu. Bu sebeple yazımız biraz uzun olacak)
Büyük bir vatan sevdalısı eğitimci, buram buram Anadolu samimiyeti kokan eski milletvekili Ökkeş Şendiller, 1 Ekim'de vefat etmişti. 18.00 haberlerinde Halk TV'de haberleri izlerken spiker Ece Üner, sanki haber sunmuyor da kinini ifade eder gibi, “Kahramanmaraş katliamının bir numaralı sanığı Ökkeş Şendiller öldü” dedi. Ardından Kahramanmaraş'ta bu katliamda 111 Alevi vatandaşın katledildiğini dile getirmişti.
2 Ekim günü Halk TV 18.00 haberlerinde yine Ece Üner, şaşkınlık ve kızgınlık içinde, “Kahramanmaraş katliamının bir numaralı sorumlusuna, Ökkeş Şendiller’e TBMM’de tören yapıldı. Bu törene birçok parti genel başkanı ve vekiller katıldı. Kahramanmaraş katliamının bir numaralı sanığı olduğu olaylarda 111 Alevi vatandaş katledilmişti” diyerek kafasına göre güya bir yanlışa vurgu yapmaya çalıştı.
Halk TV, Sözcü TV, Tele 1 ve Now TV, genelde muhalif düşüncelerin haberlerine daha çok yer verir. İktidarın yanlış buldukları icraatlarına karşı çıkarlar. Yani bir noktada denetim görevi yaparlar. Zaten basının esas görevi de iyi işlere destek, yanlış işlere köstek olmaktır. 27 Eylül günü İYİ Parti'nin Mersin'de Atatürk’ün gençliğe hitabeye atfen ve "Senin yolundayız" mesajı vermek için “Birinci vazifen” mitingi düzenlemişti. Çok kalabalık olmuştu. Türk milletine, iktidara ve dış dünyaya çok manalı uyarılar yapılmıştı. Yani genel muhalefet adına güzel bir miting olmuştu. Ama ne o gün ne de yarın Halk TV'de haber olamadı. Varsa yoksa CHP ve bilmem hangi solun hangi önemsiz haberleri ile dolu bir haber geçidi yapılmıştı. Ökkeş Şendiller de büyük bir muhalifti. Ama buna rağmen yukarıda saydığımız TV'ler ve bazı yayın organları onu beraat ettiği davalardan mahkum etmesi üzerine rahmetli Ökkeş Şendiller’e beslenen kin ve atılan iftiralar da eklenince birçok insanın, hatta ülkücülerin dahi kahir ekseriyetinin, tam manasıyla Maraş olayları hakkında gerçeğe en uygun olan bir köşe yazısını kaleme almaya karar verdim.
Niye ben ve olaylar zamanında İstanbul’da ikamet eden ben, bu olaylar hakkında nasıl bilgi sahibi oldum? Öncelikle ifade etmeliyim ki çok okumayı ve ilkokul 5. sınıf dâhil gazete okuma alışkanlığım vardır. Mesela 1968 yazında SSCB tarafından Çekoslovakya’nın işgalini, Deniz Gezmiş'in katıldığı eylemleri ve güvenlik güçleri tarafından aranılmasını ilkokul dördü bitirdiğim yazın Beşikdüzü merkezdeki ticarethanemize gelen babamın günlük gazetelerinden öğrenmiştim. O yaşımda bile Çekoslovakya’nın işgaline kendimce karşı çıkıyordum. Hatta o zaman bizim dükkâna gelen ve daha sonra Beşikdüzü Öğretmen Okulu'nda hocamız olan FKB Öğretmeni Yusuf Öskan (okula başladığımızda Yusufçuk lakabını takmıştık) ile Çekoslovak siyasi yetkilisi Aleksandır Dubçek’in tavrını konuşabilmiştik. Minik yaşımda bu olayı konuşabilmem Yusuf Bey’i etkilemişti. Yani her olayı enine boyuna araştırmaya gayret etmeye çalışırım.
1972 yılından beri de Ülkücü hareketin içinde olduğum için araştırma ve bilgi sahibi olma gayretlerim daha bilinçli ve kaynak bolluğuna kavuşmama sebep oldu. 1978 yılında İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nde öğrenim görürken Ecevit’in Güneş Motel Hükümeti kurulmuştu. Bu hükümet, Türkiye’deki sınıf öğretmeni ve branş öğretmeni yetiştiren bütün eğitim enstitülerini 1976-1977 yıllarında öğrenime devam edenlere kapatmış, yeni alınan solun her fraksiyonundan, bölücülerden karma bir öğrenci grubunu hızlı bir şekilde eğiterek öğretmen olarak atama niyetiyle bizlere kapatmıştı. Hızlı eğitimle onları mezun etmeye çalışıyordu. O dönemde ben de fabrikadan biraz küçük ama atölyeden biraz daha büyük bir iş yerinde müdür yardımcılığı yapıyordum. İş yeri sahibi ise Kahramanmaraş’ın tanınmış iş adamlarından birisiydi. Klasik sağ görüşlü bir kişi idi. Maraş ile ilgili meselelerle çok ilgileniyordu. Olaylar başlamadan önce de sonra da işyerine gelen çok çeşitli insanların ağzından olayları hem dinledik hem de Kahramanmaraş’taki olaylar hakkında çeşitli vasıtalarla bilgi almaya çalışıyorduk. O olayları maruz kalanlarla, olaya tanıklık edenlerle çokça konuşma imkânımız oldu. Yakınlarını kaybeden hem Alevi hem de Sünnilerle de olay hakkında bilgi alma imkânım oldu. Rahmetli Ökkeş Şendiller ile de az da olsa konuşma imkânım oldu. Bunun yanında olaylar başlamadan aylar önce birçok gazetede ve dergide Kahramanmaraş’ta sinsi bir oyun oynanmak istendiği, devletin önlem alması gerektiği uyarısını da çok kere okumuştum.
Olayları değerlendirirken salt olarak görünen kısımlarla ve bir cepheden alınan bilgilerle değerlendirmek, değerlendirenlerin kendilerini yanlışların kucağında bulmasına neden olur. Bunun yanında ideolojik bağnazlık, ideolojik kalıplar ve ideolojinin prensipleri de olayları net olarak incelemenin önündeki en büyük engeldir. Marksizm, Komünizm, Sosyalizm, Faşizm, Nazizm, Kapitalizm ve Emperyalizm gibi yönetim şekilleri, mensuplarının damarlarına kadar nakşedilen kendilerine ait kalıplara sahiptir. Bu kalıpların içine girenler, doğruların hepsinin kendilerinde ve yaptıkları işlerde olduğuna inanır. Kendilerinin dışında kalan kalıp mensupları veya hiçbir kalıba girmeyenleri, kendileri gibi doğru yolu bulamadıkları için çok şiddetle suçlarlar ve onlara yanlış yolda oldukları varsayımıyla düşman olurlar! Kahramanmaraş olayları ile yazılan yazıların çoğu ya Marksist, kısaca sol ve bölücü kişiler veya gruplar tarafından kaleme alınmıştır. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi o gruplar da ideolojilerinin etkisiyle kendinden olmayan bütün grupları bu olaylarda suçlu olarak gösterme yoluna gitmişlerdir.
Hâlbuki dünya üzerindeki bütün siyasal olayları, grup, toplum, bölge ve ideolojik çatışmaların net olarak incelemek için bütün sebep, olgu, etki, tepki ve daha birçok konuyu ele almak en doğru yoldur. Yani bir tespit veya hüküm verilirken, sırf kendi bakış açısına uygundur diye yakaladığı bir kenarı, bütünün temsili ve gerçeğin ta kendisi diye millete anlatmak çok yanlıştır. Ama maalesef Türkiye’mizde izlenen yol, yakalanan veya yakalandığı sanılan bir parçanın bütün olarak millete sunulması yoludur.
Kahramanmaraş olaylarına bir bakalım: Anadolu ve Trakya işgal altındayken, Maraş’ta da o zamana kadar bilinen dünyanın en güçlü ikinci büyük devleti olan Fransızların işgali altındaydı. Maraş halkı, etnik, mezhep, dil ve sınıf farkı gözetmeksizin bir araya gelerek Şubat 1920 tarihinde Fransızlar ve işbirlikçilerini yenerek büyük bir destanı yazmışlardı. Bir araya gelerek güçlü düşmanı yenen Maraş halkı, neden birbirinin gırtlağına sarılmıştır? İşte konuyu bütün gerçekliği ile ortaya koyacak olan bu sorunun cevabıdır.
Türkiye’de Cumhuriyet rejimi idaresi başladıktan sonra üç büyük askeri müdahaleye sebep olan olaylar ve bunu hazırlayan diğer etkenler, şu ana kadar net ve tarafsız bir şekilde ortaya konulamamıştır. Basının, sivil toplum örgütlerinin, çıkar gruplarının ve dünya siyasal çekişmesindeki “Soğuk Savaş” yılları, Batı Bloku, Doğu Bloku ve Doğu Blokuna biraz daha yakın gibi duran bağımsızlar bloku dünya devletlerini her konuda ayrıştırmıştı. Bağımsızlar bloku küresel bir güç olamadığı için dünya hâkimiyeti mücadelesinde Batı Bloku ile Doğu Bloku arasında kıyasıya bir mücadele vardı. Bu dönemlerde vekâlet savaşları ve çatışmaları yapılıyordu. Dünyanın her köşesinde bu mücadele vardı.
1920’lerde bütün milletlere özgürlük vadederken, tamda zıddı olan SSCB Marksist ideolojisi gereği dünyada tek bir devlet olacağını, bu devletin de “Proleterya Diktatörlüğü” (işçi diktatörlüğü) ile idare edilecek bir yapının oluşturulması gerektiğini savunuyordu. (İnsanlar bu zıtlığın farkına varamıyordu.) Bütün işçilere ve insanlığa bu kutsal yapıya hizmet etme yolunun seçilmesine şart koşuyorlardı. Buna inanmayanları, hizmet etmeyenleri, faşist, emperyalist, kapitalist, ABD, uşağı diye suçluyorlardı. Komünizmi, Marksizm’i, Sosyalizmi mazlum milletlerin ve ezilenlerin tek kurtarıcısı olduğu propagandasını yapıyorlardı ve bunda da çok büyük mesafe almışlardı. Dünyanın her yerinde sendikalar, işçiler ve ekonomik sıkıntı çekenler sık sık büyük ve zorlayıcı gösteriler yapıyorlardı. Batı Bloku, bu gibi hareketleri önceleri pek ciddiye almamıştı. Ancak SSCB, İkinci Dünya Savaşı’ndan galip ve çok güçlü çıkınca Avrupa’nın yarıdan fazlasını işgal etmişti. Birçok ülkeyi emri altına almıştı. Almanya’nın başkentini işgal edip daha ilerlemeye başlayınca ABD ve İngiltere, bu durumu tehlikeli görerek Berlin’in bir kısmını kendi denetimlerine almasıyla dünyada en çok Türkiye’ye zararı olan Soğuk Savaş dönemi başlamış oldu.
İkinci Dünya Savaşından çok güçlü olarak çıkan SSCB’nin yüzyıllardır en büyük hayali olan sıcak denizlere inme düşüncesinin zamanı geldiğine inanarak Türkiye’den Boğazların kontrolü, Artvin, Kars, Ardahan, Iğdır, Eleşkirt, Doğu Beyazıt gibi toprakların aslında emrindeki Gürcistan ve Ermenistan’a ait olduğunu dile getirerek onlara verilmesini istemişti. Türkiye, Rusya ile askeri güç olarak baş edebilecek durumda değildi. Rusya’nın şerrinden kurtulmak için Batıya, özellikle de ABD’ye yanaşmak zorunda kaldı. Batı ve ABD, Türkiye’yi İkinci Dünya Harbi’nde ittifak yapmalarına rağmen fiili olarak savaşa girmediği için cezalandırmak istiyordu; ancak Türkiye’yi de SSCB’ye kaptırmak istemiyordu. 1947 yıllarında Truman Doktrini ve Marshall Yardım antlaşmasını Cumhurbaşkanı İnönü imzaladı. Eğitim alanı da olmak üzere birçok dalda ABD ile ikili antlaşmalar yapıldı. ABD ve Batı, SSCB’nin dünya yayılmacılığına karşı durmak için Türkiye’yi kendi yanında tutarak her yönüyle kendine bağımlı duruma getirmeye çalıştı. Sovyet korkusu da bizi ABD’nin kucağına attı. Bu sebeple her yönüyle ABD’nin görüşlerini destekler olduk. Sonra DP döneminde NATO’ya girdik. Zaten NATO da ABD demekti. Yani ABD bizi öldürtmedi ama canlanmamızı da istemedi.
Çok şaşacaksınız ama ABD ve Batı’ya bağlı olmanın yanlışlığını ilk fark eden iktidar, bütün solun ve bazı sağcıların Türkiye'yi ABD'nin uydusu yapmakla suçladığı Menderes iktidarı oldu. ABD’den ağır sanayi tesislerimizin faaliyete geçirilmesi için kredi alamayan Menderes, kredi alabilmek ve ABD’ye "Bak, bana yardımcı olmazsan Sovyetlere yönelebilirim" mesajı vermek için İskenderun Demir-Çelik, Seydişehir Alüminyum ve diğer sanayi projelerini kredilendirmek için SSCB ile karşılıklı olarak üst düzey ziyaretler yapmış ve yatırım antlaşması imzalama hazırlığı yapıyordu. SSCB’ye sıcak mesajlar verip Temmuz ayında ziyaret etmeyi planlarken, Soğuk Savaş’ın istediği şey oldu. Yani darbe gerçekleşti. Bu darbeyi Soğuk Savaş’ın dışında düşünmek mümkün değildir. Burada yerleşik algıyı yıkacak bir bilgiyi de paylaşmak istiyorum. Demokrat Parti'nin devamı olan yine katı bir ABD taraftarı olarak lanse edilen ve Morrison Süleyman denilen Demirel, 1965 yılında tek başına iktidar geldiğinde SSCB’den kredi alarak bu sanayi tesislerini faaliyete geçirmiştir. Aynı Demirel, 1974 Kıbrıs Harekatından sonra ABD'nin koyduğu silah ambargosuna karşı o zaman sol cenah tarafından ABD karşıtı olarak tanıtılan Başbakan Ecevit ABD üslerini kapatmamış ama Demirel, Türkiye’deki 21 ABD Üssünü 25 Temmuz 1975 tarihinde kapatma kararı alan yine Demirel’dir. Ekim 1978 yılında ABD üslerini tekrar açan da yine ABD karşıtı olarak bilinen Başbakan Bülent Ecevit’ti. Algılar içinde yaşatılmak böyle bir şey demek…
CIA, ABD yönetimine sunduğu raporda 1960 darbesinden sonra ülkenin en yetkili kurulu olan MBK üyelerinin, Alparslan Türkeş liderliğinde milliyetçi ve Batı yanlısı üyelerden oluştuğunu bildirmiştir. Yine Temmuz’da Gürsel, Türkeş, Kuneralp emekli edilen subay ve memurların emekli parasını verebilmek için ABD’den para istediklerini ABD büyükelçisine bildirdiler. ABD para vermezse biz bu parayı başka yerden buluruz diyerek Sovyetleri işaret etmişlerdi. Yine başbakanlık müsteşarı olan Türkeş, ABD istihbarat elemanlarının bizim istihbarat elemanlarına gelen bilgileri denetleyen yerde olduğu için onları oradan çıkartması ABD’yi çok kızdırmıştı. 13 Kasım iç darbesiyle ABD’nin uzlaşılması zor üyeler olarak tarif ettiği milliyetçi MBK üyeleri tasfiye edilerek yurt dışına sürgüne gönderildiler. ABD Büyükelçisi, İstanbul Konsolosu ve CIA, Türkeş’i Pan-Turanist olarak kabul ediyorlardı. Bu bakış, ABD’liler tarafından 1980 darbesine kadar çok güçlü bir şekilde dile getirildi. Neden 1980 darbesi dedik? Çünkü “onların çocukları darbe yaptığı” için her şeyi daha iyi şekilde kontrol etme şansları oldu. Sadece Türkeş karşı değil, MHP ve Ülkücü bütün kurumlara ve sivil toplum kuruluşlarına karşı da çok şiddetli karalama kampanyaları yapıldı. Hatta ideolojik olarak Türk Milliyetçiliğini benimseyenlerin karşısındakileri desteklemişlerdir. Çok ilginçtir ki Türk Milliyetçileri ile çatışma halinde olan ve kendilerinin en büyük düşmanı olarak lanse ettikleri SSCB birliğinin ülkemizdeki rejim uşakları olan Marksistlere bile Türk Milliyetçilerinden daha yakın durdular.
Buraya kadarki olanları bir tarafa koyalım ve Soğuk Savaş’ın diğer yönleriyle ülkemizi yaşanmaz hale getirilmesindeki en büyük etken olan olayların değişik öznelerin faaliyetlerini incelemeye devam edelim…
Konuya devam edeceğiz…











Değerli Mehmet bey dostum ben bazen” HERŞEY GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ OLSAYDI AVCUNA ALDIĞIN DENİZSUYU MAVİ GÖRÜNÜRDÜ” diye bir cümle paylaşıyorum işte bu cümlenin tam yeri Kahramanmaraş , Sivas, Çorum olaylarıda böyle . 60 , 80 ihtilallerindeki eli teşhisettiğin yazını okudum. Yukarıdaki illerimizdeki olayları muhtemel devametmesi planlanan daha başka illeri organize eden el ihtilalleri organize eden el aynı el . Ökkeş kengil ( şendiler soyadını sonradan aldı)Türkeş’in bahçeli hakkında söylediği gibi birisi. Biliyorsun ben 41 yıllık Maraş’tan evlim ve Maraş ile 80 öncesi ve sonrası kuşak ile çok yakın biriydim. Bukonunun detayını bu Salı İstanbul’a geliyorum 20 gün kalacağım görüşür detaylı konuşuruz. Selamlar sevgiler saygılar