Dünya üzerinde Uzun(dereceli) Parabellum silahını Talat, Enver, Cemal ve Yakup Cemil'den daha yiğit bir el tutmadı. Bu efsane silah bu yiğitlerin elinde şanlandı...
Başta Talat Paşa olmak üzere İttihat Terakkinin hemen hemen bütün üyeleri barutla, mermiyle, ateşle, yoklukla savaşarak, yok edilmek üzere masaya yatırılan Vatanı ve Türk Milletini ayağa kaldırmak için canlarını vere vere mücadele ettiler. Dünyanın en güçlü ilk iki devletini ve onlara destek verenleri yerlere serdiler. Yüzyıllardır yenilgi yüzü görmemiş İngiliz Donanmasını ve ona destek veren güçlü Fransız donanmasını sulara gömdüler. Irakta dünyanın o zamanki efendisi olan İngilizleri esir aldılar. Gazze ve Filistin’i İngilizlere dar getirirken Müslüman ve kardeş bildiğimiz bazı Arapların arkadan vurmasıyla, şimdiki siyasal İslam’ın dilinden düşürmediği Hicaz, Mekke, Medine, Gazze, Filistin, Kudüs ve hatta Suriye İngilizlerine eline geçti. Müslüman kardeşlerimizin! İngiliz ve Fransız hakimiyetleri tercihi sonucunda din kardeşlerini arkadan vurmaları sonucu, geri çekilirken bile aynı zamanda İslam Ordusu olan şanlı ordumuzun askerlerinin karınları din kardeşlerimiz tarafından karınları deşildi!
Kurdukları Kafkas İslam Ordusu ile İran'da, Kafkasya'da, Dağıstan'da, Azerbaycan'da, İngilizleri, Ermenileri, Rusları ve hatta müttefikimiz Almanlar ile bile çatışarak darmadağınık ettiler. Afganistan'da, Hindistan'da, İngilizleri rahat bırakmadılar. Trablusgarp’ta, Balkanlarda yıllarca Türk'ün azgın düşmanlarına karşı dövüştüler. Arnavutluk’ta yine din kardeşlerinin tüfeklerinin hedefleri oldular! Anadolu’da, Rum, Ermeni ve ordumuzu arkadan vurmaya çalışanlara karşı tehciri uyguladılar.
İttihatçılar, Türk Tarihinde ilk defa bir ekip ve dava anlayışı içerisinde bir bütün olarak hareket ederek, dünya tarihinde bile eşine az rastlanan her şeylerini vatana atayan bir vatan fedaileri grubudur. Türk Tarihi, bir daha, bu kadar donanımlı, bu kadar vatansever, bu kadar namuslu, bu kadar milletin duygularıyla hem hal olmuş bir kadro anlayışına sahip olamadı...
Onlar, kendilerini halkın parçası sayıyor ve öyle yaşamaya gayret ediyorlardı. Talat Paşa, sadrazam olunca sadrazam köşküne taşınmamıştır. Ayasofya’da eski evinde oturmayı sürdürmüştür. Geçimini borçla sağlamaya çalışmış ve beş parasız ölmüştür. Öğlen yemeklerini sefertası ile elinde taşıyarak sadarete götürüyor. Halkın yediği kara ekmekten başka ekmek eve sokmuyor....
Kaşgarlı Mahmud’un eseri olan Dîvânu Lugâti't-Türk Ali Emiri tarafından yayınlamasını için ikna etmek için büyük gayret etmiştir. Sadrazam olan Talat Paşa Ali Emir’inin elini öperek o eserin yayınlanmasını sağlamak için gönlünü almıştır. İşte Türk yöneticisi olmak böyle bir şeydir.
Nazırlığı sırasında, seyahatler için aldığı harcırahların artanını iade edince, görevli memur ne yapacağını şaşırıyor. Çünkü o ana kadar harcırah alıp ta kalanını iade eden olmamıştır. Belli ki ilk kez böyle bir şeyle karşılaşıyor. Memur uygulamanın böyle olmadığını anlatmaya çalışıyor. Ama aldığı yanıt kesindir: “Ben hakkım olmayan parayı almam!” diyerek ona kızmıştır.
Esas adı, Mehmet Talât’tır. Sıradan bir Türk evladıdır. Ama onu vatan fedailerinin lideri yapan bilgeliği, samimiyeti, dürüstlüğü, kahramanlığı ve vatan sevgisinin zirve yapmasıdır.
Siyasal İslamcılar onu mason olmakla suçluyor ve bu sebep ona hain muamelesi yapıyorlar. Hâlbuki, o lider pozisyonunda olduğu ve zaman zaman hapse atıldığı için jurnalcilerden ve takibattan kurtulmak için localara girmek zorunda kalmıştır. Çünkü, Jurnalcilerin giremedikleri tek yer mason dernekleriydi. Yandaş yazar Murat Bardakçı’nın bile “Abdülhamit’in hafiyeleri sadece mason derneklerini takip edemiyorlardı. Abdülhamit masonlar toleranslı davranıyordu” diye yazmıştır. Selânik’te Genç Türkler, güvenli toplantı mekânları ararken, Karasu onlara toplantılarını mason localarında yapma fikrini vermişti. İttihatçıların masonlukları bu kadardır.
Balkan savaşı sırasında gönüllü asker olarak Edirne’de görev aldıysa da muhalif propaganda yaptığı gerekçesiyle İstanbul’a geri gönderildi. Çünkü devletin başında Hürriyet ve İtilafçılarında olduğu bir grup vardı.
Hem nazırlığında hem de sadrazamlığında Filistin’de Yahudilere karşı taviz vermemiştir. Yahudiler, Babil sürgününden sonra Yahudiler ilk defa Camal Paşa tarafından Filistin’den tehcire ve sürgüne tabi tutulmuşlardır. Birçok Yahudi devlete ihanetten suçlu bulunarak asılmıştır. Konunun en ilginç tarafı ise Gazze Katliamının bile durduramadığı Yahudilerle ticaret yapanların yakınlarını destekleyenler Talat Paşa’yı utanmadan Yahudilere hizmet etmekle ve hıyanetle suçluyorlar. Daha da ötesi ise utanmadan, sıkılmadan, Babilden sonra dünyada 2. defa Yahudi sürgünü ve tehcirini uygulayan Cemal Paşa'yı da masonlukla suçlayıp İsrail’in kurulmasına hizmet etmekle suçluyorlar.
Türkiye, bir noktada mecbur kaldığı Almanya İttifakı dolayasıyla Almanya Devletin de baskısıyla Alman Siyonistleriyle görüşmek zorunda kalmıştır. Siyonistler, Osmanlı Devleti ile olan görüşmelerin başından sonuna kadar, ısrarla Filistin’de bir “Milli Yahudi Yurdu” kurulmasını talep etmişlerdir. Sadrazam Talat Paşa ise her seferinde “milli” kelimesine karşı çıkmış ve bunun bağımsızlıkla sonuçlanabileceğine dikkat çekerek, Siyonistlerin bu yöndeki taleplerini ret etmiştir. Fakat bu reddi diplomatik yollarla yapmıştır. Zira Talat Paşa Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden şekillenecek olan bir dünyada Türkiye’nin dünya hakimiyetinde söz sahibi olduğu meydana çıkmış Yahudilerin desteğinden( ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya tarafından Yahudilere devlet sözü verildiğini öğrenmişti. Balfour deklarasyonundan da haberdar olmuştu) mahrum bırakmak istememiştir. Onun için de işi sürekli komisyonlara havale ederek zaman kazanma yoluna gitmiştir. Talat Paşa işi sürekli komisyonlara havale ederek, başarılı bir diplomasi ile Siyonistleri sürekli oyalamıştır. Aynı zamanda ülkeyi batıya karşı bir çok konuda desteğini aldığı Almanya'nın da darılmasını önlemiş oldu.
Talat Paşa sıradan bir posta memuru değildi. O zamanlarda aydınların kahir ekseriyetinin şikâyetçi olduğu baskıcı istibdat yönetimi aleyhine daha rahat çalışabilmek için Hukuk öğreniminin sonuncu sınıfından ayrılarak posta memuru olmuştur.
Zorluklar karşısında sürekli çözüm arayan, gelecekte ulaşılacak başarıya olan inancında ısrarlı ve umudunu hiç kaybetmeyen kişiliği, Talât Paşa’nın liderliğini tartışmasız kılıyordu. Onu çok yakından tanıyan Tanin gazetesi Başyazarı Hüseyin Cahit Yalçın, “Eğer Talât Paşa olmasaydı İttihat ve Terakki olmazdı. O, örgütün kubbe taşı, çimentosu ve temeliydi” diye yazıyor.
Hüseyin Cahit Yalçın o dönemi şöyle anlatıyor: “İttihatçı olmadım. Ama bir süre içlerinde bulundum. Bunlar kadar vatansever ve gözü kara kadroları hiç görmedim. Devlet çözülme noktasına gelmişti. Vergi toplanamıyor, borç batağındaki memurlara maaş ödenemiyordu. İttihatçılar başa geçince, nasıl oldu bilmiyorum, öyle bir vergi toplanmaya başladı ki, hayret ettim. Devlete bir disiplin getirilmişti. Artık memurlara maaşları her aybaşında muntazam ödeniyor, âdeta devletin yüzüne kan geliyor, devlet diriliyordu” diyor.
Umutsuzluk Talât Paşa’nın sözlüğünde olmayan bir kelimedir. Çanakkale zaferi; onun iyimserliğini doruğa ulaştıran başarılardan biridir. Sovyet Hükümetiyle, 3 Mart 1918’de imzalanan Brest-Litovsk Barışı da onu mutlu ediyor. Bu antlaşmada Talât Paşa’nın çabalarının önemli bir rolü vardır. Bu antlaşma ile Rusya’yı savaş dışı bırakarak hatta milli mücadelenin kazanılmasında en büyük silah ve Batıya karşı savaşımızda mühimmat desteği aldığımız dost ve müttefikimiz olmuştur.
Brest- Litovsk görüşmelerinde Talat Paşa’yı yakından tanımaya fırsat bulan Lersner’in Türkische Post gazetesinde yayınlanan makalesinde Talat Paşa kendine şu cümlelerle yer bulmuştu:
“Talat Paşa İttihat ve Terakkî’nin en ateşli lideriydi. Enerji doluydu. Hem ruhen hem de bedenen güçlü bir kişilikti. Cesur ve neşeliydi. Onun içten gülmesi yanındakileri rahatlatıyordu. Zorluk tanımıyordu. Lügatinde zor diye bir kelime yoktu. Her an sorun çözmeye hazırdı. Sorunun temelini hemen görür ve isâbetli teşhis koyardı. İnsan onun yanında hiç sıkılmazdı. Her zaman hararetle anlattığı ilginç düşünceleri mevcuttu. Resmî toplantılarda heyecanla dinler, düşünür, birkaç soru sorar ve sonra açık bir şekilde kendi kararını söylerdi. Onunla konuşurken meseleyi iyi aktarmak ve ondan ne istediğini iyi ortaya koymak gerekir, yoksa hemen sıkılırdı.”
Bernstroff’tan evvel Almanya İstanbul Büyükelçiliğini yürüten ve daha sonra Alman Dışişleri Bakanlığı görevini de üstlenecek olan Kühlman ise Talat Paşa’yı şöyle betimler:
‘‘Talat, geniş omuzlu, iri yapılı, etkileyici gözleri olan ve sâkin görünüşlü bir adamdı. Ayrıca inanılmaz bir irâde gücü vardı. Kati yürekli ve zorba olması gerektiği zamanlarda bunu rahatlıkla ve gizleyerek yapardı (…) Talat önemli kişilerin sâhip olduğu özelliklere sâhip bir devlet adamıydı… Onun en önemli özelliği bir problemi hemen anlama ve karışık problemleri akılcı bir yolla, hızlıca basit bir forma sokma yeteneğine sâhip olmasıydı. Dolayısıyla Talat’ta, Ortadoğu’daki diğer yüksek rütbeli memurlarda az bulunan bazı özellikler vardır; inanılmaz bir espri anlayışı, bazen kendisini bile ironi konusu yapmaktan çekinmemesi, geçmişte zorlukları ve sadrazamlığa uzanan yoldaki olumsuzlukları unutmak yerine onları espri konusu yaparak hatırlayabilmesi gibi. Bir Ortadoğulu ne denli tam dürüst ve güvenilir olursa, Talat bu özelliğe o denli sâhipti. “
Onun için bilimin ve ahlakın yol göstericiliği en önemli ilkelerdir. Savaşın en yoğun olduğu dönemde, günümüze de ışık tutacak bir dersten söz ediyor. “Bu harbin bize telkin ettiği en büyük ders: asri bir milletin bilhassa ilim ve ahlakla yükselebileceği kanaatidir. Milletlerin tecrübeleri açık bir surette gösteriyor ki, bir memlekette kanun hâkimiyetinin temin edilebilmesi için, evvel emirde ilmin ve ahlakın hâkimiyetinin temin edilmesi gerekir”. Peki ya sonraki yöneticiler!
Ziya Gökalp, millet ve cemiyet için Talât Paşa’nın anlamını, değerini yazdığı bir şiirle anlatıyor:
“Sen candan birleştiren bir ruhsun…
Vicdanını sende görür cemiyet:
Necat teknesidir. Sen Nuh’sun,
Sen olmasan öksüz kalır bu millet,”
Cavid Bey bir mektubunda: “Her zor anda vatanda ve örgütün başında bulunmasını bildin” diye yazar.
O hep şöyle diyordu: “Beni bir gün sokakta vuracaklar. Alnımdan kan akarak yere serileceğim. Yatakta ölmek nasip olmayacak. Ziyanı yok, varsın vursunlar. Vatan, benim ölümümle bir şey kaybedecek değildir. Bir Talât gider, bin Talât yetişir.” Ama ne yazık ki Talatlar yetişmedi!
Talât Paşa, Berlin’den Mustafa Kemal’e yazdığı mektupta; Milli Mücadele için Türk ve İslam âleminin desteğini almanın gerekliliğini belirtiyor. O, günün görevinin: “mazideki umumi ve hususi hataları unutarak geniş bir fikirle herkesin kabiliyetinden azami istifade ve bu suretle umumi gayeyi temine çalışmak” olduğunu söylüyor. Muvaffakiyetinize bütün kalbimizce duacıyız.
15 Mart 1921’de İranlı bir Ermeni tarafından, Berlin’de evinin bulunduğu sakakta vuruluyor. Çevredekiler tarafından yakalanan katil yargılanıyor. Alman yetkili makamlarının katilin cezasını mutlaka göreceğini söyleyen demeçlerine karşın, Türklerin gösterdiği savunma tanıkları dahi dinlenmeden – Ermeni kurtuluş hareketinin bir gösteri alanına dönüştürülen - mahkemede, katil beraat ettiriliyor. Katilin İngilizler tarafından Berlin’e gönderildiğini onlardan talimat ve para aldığını polise itiraf ettiği bilgisi Ankara’da, bir Amerikan ajansına atfen duyuruluyor.
25 Şubat 1943’te Alman Hükümetinin izniyle Türkiye’ye gönderilen Talât Paşa’nın naşı, görkemli bir törenle “Hürriyeti Ebediye” tepesine gömülüyor. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Celal Bayar, Fevzi Çakmak ve diğer pek çok yönetici cenaze törenine katılıyor ve eski önderlerini saygıyla selamlıyorlar. Diğer hürriyet şehitlerinden; Enver Paşa’nın, Eyüp Sabri Bey’in ve Atıf Bey’in mezarları da “Hürriyeti Ebediye” tepesindedir. Onlar artık “sonsuz hürriyetin toprağında” yatıyorlar.
O ve ekibi 93 Harbinde sonrası yapılan Berlin Anlaşmasında kabul edilen “ Trabzon’un da içinde olduğu Sivas’tan İskenderun’a inen hattın doğusunun yönetiminin iki yabancı bölge valisinin yönetmesi ve Ermeniler lehinde ıslahat yapılması ve o bölgelerdeki yapılacak ıslahatların Rusya tarafından kontrol edilmesi( yani Rusya hakimiyetin de özerk Ermenistan kurulması) ” konusunda İngiltere, ABD, Fransa, Rusya, İtalya dayatmalarını kabul etmemiştir.
Talat Paşa ve İttihatçılar, Aynı devletlerin paylaşım masasına yatırdıkları Türk Milleti ve Türk Vatanını tekrar ayağa kaldırmak için cepheden cepheye koşmuşlardır. En azından İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya ittifaklarını Çanakkale Savaşı neticesinde bozarak; düşman Rusya’yı o ittifaktan çıkartarak kendi yanına almışlardır. Milli Mücadele yıllarında silah ve diğer malzeme tedarikinde dost bir ülke haline dönüşmesinin zeminini hazırlamışlardır.
Alnındaki ter, bir vatanın döktüğü terken,
Nabzındaki kan belki de bir nesle yeterken,
En sonra eğildinse de kurşunla eğildin,
Altınlar akarken de züğürt ölmeyi bildin.
Türk Tarihinde kıymetleri çok az kişi tarafından bilinen bu emsalsiz kadro, birçok müslümanın ihanetine, birçok Türk'ün vefasızlığına ve haksız yere suçlamasına maruz kalmıştır. Türkiyede ilk defa Türklere Türk olduğunu hissettiren lider kadrosunun tamamına yakını şehit olmuş, birkaçı da kurtuluşu için fedarkarca çalıştıkları Türkiyenin 1926'sında uyduruk bir dava ile asıldılar. Değerleri bilinçli Türklerce anlaşılacağı umuduyla, başta Mehmet Talât Paş'ya, Enver Paşa'ya, Cemal Paşa'ya onların dava ve silah arkadaşlarına Rabbim rahmet eylesin....
İttihat ve terakki yöneticileri vatan için mücadele vermiş kahramanlardır. Kurtuluş savaşına Talat paşa Berlin’den İtalya’ya giderek kurtuluş savaşına silah temini yapmıştır. Talat,Cemal paşalar kahbece şehit edilmiştir. Enver paşayıda ve tüm kahramanlarımızı rahmetle anıyorum.
RABBİM BAŞTA KAHRAMAN GÂZİ VE ŞEHİT PAŞALARIMIZ OLMAK ÜZERE BU AZİZ VATAN İÇİN CAN VEREN CÜMLE ŞÜHEDAMIZA VE GÂZİLERİMİZE SONSUZ RAHMET EYLESİN. RUHLARI ŞÂD MAKAMLARI MÜBAREK OLSUN. ÖMRÜNE VE İRFANINIZA BEREKET SEVGİLİ GARDAŞIM, DEĞERLİ ÜLÜKDAŞIM!
Sayın hocam, tarih ve siyasetle ilgili yazılarınızı ilgiyle okuyor ve çok faydalı buluyorum. Hem de tarihin her dönemiyle ilgili doyurucu yazılar kaleme alıyorsunuz. Bunu takdire şayan bulduğumu ifade etmek istiyorum. Teşekkürlerimle.