Bazen bir sabah sessizliği anlatır her şeyi. Perdeyi çekip pencereyi açtığımızda sabahın o ilk serinliği ciğerimize dolarken, şehrin caddeye dolmaya başlayan sesleri, günün bizi nasıl karşılayacağını fısıldar. O an, ne bir haber bülteninde duyulur, ne bir fotoğrafa sığar. Ama ruh bilir. İşte tam orada, hayat satır aralarında kendini gösterir.
Koşturduğumuz, yetişmeye çalıştığımız, “Yarın hallederim” dediğimiz onca şeyin arasında kayıp gider o incecik anlar. Oysa bir öğrencinin teneffüste seni uzaktan izleyip gülümsediği anda saklıdır bazen bütün hayat. Ya da yolda yürürken kaldırıma düşmüş bir ekmeği eğilip kaldırmakta… Küçük, önemsiz, sıradan gibi görünen ama ruhun büyüdüğü yerlerdir bunlar.
Biz zannediyoruz ki hayat büyük kararların, gösterişli anların toplamı. Oysa belki de en çok o anlarda yaşıyoruz ki fark etmiyoruz bile. Bir nefes alışta, çayın ilk yudumunda, kapıdan çıkmadan önce evin sessizliğinde. Hayat, biz dikkat kesilmediğimizde bile bize fısıldıyor: “Ben buradayım, küçük bir şeyin içinde saklıyım.”
O yüzden bazı sabahlar, Can Yücel’in “Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama…” dizeleriyle başladığı ‘Sağlık Olsun’ adlı şiirine atıfta bulunurcasına yarım saat erkene kurarım saatimi. Aceleyle hazırlanmak yerine biraz daha yavaş hareket ederim. Aynada gözlerime bakarım mesela, orada yalnızca yorgunluk değil; yılların, yaşanmışlıkların, hayal kırıklıklarının ve umut kırıntılarının bıraktığı izleri görürüm. Yüzüm değil, ruhum uyanıyordur o an. İşte tam orasıdır hayatın alt satırı... Kimsenin yüksek sesle okuyamadığı ama kalbimin ezbere bildiği yer.
Bir keresinde bir öğrencim, teneffüste yanıma gelip sessizce defterini masama bıraktı. İçinde sadece bir cümle vardı: “Sizi görünce kendimi daha iyi hissediyorum. Bana ilham veriyorsunuz.” O gün hiçbir eğitim politikası, hiçbir başarı istatistiği bu cümle kadar kıymetli gelmedi bana. Çünkü o çocuk, gündelik bir anın içinde kendi iç sesimi bana geri vermişti. Bazen sadece var olmak, yeterince öğretici olabilir ve duruşunuz birilerine ilham verebilir.
Hayatın içindeki mucizevi sessizlik, kalabalık cümlelerin gölgesinde unutuluyor. Ama gerçek bağlar orada kuruluyor: Birinin elini omzuna koyuşunda, otobüste annesinin kucağındaki bir çocuğa göz kırptığınızda yüzünde beliren tebessümde, alışveriş poşeti taşırken yardıma uzanan bir elde... İnsan bazen yalnızca anlaşılma korkusu olmadan da sevilmeyi hissedebilir. Ve bu his, en gürültüsüz olanıdır. En kıymetlisi de...
Belki de artık büyük anların peşinden koşmak yerine küçük anlarda kalmayı öğrenmeliyiz. Bizi iyileştiren şey, hayatın yüksek sesle söyledikleri değil; fısıltılarıdır. Kimi zaman bir dostun göz kırpışı, kimi zaman yalnızca pencereyi açtığımızda içeri dolan esintidir. Hepsi bir şey anlatır, ama ancak dinlemeyi bilirsek.
Bugün dışarı çıkarken adımlarınızı sayın mesela. Çayını içerken buharının kıvrımlarını izleyin. Bir çiçeğin yaprağına dokunun. Ya da yalnızca gözlerini kapatıp bir an kendinize kulak verin. Hayat, size kendini anlatıyor olabilir. Çünkü hayat, sadece başlıklarda değil, satır aralarında saklıdır. Ve belki de gerçek yaşam, sessizce yaşanandır.
Hayatın satır aralarında soluklanmayı ve hayatın gözlerine gülümsemeyi unutmamak temennisiyle…
Hürmetler...