Soğuk bir kış akşamı çökerken mevsimin titreyen hüznüne, mutlu yaz günlerini hatırlar insan. Üşüyen ellerini çayın sıcaklığıyla ısıtmak isterken ılık bir yaz akşamından kalan şarkı diline takılıverir. Hepimiz zemheri ayazında yaz akşamlarını hatırladığımızda gülümseriz. Yazın mutlulukla, kışın hüzünle ilişkilendirilmesi bir kurmaca olabilir mi?
Duygularımızı ve düşüncelerimizi ifade etmek için kullandığımız sıcaklık ya da soğukluk ifadelerini içeren metaforlar sadece ezberlediğimiz için mi dilimize geliyor? Şimdi dönün ve kalbinize bakın gerçekten de öyle hissetmiyor muyuz?
Birine yakınlık duyduğumuzda ona ‘içimiz ısınıyor’ ve birini gerçekten sevdiğimizde ona karşı ‘sıcak duygular’ besliyoruz. Güvendiğimiz ‘karda yürüyüp izini belli etmeyen” o insan bize yanlış yaptığında ‘güvendiğimiz dağlara kar yağıyor’ ve ondan ‘buz gibi soğuyoruz’. “Yaz cennetin, kış cehennemin nişanesidir.” diyen ataların torunlarıyız hepimiz. Yüzyıllardır süregelen ataların sözleri yanılıyor olamaz elbet. Ya da ansızın dilimize düşen o sevdiğimiz şairlerin şiirleri. Edebiyatta da soğuk kederle, kasvetle, yalnızlıkla ilişkilendirilirken; yaz ve sıcak, neşeyle, aşkla, mutlukla ilişkilendirilmiştir.
“Kardır yağan üstümüze geceden,
Yağmurlu, karanlık bir düşünceden” diyen Ahmet Muhip Dranas’ın
“Bir beyaz titreyiş, bir dumanlı uçuş,
Eşini kaybeden bir kuş
Gibi kar
Geçen ilkbahar günlerini arar…” diyen Cenap Şahabettin’in
“Esiyor tane tane yine beyaz bir rüzgâr.
Söyleyin hangi kuşun kanatları yolundu,
Yine hangi ağaçtan döküldü bu yapraklar?
Yağan beyaz bir sükût, bir mahşerdir sanki kar!” diyen Cahit Sıtkı Tarancı
“Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu.
Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.” diyen Yahya Kemal Beyatlı’nın
dizeleriyle kar mevsimine ve soğuğa karşı aynı duygularla kederlenmiyor muyuz?
Ama yine Yahya Kemal’in
“Rü’yâ gibi bir yazdı. Yarattın hevesinle,
Her ânını, her rengini, her şi’rini hazdan.
Hâlâ doludur bahçeler en tatlı sesinle!
Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan.” dizeleriyle
“Sen bir karanfilsin, delisin
İçlisin de, bükersin hemen boynunu
Mendilimin içindeki kirazdır
Mendilimin içi kiraz
Bilmem ki, ne desem, yaz mutluluğu.” diyen Edip Cansever’in dizeleriyle
“Çünkü güneş ve kalın mavi
İnsana hiçbir şey hatırlatmaz
Öyle ki toparlar hayatın kalbini” diyen Turgut Uyar’ın dizeleriyle
“Yaz geldi paldır küldür
Yunus Emre indi
Suya havaya toprağa” diyen Can Yücel’in dizeleriyle yazın o sıcak neşesi yüreğimize düşüyor.
Peki neden duygularımızı, düşüncelerimizi ve insan ilişkilerimizi sıcaklık ya da soğukluk ile ifade eden bu kadar metaforumuz var? Hiç düşündünüz mü?
Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’nde bilişsel bilim ve dilbilimi profesörü olan George Lakoff’a göre, etkilenme gibi soyut kavramların bedensel duyulara sıkıca bağlı olması nedeniyle insanlarla ilişkilerimizi sıcaklıktan yola çıkarak muhakeme ediyoruz. Lakoff’un hipotezi için, bu deyişlerin salt bir metafordan fazlası olduğunu gösteren kanıtlar vardır. Toronto Üniversitesi’nden bir psikolog grubunun yaptığı çalışma, toplumdan dışlanmış oldukları bir deneyimi hatırlayan katılımcıların bir toplumsal kaynaşma deneyimini anımsayan gruba nazaran oda sıcaklığını daha düşük olarak tahmin ettiğini gösterdi. Utrecht Üniversitesi’nden Hans Ijzerman ve Gün R. Semin, bu durumun ilişkisel anlamda tam tersinin de mevcut olduğunu ispatladı. Psychological Science’ta yayımlanan makalede, sıcaklığın, toplumsal ilişkilerin algısını ve bu algıları tasvir etmede kullanılan dili etkilediğini gösterdiler.
Ijzerman ve Semin araştırma için 33 öğrenciyle çalıştı. Gözlemin en başında katılımcılar iki gruba ayrılmışlardı. Odaya girdiklerinde, sıcak koşullarda olanlara tutmaları için sıcak içecek, soğuk koşullarda olanlara da soğuk içecek verilmişti. Bu sırada da gözlemciler bir bilgisayara görünür bir şekilde bir anket yüklediler. Çalışmanın içeriğiyle alakası olmayan bu anketi doldurduktan sonra, katılımcılara tanıdıkları bir kimseyi seçmeleri söylendi ve onlardan kendilerini ve o kişiyi Inclusion of Other in Self (IOS) ölçeğine göre oylamaları istendi.
Tanınan kişi ile olan kesişmede algılanan seviyenin, gözlemin başlangıcında sıcak bir içecek tutan katılımcılar için, soğuk bir içecek tutan katılımcılarınkinden açık bir şekilde daha yüksek olduğu bulundu. Benzer olarak, yakın zamanda yapılan bir başka çalışma, elinde sıcak bir bardak kahve olanların buzlu kahve olanlara kıyasla diğer insanları daha cömert ve yardımsever bulduklarını ortaya çıkardı.
İkinci bir deneyde, Ijzerman ve Semin oda sıcaklığını değiştirmenin tiyatral olarak sergilenen sosyal olayları tasvir etmede kullanılan dili etkileyip etkilemeyeceğini araştırdılar. Bu sefer, 52 katılımcıdan soğuk (15-18C) ya da sıcak (22-14C) bir odada oturmaları istendi ve katılımcılara, sonrasında kendi kelimeleriyle anlatmalarının isteneceği hareketli satranç taşlarından oluşan bir kısa klip izletildi. Gözlemci, kullanılan dilin soyutluğuna göre, gelen yanıtları kaydetti. Daha sonra, katılımcılar IOS ölçeğini kullanarak gözlemci ile olan ilişkilerini anlattılar. İstatistiksel analizler gösterdi ki, sıcak ortamda olanlar soğukta olanlara kıyasla, animasyonu daha somut terimlerle anlattı ve kendisini gözlemciye daha yakın hissetti.
Bu çalışmalar sıcaklığın doğrudan sosyal ilişkiler ile dili ve cansız nesneler arasındaki ilişkiyi algılamayı etkilediğini göstermektedir. Bulgular, kanaat oluşturma süreçlerinin bedensel algılara dayandığı fikrini destekliyor. Özellikle, çoğumuz için gündelik hayatta önemli yere sahip olan kişiler arası ilişkilere, sıcaklığın fazlasıyla etki ettiği yönünde daha ileri kanıtlar sunuyor.
Yalnızlık kişinin üşüdüğünü hissetmesine neden olup hüzünlendirirken, sıcaklık neşeyle beraber sosyal yakınlığı getiriyor.
Bizler, bol köpüklü bir Türk kahvesinin sıcaklığında, sevdiklerimizle sohbet edip dostluğumuza kırk yıl hatır eklemeye devam edeceğiz.
Sıcacık günler diliyorum.
Reyhan YILDIZ