“Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” der Herakleitos. Baş döndürücü bir hızla değişen dünya döndükçe bizi de peşinden yörüngesinde döndürmeye devam ediyor. Sonuçta zamana ve mekâna kayıtlı varlıklar değiliz. Yoksa “Şimdiki aklım olsa…” sözü nasıl literatüre girerdi. Zaman, mekân, olgular ve dahi insanlar değişir. O zaman diyebiliriz ki aslında hiç kimse sandığı kadar kendisi de değildir.
Alıştığımız, bildiğimiz konfor alanımızda egomuz duruma ve şartlara göre şekilleniyor. Alışkanlıklar oluşmaya başladıktan sonra o konfor alanından çıkarmamak adına egomuz türlü bahanelerle bizi oyalayıp kandırıyor.
Süper ego ve id arasında git geller yaşayan egomuz şekillenirken, dış dünyayla ve kendi dürtüsel dünyamızla olan ilişkimiz “Ben zaten böyleyim.” cümlesine evriliyor. Gerçekten de biz zaten böyle miyiz? Böyle miydik? Böyle mi olacağız?
Sözlerimin karşısına çıkması muhtemel “İnsan yedisinde neyse yetmişinde de O’dur” atasözü nün özünü çevreleyen karakter ve bunlar sonucu ortaya çıkan tavır, ve davranışlardır benim anlatmak istediğim.
Karakter tanımını terminolojik olarak yaparsak; APA’ya göre karakter; bireyin niteliklerinin ve kişilik özelliklerinin, özellikle de ahlaki, sosyal ve dini tutumlarının toplamıdır. Yani kişiliğin aile, toplum, kültür gibi etkileşimler sonucunda kazanılan özellikleridir. Karakter, kişiliğin ahlaki yanıdır. Freudyen yaklaşımında bulunan süper ego kavramı karakter ile özdeştirilebilir. Örnek verecek olursak; nasıl düşüneceğimizi, nasıl davranacağımız gibi durumlarda çevremizin etkisiyle yorumlarda bulunuruz. O sebeple kişiliğe göre daha değişebilen ve şekillenebilen bir yapıya sahiptir.
Kişilik ve karakter kavramlarını anlamamız ve ayırmamız gerekiyor öncelikle. Terminolojik olarak kişilik; temel özellikler, ilgi alanları, dürtüler, değerler, benlik kavramı, yetenekler ve duygusal kalıplar dâhil olmak üzere birçok güç tarafından şekillendirilen karmaşık ama dinamik bir bütündür. Genellikle kalıtsal olarak bilinse de ailesel, toplumsal ve kültürel gibi birçok faktörden etkilenmektedir. Bireyin iç dünyası ve dış dünyayla nasıl düşündüğü, hissettiği ve davrandığını belirleyen, zaman içinde tutarlı, sürekli, tahmin edilebilir, bireye özgü denilse de dinamik özelliği ile literatürde tam ve net bir tanımı bulunmamaktadır. O sebeple kişilik ile ilgili yorumları işin uzmanlarına bırakmak daha akıllıca bir yol olacaktır.
Sonuçta insan olarak dinamik bir yapıya sahibiz. Fiziksel özelliklerimizde oynamalar yapabiliyorsak bilişsel ve duygu dünyamızla da ilgilenip şekillendirebiliriz. Burada önemli nokta kendimizi tanımamız aslında. Bir aynaya bakar gibi kendimizin öznesinden çıkıp nesne durumuna getirip kuşbakışı bakabilmek. O zaman bilişsel ve duygu dünyamızda da karakter özelliklerimizden sevmediklerimizi, düşünce, tavır ve hallerimizi de değiştirebiliriz. Bunlar değiştikçe duygularımız da değişecektir. Sürekli olumsuz şey düşünen insanın en çok yaşadığı şey elbet üzüntü ve öfke duyguları olacaktır. Bu özellikler de karakterine yansıyacak ve çevresi tarafından genellenip onun kişiliği gibi algılanmasına da sebep olacaktır.
Denildiği gibi zamana ve mekâna kayıtlı varlıklar değiliz. Zaten inanışımıza göre de zamandan ve mekândan münezzeh tek şey yaratıcıdır. Bir çocuğa öğretir gibi hayatı her gün yeniden kendimize öğretebiliriz. Güneş her gün yeniden doğuyor. Her günün hissiyatı da diğerinden farklı olabiliyor. Her daim mutlu olmak gibi bir ütopya dünyası elbet vaat etmiyorum. Kendimizi her gün yeniden keşfetmek lazım ve hissedilen zaman ile hissedilen mekânın hakkını vermek. Çünkü insana verilen en büyük nimetlerden biri değişmek. Sabah huzurla açılan gözlerin uykuya huzurla kapatılmasını sağlayan en önemli şey huzursuz eden ne var ise değişeceğini bilmek.
Kilit biziz anahtar da. Güzelliklere doğru değişmek temennisiyle…