Kendimizden kaçıp yine kendimize vardığımız bir aynadır hayat. Seyreylerken suretimizi, gözlerimizdeki hareler aynanın sırıyla sırlanır. Ve o sırdır aslında bize, kendimizi ele veren. Ne kadar kaçsak o kadar yakalanırız. Yakalandıkça kaçarız. En çok yazdıklarımız ele verir bizi. Bir de okuduklarımız. Okurken her altını çizdiğimiz cümlede asılı kalırız. Boğazımızda kalan, yüreğimizi yaralayan, içimizdeki uhdelerdir o altı çizili cümleler.
Kendimizden bir parça bulduğumuz roman karakterlerini severiz en çok. Bazen yel değirmenleriyle savaşan Don Kişot, boşuna uğraştığımız emeklerimizi hatırlatır. Bazen de bir sevgiliden kaçmak istercesine çıkılan bir yolda, nicesine ışık olduğumuzu Çalıkuşu ikrar eder bize. Acının gerçekte ne olduğun, bir şeker portakalı ağacındaki Zeze işler ciğerimize. Tatar Çölü’nde genç teğmen Giovanni Drogo’nun uçsuz bucaksız bozkıra dalan gözleri gibi seyreyleriz ömrümüzü. Bazen de ansızın bir romanda Oblomov çıkar karşımıza. Kimselere göstermek istemediğimiz sırları Oblomov’un diliyle okuduğumuzda yine kaçarız. Dolanır dolanır da etrafımızda yüzlerce tel örgü ile çevreleriz içimizi.
Peki yazmak? Yazmak, yüzleşmek demek aslında. İçimizde çevrelenen tel örgüleri içimizi kanata kanata sökmek. Tellerde asılı kalan cümlelerimizi ifşa edebilir miyiz? Hazır olmadan yazabilir miyiz? Ya da buna hazırlanabilir miyiz? Dolup bir boşluğa, içimizdekini aksettirebilir miyiz? Herkesin cevapları ayrı, varacağı yol bir. Yazmadan bunu bilemeyiz. Yazmadan yüzleşemeyiz. Biriktikçe dağ olur. Dağın sisi, pusu çok olur. Dağıtmak için o puslu havayı; bir iç geçirip, kalemimin ucunu yontar, öper başlarım ben yazmaya.
Hayat bir süreç… Solan takvimlerin yenisi gelir, mevsimler değişir, yıllar serpilir. Her aynaya baktığımızda aynı gözleri çoğu zaman görmeyiz. Dil farklı sözler söyler; başka yüzlerle başka sohbetler çeker bizi. Ama kalemimiz elif gibi dik durur. O eninde sonunda yüreğimizdeki o hikâyeye sürükler bizi. Biz kaçtıkça kalem binlerce çit çekip döner durur o duygunun çevresinde. Bunu sayfalar dolusu yazıp ucunu yontacak kalemimiz kalmadığında anlarız. Sonunda bir hikâyenin kahramanıyla alt ederiz o pişmanlığımızı. Yüzleştikçe içimizdeki uhdeyle, diğeri eşikte bekler gibi selamlar bizi. Boğazımızda asılı kalan cümleleri ışığa kavuşturmak için yazarız çoğu zaman. Yazdıkça büyür, yazdıkça üstesinden geliriz. Göllerde salınan sazlıklara elbet hürmetimiz var. Ancak akarsu olmayı seçmektir aslında yazmak. Yazdıkça çağıldamak, yazdıkça durulaşmak ve her daim yolda olmak. Denize ulaşılır mı bilinmez. Gözleri ufukta, adımlarını yolların bağrına yük etmeden yola çıkanların işidir yazmak.
Yazmak…
Sırtlanıp keçeden bir heybeyi, giyip ayaklarında çarıklarını, yola çıkar gibi yazmak.
Yolda selam vermek için ayağa takılan sabır taşının acısını bal eyleyerek yazmak.
Omuzların bitkin çöküp yaslandığında bir çınara, kabuğunu okşayarak yazmak.
Kızdığında öğle vakti, sana serinliğiyle yarenlik eden yaprağın dostluğuna yazmak…
Sessizce kabullenişlerin gün batımı sonrası, kendinden büyük rızkını yuvasına taşıyan bir karıncanın inancıyla yazmak
Gece çökerken dünyanın telaşesine, yıldızları bir bir sıralayıp göğe, ayın şavkına yazmak…
Fecr vakti ağarırken tan yeri, gözlerini ufuktan ayırmadan gelmeyen sevgiliyi bekler gibi yazmak…
Bir işçinin un çuvalını sırtlayıp alın terini mürekkep eyleyip yazmak…
Diğerleri oynarken annesiz kalan bir çocuğun gözlerindeki hüznü öperek yazmak…
Bir ekmek parçası bulduğunda yavrularına taşıyan köpeğin, adımlayan her patisini okşayarak yazmak
Nefessiz kalacağını bile bile dalıp enginlere, maviliklerden kum tanelerini çıkarır gibi yazmak…
Toprağa emanet ederken canının yarısını, tahtaların üzerine kürek kürek atılan toprağın ağırlığına,
Vestiyerde asılı kalan hırkanın vefasına yazmak…
Cümleler dolusu birikirken hayat, sırlanan camdaki suretine, bir cüzdandan çıkan eski sevgilinin fotoğrafına bakar gibi yazmak…
Yazmak, vakitlerin esaretinden sıyrılıp kalemle adımlanan yolların yankısını Allah’a bırakmak…
Yazmak, aslında bir mürekkep damlası olup her daim huzurda kalmak…
Yazmamışsız da kelimeler adeta yağmur damlaları gibi ahenkle dökülüvermiş toprağın bağrına. Gönlünüze kaleminize sağlık...
Kalemine, yüreğine, emeğine ,gönlüne sağlık mükemmel olmuş bir kere daha gurur duydum tebrikler ayakta alkışlıyorum
Muhteşemmm