“Dostum azdır diye üzülüyorsan teselliyi düşmanlarının çokluğunda arayabilirsin. Kişinin felaketi istediği sayıda dosta kavuşamayışında değil, düşman olunamayacak kadar silik bir hayat çizgisi takip edişindedir.” der İsmet Özel.
Kalemine bereket ne güzel ne kadar naifçe söylemiş üstat. Bu vefasız menfaat dünyasında soluklanmak için ne zarif bir cümle. Okudukça içime ılık bir meltem estiriyor.
Zira ben hiçbir zaman silik bir karakter olmadım. Bu kendimi bildim bileli böyleydi. Şimdilerde de böyle. İnsan yedisinde neyse yetmişinde de o oluyor. Sanki hayat o çizgisini bırakmaması için ona o yolları açıyor ya da insan o çizgiyi bırakmamak için hep o yollara sapıyor. Bunu kendi hayatımda çözümleyemedim henüz.
Babamı toprağa emanet ettiğimden bu yana hayatımı kuş bakışı izlemeye başladım. Anacığımı toprağa emanet edeli çok olmuştu. Kendimin anne babasıyım artık. Arada kendimi özne halinden çıkarıp nesne haline getirmeyi yavaş yavaş öğreniyorum. İçinden çıkıp uzaklaşarak seyreylerken yaşamımı, bazen gülümsüyorum bazen de ağlıyorum. Ağlamak ıslana ıslana uslanmaktır. Meydanda tuzlu suya kıymet verilmediğini iyi biliyorum. O sebeple tenhada ıslana ıslana uslanıyorum.
Bedenim tenhada ıslandıkça ruhum sükunette huzur buluyor. Ve sanki cam kenarı bir otobüs koltuğuna oturup kıvrılan yolları seyreyler gibi yaşamımı seyrediyorum. İşte böyle zamanlarda, dönüyorum ruhuma; sobanın içindeki alev çatırdıyor, çay demini alıyor, sobanın üzerindeki mandalina kabukları odayı rayihasıyla sarıyor ve otobüsün tekerleği dönmeye devam ediyor. Kıvrılan yollarda ilerledikçe otobüs camının buharı siliniyor. Bir nisan yağmurunun toprağa düşüşünü seyreyler gibi yaşamımdaki anılarımın hafızama yağmur olup düşüşünü izliyorum.
Arada vites küçültüp ruhun bedene yetişmesini beklemeyi öğrenmek bana iyi geliyor. Önce kendimi sonra hayatımda iz bırakan ya da hayatımın yanı başından bir gölge misali geçip kaybolan insanlar zuhur ediyor hafızama. Bir ‘Merhaba’yı paylaştığım ne çok insan olduğuna şükrediyorum.
Dostum her daim az ama en vefalısından oldu benim. Bunu annemin çocukluğumdaki öğretisi olan “Bir- iki tane dostun olsa yeter.” sözüne ya da üniversitedeki Türk Tarihi hocam Abrurrahman Çorak’ın “Bir tane sağlam dostunuz olsun. Unutmayın evlendiğiniz kişi sizin eşinizdir, dostunuz değil.” nasihatine bağlayabilirim elbet. Zira iyi bir dinleyiciyimdir. Hayran olduğum insanların sözlerini iyi dinler, iyi beller, bir buyruk gibi o nasihati hayatıma işlerim. Hayatımın her döneminde illa en az bir tane dostum oldu ve birçok arkadaşım. Zamanlar ve mesafeler girse de araya onlar benim her daim dostum olarak gönül köşkümde yer alacaklardır. Eğer olur da okurlarsa bu satırları (ki onlar kalbimi kalbiyle görenlerimdir benim) hepsine selam ve şükranlar olsun.
Düşmanlarım ise hep arkamdan dolandılar. Karşıma çıkamayacak kadar korkaktılar. Silik entrikalarını, nankörce dedikodularını görmeyeceğim, bilmeyeceğim, anlamayacağımı zannedip aklımla alay etme cüretini gösterecek kadar da ahlaksızdılar. Oysa ben düşmanın dahi mertini görmek isterdim. Onlar bu cesareti gösteremediler. Çünkü benle kavgaya ahlak gerek. Ahlak ki muazzam bir kavgadır. Küfürden daha manalı sövüşler barındırır. İnsana sövgüde hakkaniyeti, ahlak barındırır.
Hayat hiçbir zaman gül bahçesi sunmadı hatta vaat bile etmedi bana. Yollarım sert ve keskin virajlarla doluydu. Allah’tan zamanında Hüseyin Nihal Atsız’ı okumuşluğum vardı da “Yufka yüreklilerle çetin yolların aşılamayacağını” üstat vakitlice öğretmişti bana. Ama girişte, gelişmede ve sonuçta insanız. İnsanoğlu güvenmek istiyor. Güven duygusu en tabi ihtiyaçlardan. Çoğu zaman yanılsam da Bezm-i Elest’te buluşup yalan dünyaya gözlerini açan ruhlar arasından yüreği yüreğime denk insanlar umut etmekten asla vazgeçmiyorum.
Ara sıra eşyalara yapılan mevsim temizliğini hayatına da yapmalı insan. Hayatının film şeridi gibi gözler önüne getirilişi seyretmek için ölüm anını beklememeli. Her mevsim hayatını ve yaşamın akışını izlemeli. Çünkü bir şeyi doğru değerlendirmek için onu sevdikten sonra dahi biraz uzaklaşıp seyretmek gerekiyor. Bu vefasız menfaat dünyasında gönlüne denk dostu varsa daha sıkı sarılmalı insan. Kendini yoran insanlardan ise bazen sessiz bazen gürültülü bir şekilde ama illaki uzaklaşmalı.
Peki siz, yaşamınızı ya da hayatınızdaki insanları kuş bakışı izlediniz mi hiç?