HESAP GÜNÜNÜ UNUTMAYALlM
Değerli Okuyucularım!
Bugünkü sohbetimizde, iman esaslarından olan “Ahiret Günü”nden ve bugünde Allah’a verilecek hesaptan söz etmek istiyorum.
İnsan sorumluluk taşıyan bir yaratıktır. Bu, onun temel özelliklerinden birisidir. Allah’ın emirlerine uymak ve yasaklarından sakınmakla yükümlü olan insan, mutlaka bir gün O’nun huzurunda dünyada yaptıklarından sorgulanacaktır. Çünkü O, tesadüfen dünyaya gelmiş değil, Allah’ın takdir ve yaratması ile var olmuştur. Hem de Allah Teâlâ kâinatta olan her şeyi onun hizmetine vermiştir. Kur’an-ı Kerim’de:
"Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?" (Mü'minûn 23/115) buyurulmuş ve insanın bir gün hesaba çekileceği bildirilmiştir. Öldükten sonra dirilip Allah’ın huzuruna getirileceğimiz bu güne “Hesap Günü” diyoruz. Bu gün insanın en önemli günlerinden bir gündür. Peygamberler bile bugünün dehşetinden Allah’a sığınmışlardır. İşte bu Peygamberlerden biri, İbrahim aleyhi’s-selâm’dır. Bakın o, Allah Teâlâ’ya nasıl dua ediyor:
"(Kulların) diriltilecekleri gün beni utandırma! O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar! Allah'a arınmış bir kalp ile gelen başka." (Şuarâ 26/87-89)
Hz. İbrahim bu duası ile bize örnek oluyor, yol gösteriyor. Zaten onun yaptığı bu duanın Kur’an-ı Kerim’de yer almasının hikmeti de budur. Ayet-i Kerime’de şu hususlara dikkatimiz çekiliyor. Ey insanlar, öleceksiniz fakat sonradan dirilip Allah’ın huzurunda hesap vereceksiniz. Bunu hatırınızdan çıkarmayın, hazırlıklı olun. İbrahim aleyhi’s-selâm bir Peygamber olduğu, hatta Allah’ın dostu olma şerefi ile şereflendiği halde hesap gününü unutmuyor ve o gün mahcup duruma düşmemesini Allah Teâlâ’dan niyaz ediyor. Bu Peygamberi örnek alın; Allah’a yönelin, yalvarın ve o gün hesabınızın kolay geçmesini Allah’tan dileyin. Kimseye güvenmeyin, Allah’ın rızasını kazanmaya çalışın. O, razı olmadıkça kimsenin size bir iyilik yapamayacağını unutmayın. Çünkü Allah izin vermedikçe hiç kimsenin bir başkasına şefaat etmesi de sözkonusu değildir. O halde yapacağınız şey, Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bu da ancak O’nun emirlerine itaat etmek ve yasaklarından sakınmakla olur. Evet, o gün mal ve evlâdın fayda vermeyeceği bir gündür. Nitekim başka bir âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
"Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Hiçbir babanın çocuğuna hiçbir yarar sağlayamayacağı, hiçbir çocuğun da babasına hiçbir yarar sağlayamayacağı günden korkun! Şüphesiz Allah'ın va'di gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O aldatıcı şeytan da Allah hakkında sizi aldatmasın." (Lokmân 31/33)
O düşünmesi bile insana dehşet veren günde herkes kendisi ile meşgul olacak, başkası ile ilgilenmeye ayıracak zamanı olmayacaktır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur:
“Kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün onlardan herkesin kendini meşgul edecek bir işi vardır.” (Abese 80/33-37)
Değerli Okuyucularım, insan dünyada bu yakınlarından birisi ile karşılaşsa sevinir ve onları sevgi ile kucaklar. Ama görülüyor ki o gün, değil başkalarından, en yakınları ile bile karşılaşmak istemeyecek, onlardan kaçacaktır. Bir kısmı kendi derdi ile meşgul olduğu için kaçacak, bir kısmı da sorguya çekilirim endişesiyle kaçacaktır. Çünkü kardeş, “Sen bana dünyada yardım etmedin”, anne-baba, “Sen bize iyilikte kusur ettin” eşi, “Sen bana haram yedirdin”, çocuklar, “Sen bize dinimizi öğreterek bizi uyarmadın” deyip yakasına sarılırlar diye onlardan kaçacaktır.
Hz. Aişe validemiz anlatıyor: Peygamberimiz(sav); “İnsanlar kıyamet günü (ilk yaradılışları gibi) yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşrolacaklardır” buyurdu. Ben, “Ey Allah’ın Resûlü, erkek kadın bir arada mı? Bunlar birbirlerinin edep yerlerine bakarlar, nasıl olur? Dedim”. Peygamberimiz(sav);
“Ey Aişe, haşir işi çok zordur, insanların birbirlerine bakmalarına müsait değildir” buyurdu.
Ebû Ubeyde ve İbn Münzir’in rivayetlerine göre Katade şöyle demiştir: “Kıyamet günü insan tanıdığı bir kimseyi görmekten sıkıldığı kadar, hiçbir şeyden sıkılmaz. Çünkü yaptığı bir haksızlık sebebiyle peşine düşülmesinden korkar.”
Ebu Hureyre (ra.) anlatıyor: Allah Teâlâ; “(Ey Muhammed Önce) en yakın akrabanı uyar.” (Şuarâ 26/214) ayet-i kerimesini indirdiği zaman Peygamberimiz(sav) akrabalarını çağırarak Safa tepesinde onlara yaptığı bir konuşmada şöyle buyurdu:
“Ey Kureyş topluluğu, kendinizi Allah’tan satın alın (Allah’ın azabından koruyun) yoksa ben Allah’ın azabından hiçbir şeyi sizden men edemem. Ey Abdü’l-Menaf oğulları, Allah’ın azabından hiçbir şeyi sizden uzaklaştıramam. Ey Abdülmuttalip oğlu Abbas, senden de Allah’ın azabından hiçbir şeyi men edemem. Ey Peygamberin halası Safiyye, ben, Allah’ın azabından kurtarmak için sana hiçbir yararım olmaz. Ey Muhammed (sav)’in kızı Fâtıma, malımdan ne dilersen iste vereyim fakat Allah’ın azabından hiçbir şeyi senden men edemem.”
Peygamberimiz(sav) insanların dünya ve ahiret efendisi olduğu halde, “Kıyamet günü ne olacağım, nasıl hesap vereceğim” derdi. Ensar’dan bir kadın olan Ümmü Alâ (r.a) anlatıyor: Müslümanlar Mekke’den Medine’ye hicret ettikleri zaman, Ensar yani Medineliler arasında kur’a ile taksim edilmişlerdi. Bizim aileye de Osman İbn Maz’ûn düşmüştü. Biz Osman’ı evimizde konuk ettik. Osman bir süre sonra hastalandı ve vefat etti. Yıkandı, kendi elbisesi ile kefenlendi. Tam bu sırada Peygamberimiz(sav) cenazeye geldiler. Ben cenazeyi tezkiye ederek.
“Ey Ebû Saib. Allah sana rahmet etsin. Senin hakkında bildiğim ve bu cemaate bildirmek istediğim şudur ki. Sen Allah Teâlâ’nın rahmetine erişmiş bahtiyar bir zatsın” dedim. Ben böyle söyleyince Peygamberimiz(sav) bana dönerek:
“Allah Teâlâ’nın bu ölüye rahmet ettiğini nereden biliyorsun?” dedi. Ben:
“Ey Allah’ın Resûlü, babam-annem sana feda olsun. Allah, Osman İbn Maz’ûn gibi inanmış ve Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından sakınmış bir kuluna ikram etmez de, ya kime ikram eder?” dedim. Bunun üzerine Peygamberimiz(sav):
“Osman İbn Maz’ûn ölmüştür. Allah’a yemin ederim ki, ben de bu ölü için hayır ve mutluluk dilerim. Yine Allah’a yemin ederim ki ben, Allah’ın bir Peygamberi olduğum halde bana ne muamele edeceğini bilemem” buyurdu. Ümmü Alâ diyor ki: “Vallahi, Peygamberimizin bu uyarısından sonra ben, kimseyi tezkiye etmeye cesaret edemedim”
Osman İbn Maz’ûn, Müslüman olanların ondördüncüsüdür. Önce Habeşistan’a, sonra da Medine-i Münevvere’ye hicret etmiştir. Bedir savaşında bulunmuş ve büyük yararlıklar göstermiştir. Hicretin ikinci yılında Medine-i Münevvere’de vefat etmiştir. Medine’ye hicret edenlerden ilk vefat eden sahabidir.
Burada akla şu soru gelebilir: Bedir savaşında hazır bulunanların bağışlandıkları Peygamberimiz(sav) tarafında müjdelendiği halde, Peygamberimiz İbn Maz’ûn hakkında neden tereddüt ifade eden bir üslup ile Ümmü Alâ’ya cevap vermişlerdir? Aynî diyor ki: Bunun sebebi, Osman İbn Maz’ûn’un vefatı, Bedir savaşında bulunanların cennetlik oldukları haber verilmeden önce olmasındandır.
Bu hadisi şeriften öğrenilen bir başka husus da şudur. Cennetle müjdelenmiş olan on kişi ile Bedir savaşına katılanlar gibi cennetlik oldukları bildirilenlerden başka hiçbir kimse hakkında “cennetliktir” diye hükmedilemez. Ancak genel olarak, inananlar cennetliktir, inanmayanlar da cehennemliktir, denilebilir. Bir de mümin ve müttaki olan kişiler için, cennetlik oldukları umulur, ifadesi kullanılabilir, kesin olarak cennetlik oldukları söylenemez.
Bera radiyallahu anh anlatıyor: Peygamberimiz(sav) ile birlikte bir cenazede idik. Cenazenin mezarı kazılmakta olduğundan Peygamberimiz(sav) mezarın bir tarafında oturdu. Bu manzara onu o kadar etkiledi ki, ağladı, göz yaşları ile toprak ıslandı. Sonra da orada bulunanlara:
“Kardeşlerim, kendinizi bugün için hazırlayınız” buyurdu. Peygamberimiz(sav) kıyamet gününden ve oradaki hesaptan söz edildiği zaman gözleri yaşarırdı.
Abdullah İbn Mesûd (ra.) anlatıyor: Bir kere Peygamberimiz bana:
“İbn Mes’ud, haydi bana Kur’an oku, diye emretti.” Ben:
“Ey Allah’ın Resûlü, Kur’an sana gönderilmiş iken onu size nasıl okuyacağım?” dedim. Peygamberimiz(sav): “Evet öyle, ama ben Kur’an-ı başkasından işitmeyi çok severim, buyurdu.” Ben de Nisa sûresini okumaya başladım. “Kıyamet günü her ümmetten (onun Peygamberini) şahit getirdiğimiz ve seni de (Ey Muhammed) onların üzerine şahit olarak gösterdiğimiz zaman (inkar edenlerin hali) nasıl
olacak?” (Nisa 4/41) ayetine gelince, Peygamberimiz, “Yeter” buyurdu. O anda Peygamberimizin iki gözünden yaş döküldüğünü gördüm.
Peygamberimizin şu uyarısı çok düşündürücüdür. Buyuruyor ki: “Benim bildiğimi siz bileydiniz, daha az güler, daha çok ağlardınız.”
Peygamberimizin arkadaşları (Ashab-ı Kiram) da kıyamet günü Allah’a verilecek hesaptan endişe ederlerdi. Hz. Ömer bir gün Ebû Mûsa el-Eş’arî (ra.) ye: “Ey Ebû Mûsa, biz ki Müslümanlığı kabul ettik, yerimizi yurdumuzu bırakarak göç ettik, her yerde Peygamberimizle beraber bulunduk. Acaba kıyamet gününde bir ecir ve mükâfata nail olacak mıyız? dedi. Ebû Mûsa: “Elbette olacağız. Biz bir çok iyilik yaptık. Cenab-ı Hak’tan büyük ihsan ve Iütuf bekliyoruz, dedi. Hz. Ömer: “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Allah’ın huzurunda hesaptan kurtulmaktan başka bir şey istemiyorum.” dedi.
Kıyamet günü insanın dünyada gizli ve aşikâr işlediği her şeyin hesabı görülecek, kişiler arasındaki anlaşmazlıklar çözümlenecektir. O gün hiçbir şeyi saklamak mümkün olmayacaktır. Çünkü yerde ve göklerde Allah’a saklı hiçbir şey yoktur. Allah Teâlâ insanı yaptıklarından sorgulayacağı gibi kötü duygu ve düşüncelerinden de hesaba çekecektir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de:
“Siz içinizdekileri açığa vursanız da gizli tutsanız da Allah onunla sizi hesaba çeker. Sonra dilediğini affeder, dilediğine de azap eder. Allah’ın her şeye gücü yeter” (Bakara 2/284) buyurulmuştur. Allah’a gizli ve saklı hiçbir şey olmadığı halde O, insanın yaptıklarını melekler aracılığı ile de yazdırmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur:
“Halbuki üzerinizde muhakkak bekçiler, değerli yazıcılar vardır. Onlar yapmakta olduklarınızı bilirler.” (İnfitar 82/10-12) Meleklerin kaleme aldıkları, iyi ve kötü hiç birini kaybetmeden, neyi ne zaman ve nerede yaptığımız yazılı bulunan bu defterler kıyamet günü sahiplerine verilecek ve "Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter" denilecektir.” (İsrâ 17/14) Bu amel defterlerinde her şey yazılmış, hiçbir şey unutulmamıştır. Yine başka bir ayetinde, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Kitap ortaya konur. (Ey Muhammed) Suçluları, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün. "Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!" derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf 18/49)
O gün herkes sorgulanacaktır. Kur’an-ı Kerim bu hususu da şöyle ifade eder:
“Kendilerine peygamber gönderilenlere mutlaka soracağız. Peygamberlere de elbette soracağız.” (A’raf 7/6)
Kasas suresi altmışbeşinci ayetinde ise; “Allah'ın onlara seslenerek, "Peygamberlere ne cevap verdiniz? diyeceği günü hatırla.” (Kasas 28/65) buyurmaktadır.
Peygamberlere de, mâide suresi 109 ayetinde “Size ne cevap verildi/ne derece uyuldu?” diye sorulacağı belirtilmektedir.
Aslında o günde günahkârlara, suçlu oluşları yüzlerinden belli olduğu için günahlarından sorulmayacağı Rahman 39 ve Kasas 78 nci ayetlerinde ifade buyrulmuştur. Ancak buradaki sorgulama, inkârcıları Peygamberler önünde azarlayarak sorumlu tutmaktır. Amel defterlerini inceleyenlerden bazıları orada yazılı günahlarından bir kısmını inkâr edecekler ve: “Bunları ben yapmadım, melekler yazdı” diyecekler ama, bu konudaki şahitlere itiraz edemeyeceklerdir. Çünkü o gün vücutlarındaki organlar aleyhlerine şahitlik yapacaktır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu husus şöyle ifade edilmiştir. O gün onların dilleri, elleri ve ayakları işledikleri şeyler hakkında kendilerine şahitlik ederler.” (Nûr 24/24)
Yüce Allah Fussilet suresi yirmi ve yirmibirinci ayetlerinde ise;
“Nihâyet cehenneme vardıklarında, kulakları, gözleri ve derileri, yapmış oldukları işler hakkında, kendileri aleyhine şahitlik ederler. Onlar derilerine, "Niçin aleyhimize şâhitlik ettiniz?" derler. Derileri, "Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştı ve yine yalnızca ona döndürülüyorsunuz?" (Fussilet 41/20-21) diyeceğini bizlere bildirmektedir.
Enes İbn Mâlik (ra.) anlatıyor: Peygamberimiz(sav)’in yanında idik. Güldüler, sonra da, “niye güldüm biliyor musunuz”? dedi. Biz de Allah ve Resûlü bilir, dedik. Peygamberimiz(sav); “Kulun Rabbi ile konuşmasına gülüyorum. Kul Allah’ın huzurunda hesap verirken; “Ey Rabbim, siz beni haksızlık yapmaktan menetmediniz mi?” diyecek, Allah Teâlâ: “Evet, menettim” buyuracak. Kul: “Ama ben kendime benim tarafımdan bir şahit getirilmesinden başka bir şeye, başkasının şahitliğine razı değilim” diyecek. Bunun üzerine Allah Teâlâ: “Bugün sana tek şahit olarak nefsin, çok şahit olarak da değerli yazıcı melekler yeter.” buyuracak ve ağzı mühürlenecektir. Peşinden organlarına “Konuş” denecektir. O da organlarına, “Irak olun, ben ancak sizin için mücadele ediyorum” diyecektir.
Kıyamet günü iyilerle kötüler birbirinden ayırt edilecek, haklar alınıp sahiplerine verilecektir. O gün hiç kimsenin hakkı kimsede kalmayacaktır. Peygamberimiz(sav) bu hususu ifade ederken,"Elbette kıyamet gününde haklar sahiplerine ödenecektir. Hatta boynuzlu koyundan boynuzsuz koyunun hakkı alınacaktır” buyurmuştur. Hak sahipleri haklarını eksiksiz alacakları muhakkak olan o günde, dünyada haksızlık yapanlar da, iyiliklerini hak sahiplerine vermekle yaptıkları iyiliklerden de mahrum olacaklardır. Ebû Hureyre (ra) anlatıyor: Peygamberimiz, “müflis kimdir, bilir misiniz?” buyurdu. Orada bulunanlar, “Bize göre müflis, parası ve malı olmayan kimsedir” dediler. Peygamberimiz:
“Gerçekte benim ümmetimden müflis, kıyamet gününde, namaz, oruç ve zekâtla gelecek olan kimsedir. Ama şuna sövmüş, bunun kanını dökmüş, diğerini de dövmüştür. (Yani bu günahları da işlemiştir) Bundan dolayı onun iyiliklerinden adı geçenlerin her birine verilir. Üzerinde olan haklar ödenmeden iyilikleri tükenirse, hak sahiplerinin günahları o kimseye yükletilir. Sonra o kimse cehenneme atılır.” buyurdu. Bu hadisi şerif insan haklarına verilen önemi belirtiyor. İnsan haklarına riâyet etmeyen kimselerin kıyamet gününde sorgulanırken dünyada kazandıkları iyilikleri de kaybederek çok kötü bir duruma düşeceklerini açık bir şekilde ifade ediyor.
Peygamberimiz, inananlara olan şefkat ve merhameti sebebi iledir ki, kul hakkı ile Allah’ın huzuruna çıkmamamız için her vesile ile bizi uyarmıştır. Hatta o, borçlanıp borcunu ödeyemeden ölen kimselerin borçlarını öder ve “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, yeryüzünde bulunan her mü’mine, insanların en yakını benim. Sizden her hangi biriniz ölür de borç veya çoluk çocuk bırakırsa ben onun velisiyim, yardımcısıyım. Herhangi biriniz de mal bırakırsa o da varislerinindir” buyurdu.
Değerli kardeşlerim, kişi kıyamet günü genel olarak beş şeyden sorguya çekilecektir. Bu beş şeyi Peygamberimiz şöyle bildirmişlerdir: “Kişi ömrünü ne yolda tükettiğinden, vücudunu nerede yıprattığından, malını nereden kazanıp nereye harcadığından, bildiği ile ne iş yaptığından sorguya çekilmedikçe yerinden ayrılamayacaktır.” Bu hadisi şerif üzerinde düşünmeli ve bu sorulara cevap verecek şekilde hazırlanmalıyız.
Bundan sonra terazi kurulur ve amellerin tartılmasına geçilir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur: “O gün amellerin tartılması da haktır. Kimlerin sevabı ağır basarsa işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Ama kimlerin sevabı da hafif gelirse işte onlar âyetlerimize haksızlık etmiş olmaları sebebiyle kendilerini ziyana sokanlardır” (Araf 8-9)
Buradaki terazi (mizan) insanların dünyada yaptıkları amelleri tartacak olan ve keyfiyetini bilemediğimiz ilâhi adâlet ölçüsüdür. Bu, dünyadaki ölçü aletlerinin hiç birine benzemez. Çünkü bu terazi, insanın yaptığı iyilikler ile kötülükleri tartacaktır. Ayet-i kerime’de de ifade buyurulduğu gibi, tartıda, iyilikleri kötülüklerinden ağır gelenler kurtuluşa erecek, hafif gelenler ise cehenneme gidecektir. Cehenneme gidenlerden inanmış olanlar, cezalarını çektikten sonra cehennemden çıkıp cennete girebileceklerdir. Ameller tartılırken hiç kimseye haksızlık yapılmayacak, yaptığı her şey adâlet terazisinde tartılacaktır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de:
“Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz.” (Enbiyâ 21/47) buyurulmuştur.
Bu konuda bir başka ayet-i kerime de şudur:
“Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükafatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.” (Zilzâl 99/7-8)
Bir başka ayetinde Allah Teâlâ buyuruyor:
“Öyle bir günden sakının ki, o gün hepiniz Allah'a döndürülüp götürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı amellerin karşılığı verilecek ve onlara asla haksızlık yapılmayacaktır.” (Bakara 2/281)
Tartıda iyilikleri kötülüklerinden ağır gelenlere ne mutlu. Onlar cennete girecekler ve cennetin sonsuz nimetlerine ereceklerdir. Değerli kardeşlerim, kıyamet günü Allah’ın huzurunda vereceğimiz hesap ile ilgili bu açıklamadan sonra, o halde ne yapmalıyız ki, o gün hesabımız kolay geçsin? gibi bir soru akla geliyor. Evet, yapacağımız şeyi kısaca Peygamberimiz bize şöyle hatırlatıyor: “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz.” İnsan dünyada yaptıklarının bir gün hesabını vereceğine ve o günkü mahkemede hâkimin bizzat Allah Teâlâ olduğuna inanır ve bu inancını ölünceye kadar muhafaza ederse, her işinde dikkatli olur. İşlerinde doğruluktan ayrılmaz. Kimseyi aldatmaz. Kimseye haksızlık yapmaz. Yalan konuşmaz. Kimsenin malına ve ırzına göz dikmez. Kendi hakkı kadar başkalarının hakkını da gözetir. Kendisine lâyık görmediği bir şeyi din kardeşlerine de lâyık görmez.
Bu inanca sahip olan kimse hesap günü gelip çatmadan evvel, kötülükleri azaltır ve iyilikleri çoğaltılır. Allah’tan korkar. O’na karşı gelmekten çekinir. Günah işlememeye gayret eder. İşlediği günahlardan hemen tövbe eder. Günahkâr olarak Allah’ın huzuruna gitmek istemez. Yine bu konuda da Allah Teâlâ bizlere şu ayetle yol gösterir.
“Bunlar, tövbe edenler, ibâdet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rükû' ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır. Mü'minleri müjdele.” (Tevbe 9/112)
Ne mutlu o günü hiç unutmayıp hesap gününe hazırlananlara.
Ne mutlu o günü hiç unutmayıp müjdelenenlerden olanlara.
Bir sonraki “Gönül Pınarı”nda buluşmak üzere; Hoşça kalın, dostça kalın…
Allah’a Emânet olun…