Amel; iradeye dayalı iş, davranış ve eylem, “sâlih amel” ise; niyete ve iradeye bağlı olarak yapılan bilinçli fiil ve hayırlı iş demektir. Yapıldığı zaman sevap kazanılan, Allah ve Peygamberin emir ve yasaklarına uygun her amel, sâlih ameldir.
Bir amelin “sâlih amel” olabilmesi için;
a) Sâlih ameli yapan kişinin Müslüman olması,
b) Sâlih ameli îman’ın gereği olarak yapması,
c) Kur'an'a ve Sünnete uygun olması,
d)Tam bir ihlas veya iyi bir niyetle yapılması gerekir.
Hangi amellerin “sâlih amel” olduğu hususunda Kur’an'a baktığımızda, Allah rızasına uygun olan her türlü söz, fiil, ibâdet ve iyiliklerin “sâlih amel” olduğunu görmekteyiz. Namaz, oruç, zekat ve hac gibi temel ibâdetlerin yapılması “sâlih amel” olduğu gibi; iyiliği emretmek, kötülükten men etmek, sosyal yardımlaşma ve benzeri Kur'an'a uygun olan her türlü iş ve davranış “sâlih amel”dir.
Sözlükte tasdik etmek anlamına gelen “Îman”, Allah'ın varlığına ve birliğine, Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğine ve Kur'an'ın hak kitap olduğuna, Kur'anda ve mütevâtir sünnette haber verilen hususların doğru olduğuna kesin olarak inanmak, bunları tasdik etmek demektir.Îman, kalbin amelidir. Çünkü imanın yeri kalptır. Kur’an’ı Kerîmde îman’ın kalbe ait bir “sâlih amel” olduğu, Nuh (a.s.)’ın oğlunun Allah’ı inkar ve isyan etmesini sâlih olmayan bir amel işlediği ifade edilerek bildirilmiştir:
“(Allah) ey Nuh! O (gemiye binmeyen) oğlun senin ailenden değildir. O’nun yaptığı sâlih olmayan bir ameldir…” (Hud, 11/46).
Salih amel, Kuran’da iman anlamında, küfür kelimesinin zıddı olarak kullanılmaktadır:
“Kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhinedir. Kimler de salih amel işlerse, ancak kendileri için (cennette yer) hazırlarlar.” (Rûm 30/44)
Kur’an’da îman ile “sâlih amel”ler arasında o kadar kuvvetli bir bağ kurulmuştur ki, îman’ın zikredildiği yerde peşinden hemen “sâlih amel” gelmektedir. Gölgenin simayı takip ettiği gibi “sâlih amel” de Kur’an da îman’ı takip etmiş, adeta “sâlih amel” kalpteki îmanın dışa yansıması olmuştur.
Îman-amel ilişkisi konusunda itikâdi mezhepler farklı kanaatlere sahip olmuşlardır. Ehl’i sünnet bilgilerine göre amel, îman’ın aslı için şart değilse de kemâli için bir şart olarak görülmüş, amelsiz îman’ın, zayıflayacağı belki de yok olabileceği ifade edilmiş ve îman’ın “sâlih amel”lerle beslenmesinin gereği vurgulanmıştır.Ehl’i sünnet âlimlerince, îman esaslarını kalpten benimsemiş fakat tembellik, gaflet gibi çeşitli sebeplerle Yüce Allah’ın buyruklarını yerine getirmeyen veya yasaklarını istemeyerek çiğneyen kimse, işlediği günahı helal saymadığı müddetçe mü’min sayılmış ve İslam dairesinin dışında görülmemiştir.Haricî ve Mutezile mezhepleri, amel’i imandan cüz saymışlar ve amel’i olmayan kimsenin mümin olmayacağını ileri sürmüşlerdir. Ancak bu görüş isabetli değildir.
Kur'an-ı Kerîm'de“İman edenler ve sâlih amel işleyenler...” diye başlayan pek çok ayetin yanısıra, Tahrim Suresi 8. ayette açıkça görüleceği üzere Yüce Allah,“Ey îman edenler; Allah’aiçtenlikle (samimi ve tam bir pişmanlıkla) tevbe edin” buyurarak günahkâr müminlere “iman edenler” diye hitap etmektedir. Bu, amelin imandan bir cüz olmadığını açıkça ifade eder.
Kur’an’ı kerimde îman edenler ile “sâlih amel” işleyenler ayrı ayrı zikredilmektedir. Eğer îman ile amel aynı şey veya amel îman’ın bir parçası olsaydı, îman ile amel ayrı ayrı zikredilmezdi.
Bir amelin sâlih olabilmesi için ameli işleyen kimsenin mü’min olması, şirk ve gösterişten uzak durması, ameli iyi bir niyet ve ihlasla yapması ve amelin İslâm’ın prensipleriyle çatışmaması gerekir. İnanmayan bir insanın yaptığı güzel, faydalı, işler “sâlih amel” kapsamında değerlendirilemez. Çünkü amelin sıhhati için imanın gerekli olduğunu Yüce Kitabımız Kur’an şöyle ifade etmektedir. “Kim iman (esaslarını)inkâr ederse o kimsenin ameli boşa gider” (Maide5/5)
Yüce Allah inkâr edenlerin amellerinide, İbrahim suresinin on sekizinci ayetinde şöyle ifade etmektedir. “Rablerini inkâr edenlerin durumu şudur: Onların işleri, fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer. (Dünyada) kazandıkları hiçbir şeyin (âhirette) yararını görmezler. İşte bu derin sapıklıktır.” (İbrahim 14/18)
Ayet, açıkçaîman olmadan yapılan iyi işlerin kabul olmayacağını kesin olarak ifade etmektedir. Ancak “sâlih amel”leri eksik olsa bile kişi mümin olabilir.
Yüce Allah insanı boş yere yaratmadığı gibi başıboş da bırakmamıştır. Onu birtakım ibadetlerle yükümlü kılmıştır. Hayatı ve ölümü bir sınav olarak yaratmıştır. İnsanın bu sınavda başarılı olabilmesi îman ile birlikte “sâlih amel”ler işlemesine bağlıdır. Îman’ın korunması ve kalpte kökleşmesi için amel gereklidir. Çünkü düşünce alanından eylem ve hareket alanına çıkamamış olan îman, meyvesiz bir ağaca benzer. Kalpte mevcut olan îman ışığının hiç sönmeden parlaması, giderek gücünü artırması “sâlih amel”lerle mümkün olur.Sâlih amel”ler, samîmi îman’ın bir göstergesidir. Sâlih amel”ler, îman’ımızın güçlenmesini ve ahlâken olgunlaşmamızı sağlar. İbâdetler ile beslenen îman ağacının meyvesi güzel ahlâktır. İbâdet’e devam eden kimsenin kalbinde îman nuru parlar, Allah korkusu ve sorumluluk duygusu gelişir.
İbadetlerin hakikî yararı, var olan îman’ı koruması ve geliştirmesidir. Birtakım kimselerin "önemli olan kalp temizliğidir, ibadetler önemli değildir" demek İslâmî bir yaklaşım değildir. Mümin böyle bir düşünceye sahip olamaz.Allah'a gönülden îman eden ve O'nu seven her mümin, O'nun tüm emirlerini zevkle ve kayıtsız şartsız yerine getirir.Sâlih amelleri işlemek, kişinin kalbindeki Allah sevgisinin büyüklüğüne bağlıdır. Çünkü bir insan Allah'ı ne kadar severse o kadar O’nun rızasını gözetir ve Allah’ın sevgisini kaybetmekten korkar.Sâlih amellerin yararını insanların kendileri görür. Dolayısıyla, bir insan sâlih amel işlemekle, gerçekte ancak kendisine yarar sağlamış, dünya ve âhiretini kazanmış olur.
İman edip sâlih amel işleyen, hakkı ve sabrı insanlara tavsiye eden insan,ziyanauğramaktan kurtulur."Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir.Ancak, îman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir) (Asr103/1-3) anlamındaki âyet bu gerçeği ifade etmektedir.
Yüce Allah, imanın, sırf dille söylenen bir söz olmadığını, imanın birtakım yükümlülükleri olduğunu, kötülükleri yapanların yaptıklarının yanlarına kâr kalmayacağını, iman eden ve beraberinde sâlih amel işleyenlerin ise günahlarının affedileceğini şöyle ifade etmektedir.İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "iman ettik" demeleriyle bırakılıverileceklerini mi sandılar? Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır. Yoksa kötülükleri yapanlar bizden kaçabileceklerini mi sandılar? Ne kadar kötü (ve yanlış) hüküm veriyorlar! Her kim Allah'a kavuşmayı umuyorsa bilsin ki, Allah'ın tayin ettiği o vakit elbette gelecektir. O her şeyi işiten ve bilendir. Cihad eden (çaba gösteren) ancak kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz Allah, âlemlerden müstağnidir. İman edip iyi işler yapanların kötülüklerini elbette örteriz ve onlara, yaptıklarının daha güzeli ile karşılık veririz.” (Ankebut,29/1-7)
Yüce Allah'ın cennette yüksek derecelere nail olmayı imanla beraber sâlih amele bağlamış ve bu konuda şöyle buyurmuştur: "Her kim de O'na sâlih ameller işlemiş bir mü'min olarak varırsa, işte onlar için en yüksek dereceler, içinden ırmaklar akan, içinde ebediyen kalacakları Adn cennetleri vardır. İşte bu günahlardan temizlenenlerin mükafatıdır." (Ta-ha 20/75)
Yine aynı şekilde,“İnanan ve sâlih amelleri işleyenleri, altlarından nehirler akan cennetlerle müjdele...” (Bakara20/25) buyurarak, müjde yalnızca îmana değil aynı zamanda sâlih amele de bağlanmıştır.Ayrıca Yüce Allah, cennetin nimet ve güzelliklerini, îman’la birlikte sâlih amelleri işleyenlerin önüne sereceğini şöyle ifade etmektedir.
“İnanan ve sâlih amelleri işleyenleri altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Orada onlar için tertemiz eşler vardır ve onları tatlı(koyu) bir gölgeye koyarız” (Nisa 4/57)
Bir başka ayette Yüce Allah, dünya nimetleri içerisinde insanın en çok değer verdiği iki nimete dikkat çekmekte ve bu nimetlerin hayatın süsü, ziyneti olduğunu ve bu iki nimetin de dünya ile birlikte sonuçta yok olacağını ve ahirete gidecek olanın yalnızca imanla birlikte sâlih amel olacağını şöyle buyurmaktadır.“Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Ebedi kalacak sâlih ameller ise, Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.”(Kehf18/46)
Ayrıca sâlih amel işlemeden ahirete gidenlerin dünyaya dönüp sâlih amel işlemek için yalvaracakları Kur’an’da şöyle ifade edilmektedir. "Onlar cehennemde, "Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, salih ameller işleyelim" diye bağrışırlar. (Onlara şöyle denilir:) "Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü zalimler için hiçbir yardımcı yoktur."(Fâtır35/37)
Peygamberimiz(sav), en yakınlarından başlayarak İslâma’a davet faaliyetini sürdürmüş ve bu hususta büyük bir başarı elde etmiştir. Hz. Peygamberin davetinin başarıya ulaşmasının en büyük nedeni, bizzat kendisinin, davet ettiği dine samimiyetle bağlanması ve İslâm'ın îman-i ve ahlâk-i prensiplerini kendi hayatında uygulaması gelmektedir. Gerçekten O, İslâm’ın insanlara yüklediğiyükümlülüklerden kendisini hariç tutmamış, farzları önce kendisi uygulamış, yasaklara önce kendi uymuş ve sâlih amelleri pratik olarak ümmetine bizzat göstererek örnek olmuştur. O ferdî, ailevi, idâri ve ekonomik faaliyetlerinde daima Allah rızasını ön planda tutarak hayatının bütününü ibadet olarak geçirmiştir. Onun gerek mabet içi ve dışı bütün hayatı sâlih amellerle bezenmiştir.
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) birçok hadislerinde îman’ın sâlih ameller işlemeyi gerektirdiğine dikkat çekmiş ve îman’ın durağan, kalpte yerleşip kalan bir inanç olmadığını birçok sözlerinde vurgulamıştır.
Aslında “îman” da sâlih amel kavramına dahildir. Îman kalbin amelidir. Şu hadis bu hususu açıkça ifade etmektedir: "Amellerin en üstünü hangisidir" diye soruldu. Hz. Peygamber, “Allah ve Rasûlüne imanetmektir.”buyurdu.Sonra nedir? denildi."Allah yolunda cihad etmektir" cevabını verdi.
Sonra hangisidir? diye soruldu."Mebrûr olan (bütün şartlarına uyularak ihlasla yapılan) hacc'tır" buyurdu. Peygamberimiz, îman ile amelin birbiriyle olan bağlantısını şöyle ifade etmektedir: "Üç haslet vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tadar: Allah ve Rasûlünü, Allah ve Rasûlünden başka her şeyden fazla sevmek, Sevdiğini Allah için sevmek, Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra, tekrar küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi çirkin vetehlikeli görmek ve asla istememek."
Bir başka hadislerinde Peygamberimiz (sav), îman ve hayat ilişkisine şöyle dikkatlerimizi çekmektedir:"Îman yetmiş (veya altmış) küsur şubedir. En yükseği, "Allah'tan başka ilah yoktur" demek; en aşağısı ise, yoldan, eziyet veren şeyleri gidermektir. Utanmak da îman’ın bir şubesi(birimi)dir."
Îman; kökü kalpte, dalları ise, insan davranışları olarak dışarıda yani hayatta olan bir tevhid ağacıdır. Peygamber Efendimiz hadis-i şerifte; kalpteki tevhid inancının sözlü ifadesi demek olan "Allah'tan başka ilah yoktur" ikrarının, îman tezahürlerinin en yükseği ve en üstünü olduğunu, yine aynı îman’ın, yerine getirilmesi en kolay, belki bir anlamda faydası en az olan tezahürünün de yoldan, eziyet veren şeyleri gidermek olduğunu beyan etmektedir.
Biri tamamen manevî ve kalbî bir kabûlün ifadesi; öteki, yoldan mesela bir taşı kenara atmak gibi tamamen maddî ve fevkalade kolay bir hareket... Ancak her ikisi de aynı îman gövdesinin dalları... Hatta utanma duygusunun bile imanın bir şubesi olduğunu hadisten öğrenmekteyiz. O halde bütün bunların ve îman ile ilgili diğer hadis-i şeriflerin topluca ortaya koyduğu gerçek ve verdiği mesaj; İslâm'da îman ile şu ya da bu şekilde ilgisi bulunmayan hiç bir davranış yoktur.
Sevgili Peygamberimiz sâlih amellerin bizimle birlikte ölüm ötesine de gideceğini, kabirden içeri yalnız îman ile birlikte sâlih amellerimizin gireceğini de şöyle ifade etmektedir.
“Ölüyü kabre kadar üç şey takip eder; ikisi geri döner ve biri onunla daima beraber olur. Ailesi, malı ve ameli onu kabre kadar takip eder, ailesi ve malı geri döner, geriye yalnızca onunla birlikte ameli kalır”
Bir başka hadiste ölümden sonra hayatta iken yaptığımız bir kısım sâlih amellerden dolayı elde edilen sevapların devam edeceğini şöyle ifade etmektedir.
"Mü'min kişiye, hayatta iken yaptığı amel ve iyiliklerden, öldükten sonra ulaşanlar, öğretip neşrettiği bir ilim, geride bıraktığı sâlih bir evlat, miras bıraktığı bir kitap, inşa ettiği bir mescid, yolcular için yaptırdığı bir bina, akıttığı bir su, hayatta ve sağlıklı iken verdiği bir sadakadır. Ölümünden sonra kişiye işte bunlar ulaşır."
Yani “Sadaka-i Cariye” dediğimiz amellerimizdir.
Bir ameli sâlih kılan şey, yalnızca onun sonucu değil, onun arkasındaki niyettir. Bu nedenle, bir amelin sâlih olması, îman’a bitişik olup şirk ve riyadan uzak, iyi bir niyet ve ihlasla yapılması, amelin İslam’a uygun olması, sırf Allah rızası gözetilerek yapılmış olması gerekir.
İbadet, sadece namaz ve Allah'ı zikretmekten ibaret değildir. Rabbin rızasını talep, emrini yerine getirmek için yapılan her sâlih amel bir ibadettir. Bir mümin, Allah'ın bütün emir ve yasaklarına uymakla ibadet etmiş olur. Hatta, yeme, içme ve yürüme gibi mubah olan ameller, bedenen sağlıklı olmak amacıyla yapıldığı zaman ibadet olur.Bütünişler bu şekilde hâlis bir niyetle yapıldığında ibadet kapsamına girerek sevaba vesile olur. Bu temele dayanarak İslâm âlimleri, "iyi niyet, âdetleri ibadete çevirir" demişlerdir. Eğer sâlih amel tanımına uygun olan işler, Allah rızasından uzaklaşırsa, o zaman sâlih amel olma özelliklerini yitirirler. Allah’ın rızasına uygun olmayan her türlü inanç, söz, fiil ve davranışlara da amel-i gayrı sâlih denir.
Bu itibarla, sâlih amelleri işlerken niyetlerin düzgün olması gerekir. İbadetler, yalnız Allah’a yapılır, Allah’tan başkasına ibadet yapılmayacağı gibi, Allah rızası dışında başka bir amaçla da ibadet yapılmaz.Allah’a yapılan ibadete, başkasını ortak etmek, ibadetle dünyevî bir çıkar sağlamak veya toplum nezdinde itibar kazanmak gibi; ibadetin ruhuna aykırı niyet ve amaçlarla ibadet etmek, büyük günah kabul edilmiştir. Bu şekilde yapılan ibadetleri Yüce Allah kabul etmeyeceği gibi değer de vermeyecektir. Allah’ın bir kulundan razı olması, o kul için dünya ve âhirette en büyük bahtiyarlık ve en büyük nimettir. Allah’ın rızasını aramak, müminin özelliği ve Allah’ın rızasını kazanacak söz, fiil ve davranışlar sergilemeye çalışmak da en başta gelen görevi ve amacı olmalıdır.
SONUÇ
İmanın gereği olarak yapılan, Kur’an ve Sünnete, Allah ve Peygamberin rızasına uygun olan ve bilinçli olarak yapılan her amel, sâlih ameldir. İslâm’ın bütün emirlerine uymak ve bütün yasaklarından kaçınmak sâlih amel kapsamına girer. İman edip sâlih ameller işleyen kimseye "sâlih" denir.Bunu Yüce Allah ayetinde "İman edip de sâlih amel işleyenler var ya, biz onları mutlaka sâlihler (iyiler) arasına sokacağız." (Ankebût 29/9) diyerek ifade etmektedir.
Bir insanın sâlih insan olabilmesi için Allah ve peygambere itaat emesi gerekir.Salih ameller, kalbimizdeki iman ve iyi bir niyetle yapılırsa Yüce Rabbimizin katına ulaşır ve bizim ömrümüzün nihai hedefi olan hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, akla hayale gelmeyecek güzellikteki cennete girmemize ve oradaki derecelerimizin yükselmesine vesile olur. Gün gelecek ruhumuz bedenimizden ayrılacak, bizlere emanet olarak bahşedilen ömür nimeti sona erecek, her nefis ölümü tadacak ve toprağın kara bağrına girecektir. Bedenlerimiz çürüyecektir, ancak imanımız ve sâlih amellerimiz ebediyen bâki (sonsuza kadar) kalacaktır. Ahiret yolculuğumuzun geçer akçesi manevi azığımız olacak olan îman ve sâlih amellerimizdir. Kur’an-ı Kerîm’de Hz. Süleyman (a.s)’ın sâlih amel işlemede Yüce Alah’tan yardım istemesi bize örnek olarak sunulmaktadır. Bizler de bu duayı her zaman yapmaya gayret edelim."Ey Rabbim! Beni; bana ve ana-babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın sâlih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle sâlih kullarının arasına kat!" (Neml 27/19)
Dualarımızın kabul olması umuduyla, bir sonraki “Gönül Pınarı”nda buluşmak üzere; Hoşça kalın, dostça kalın…
Allah’a Emânet olun…