Farklı hükümet sistemlerinin ya da değişik versiyonlarının uygulamadaki başarı karnesi, o ülkenin kendine has gerçekleri ve tarihi arka planıyla doğrudan ilgilidir. Fransa’da 5. Cumhuriyet öncesi siyasi tabloda, parlamento aşırı güçlenmişti. Siyasi iktidarın odağı konumundaki yasama organı, tüm siyasi sisteme hâkim olmuştu. Bu soruna Anayasa yoluyla çözüm üretilmesi amaçlanmıştı. Dolayısıyla, 1958 Anayasası ile kurulan 5. Cumhuriyet, parlamentonun sistem içindeki gücünü azaltmak ve yürütmeyi güçlendirmek esasına dayanmıştır.
Başka bir ifadeyle, tipik örneği Fransa olan yarı-başkanlık sisteminin çıkış noktasında, siyasi sistem içinde aşırı güçlü konumdaki parlamentonun dizginlenmesi hedefi yer almaktadır.
Bu nedenle, yarı başkanlık sistemleri parlamenter sistem ile başkanlık sisteminin birtakım özelliklerini bünyesinde barındıran; parlamenter rejimlerde rastladığımız “yürütmenin istikrarsızlığı” sorunu ile başkanlık rejimlerinde görülen “yasama ile yürütmenin kilitlenmesi” Sorununa çözüm arayan ve üreten bir rejimdir.
Yarı başkanlık rejimi, yasama ve yürütme erklerinin karşılıklı uzlaşma ve işbirliği içinde hükümet etmelerine dayanan bir rejimdir. Hükümet Parlamentoya Karşı Sorumludur temelde, yarı başkanlık rejiminin parlamenter rejimlerde görülen özelliği devam etmektedir: Parlamento içinden çıkan bir hükümet (kabine) yine ondan aldığı “güvenoyu” ile görevine başlamakta, görevde kaldığı sürece “soru”, “meclis soruşturması”, “meclis araştırması” ve “gensoru” gibi parlamenter sistemin denetim yollarına tabi olmakta ve “güvensizlik” oyu ile de görevden uzaklaştırılabilmektedir. Bir başka deyişle, parlamentoya karşı siyaseten sorumlu başbakan ve bakanlar kurulu, parlamentonun denetiminde ve onun güvenine bağlı olarak icraatını sürdürmektedir.
Öte yandan, Halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı hükümet yetkilerine ortak olmaktadır. Ancak, kural olarak devlet başkanının siyaseten sorumsuzluğu devam etmektedir. Çünkü, parlamentoya karşı hesap vermez; hesabı verecek olan hükümettir. Böylece, yasama ile yürütme arasında zorunlu bir “uzlaşma” arayışına girilerek “kilitlenmenin” önüne geçilmek istendiği anlaşılmaktadır. Ayrıca, Cumhurbaşkanının Meclisi Fesih Yetkisi vardır.
Günümüzde 6. Cumhuriyet tartışmalarının gündemde olduğu Fransa’da, 2007 yılında gerçekleştirilen Anayasa değişiklikleriyle parlamenter sisteme geri dönüş anlamına gelebilecek sinyaller görülmüştür. Örneğin, sistemi çağın koşullarına daha uygun bir şekilde uyarlamak ve güçler kurgusunu daha dengeli ve etkin kılmaktır.
Bahsedilen amaç doğrultusunda, V. Cumhuriyetin Anayasası yirmi dördüncü defa revize edilmiştir. Bu bağlamda, koalisyon dönemlerinin engellenmesi için yine birtakım adımlar atılmıştır. Tıkanıkları engelleme amacı ile cumhurbaşkanının ikiden fazla seçilemeyeceği düzenleme altına alınmıştır. Ancak, Türkiye’de yürütülen siyasi sistem tartışmalarında nedense bu noktaya hiç değinilmiyor olması son derece anlamlıdır.
Kavramsal çerçeve bakımından parlamenter hükümet sisteminde, paradoksal bir durum olarak kuvvetlerin karşılaştırmalı üstünlüğüne baktığımız zaman, siyasi sisteme adını veren parlamento, güçlü/hakim kuvvet değildir.
Gerçekten de, ülkemizde de parlamento siyasi sitem içerisinde yürütme karşısında sürekli zayıf ve giderek güçsüzleşen nitelik sergilemektedir. Sartori, “hükümet sistemlerinin sınıflandırılmasında şekli anayasanın ölü sözlerine değil, anayasal teamülleri de kapsayan maddi anayasanın yaşayan hükümlerine bakılmalı” demişti. Bu noktadan hareketle, Türkiye’de yaşanan sorun ne?
Türkiye’de sorun esas itibariyle kuvvetler ayrılığı teorisinden kaynaklanmaktadır. Cari siyasi sistemde, yasama ve yürütme kuvvetlerinin fiilen aynı elde birleşmesi şeklinde çalışmaktadır. Bu fiili birliktelik sebebiyle, halihazırda cumhurbaşkanı, siyasi sistem içinde “tek hakim aktör” diğerleri ise siyasi oyuncular durumundadır.
Hal böyle olunca, ülkemizde, parlamento, sistem içerisindeki zayıf silüeti ile tipik parlamenter sistem hüviyeti taşımasına karşın, yürütme organı, parlamentoya hükmetmek de dahil çok aşırı güce sahip olduğu için “isimsiz başkanlık sistemi” niteliği sergilemektedir.
Kısaca, parlamenter sistemin bariz örneği yasama kuvveti, süper başkanlık sisteminin canlı örneği yürütme kuvveti, adı konulmamış “fiili başkanlık sistemi” olgusuna yol açmış durumdadır. Ancak, gelinen nokta, zaten doğmuş çocuğa isim vermekten ibaret bir husus değildir. Şöyle ki, iki başlı yürütme ile yasama çoğunluğunun aynı siyasi harekete mensup olmaması halinde yüksek düzeyde risk ve siyasi kriz üretme potansiyeli her zaman söz konusudur.
Özetle, Türkiye’nin özgün şartları dikkate alınmadan soyut düzlemde yürütülen yarı başkanlık ya da başkanlık sistemi tartışmaları ihtiyatla karşılanmalıdır.
Fransa’da son yıllarda, yarı-başkanlık sisteminden vazgeçme ve parlamenter sisteme geri dönüş anlamına gelebilecek anayasa değişikliklerine gidilmiş olması dikkatlere sunulması gereken kritik gelişmelerdir.
Doç. Dr. Şeref İBA
KAMUTÜRK Türkiye Kamu-Sen Dergisi 72