Son Sinan Ateş hadisesini fırsat bilerek ülkücü harekete yarım asırlık kinlerini kusanlara derim ki;
Ülkücüler, Türk milletini her türlü iç ve dış saldırılara karşı koruyan milli ve kültürel bir bağışıklık sistemi olup, her ülkücü bu bağışıklık sistemi içinde bir alyuvar görevini üstlenmiştir.
Ülkücü hareket, Türk milletini ayakta tutan ana iskeleti olup, her ülkücü bu iskeletin mübarek omurlarıdır.
Merhum Sinan Ateş olayının içinde olanların hiçbiri ne ülkücü ve ne de Türk milliyetçisidirler. Bunların tamamı, ülkücü kuruluşlar ve MHP içindeki konumları ve görevleri her ne olursa olsun, bunlar, ülkücü hareketin içine sızdırılmış ve bu hareketi bitirmekle görevli kişilerdir.
Ülkücü kimdir;
Ülkücü, eşref-i mâhluk olduğunun şuurundan hareketle Cenab-ı Hakk`ın nizamını yeryüzünde hâkim kılmak gibi yüce bir ideâlin gerçekleşebilmesi uğruna bin yıldır İ`LÂY-I KELİMETULLAH ÇİZGİSİNDE maddi ve manevi bütün imkânlarını seferber eden Türk milletinin yegâne ümit kaynağı oluşunun idraki içinde, ömrünü Türk milletine adayan insandır.
Ülkücü;
Türk milletinin, vatanı, namusu, mukaddesleri ve İslâm’ın tüm değerleri üzerine TURANİ ve KUR’AN İ bir hassasiyetle titreyen ve Leylâs'ı vatan olan şehadete sevdalı bir er kişidir.
Böylesi iman, ihlas ve milli tarih şuuruna sahip, cesur ve gözü pek bir gençliğin varlığı, hainlerin kâbusu olacağından, yürekleri yetip ellerinden bir şey gelmeyince, kendilerine sadece Sinan Ateş olayını fırsat bilerek ülkücünün ardı sıra havlamak düşüyor.
Çevremize baktığımızda, insanların iki ayrı hayat şeklinden birini tercih ettiklerini görüp şahit olmaktayız.
Birinci hayat şekli:
Dünya ve içindekilere meyledip, mal, mülk, makam ve servet uğruna bir ömür boyu AÇ İTLER GİBİ saldırmak ve AÇ BİR ÇAKALIN endişesiyle fırsat kollayarak, Vatan - Millet - Din ve Devlet diye bir derdi olmaksızın ölene dek maddeye mahkum ve nefse tutsak bir hayvanilikte hayat sürmek.
İkinci hayat şekli ise:
Yılanın gömleğinden sıyrılışı misâli dünya sevgisinden sıyrılıp, BOZKURTÇA BİR DURUŞ SERGİLEYEREK, kendi geleceğini vatanın geleceği noktasında yok sayıp, maddi ve mânevi bütün imkânlarını vatanın yüksek menfaatlerine âmade kılmak ve hiç istemeden hep vermeye tâlip olmaktır.
İlki sufli arzuların ve hayvaniliğin,
İkincisi ise insaniliğin tezahürüdür.
Birileri dünyalık hırsları peşinde koşarak itleşip çakallaşırlarken, birileri de; Türk milletinin istiklâli ve istikbâli noktasında kendi şahsi geleceklerini yok sayıp BOZKURTLAŞARAK, asâletlerin en büyüğünü sergileyip, ibâdetlerin en makbulünü ifa ederler.
Asâlet ve ibâdet.
Bu ikisinden de mahrumsa şayet,
şerefsizi yanına sokma, anında def et.
Son günlerde;
Kurt postuna bürünerek yılardır aramızda dolaşan çakalların, siyâsi ikbâlleri ve dünyevi menfaatleri uğruna kurt postunu sırtlarından atarak, kendilerine en ağır hakaretleri yapan sarayın bahçesinde var olduğunu sandıkları tavuk kümeslerinin etrafında pusuya yattıklarını görüp üzülmekteyiz!