Dinimiz gereği yapılan sadaka ve yardımlaşma kültürünün en güzel örneklerini geçmişimizde görmekteyiz. Hayır ve hasenatta bir biriyle yarışan ecdadımız "Sadaka taşı" diye tabir edilen üzeri oyuk, silindir sütunlar sayesinde fakir kimselerinin ihtiyaçlarını karşılayabilmişlerdi. Bu sadaka taşlarını tarihi camilerimizin bazılarında halen görmek mümkündür. Cami avlularının en tenha köşelerine yerleştirilen bu taşlar, iffet ve hayadan ötürü fakirliklerini gizleyen ve ihtiyaçlarını açıkça söyleyemeyen kimseler için zarif bir yardım yolunun tercih edilmesi anlamına gelmekteydi.
Günümüzde sadaka taşları işlevlerini tamamen yitirmekle birlikte, ihtiyaç sahiplerinin rencide edilmeden yardımları kabul etmesinin yanı sıra yardım eden elin gizli tutulması ve gösterişin önüne geçilerek hayrın boşa gitmemesi için Osmanlılarda oldukça önemli bir işleve sahipti. İçlerine ayni ve nakdi kıymetlerin konulduğu bu taşlar sayesinde eksiklerini karşılayan, fakir kimselerin aldıkları para miktarı yalnızca ihtiyaçları kadar olur, hiç kimse kimsenin hakkını yemek istemezdi. Zira bu mermer sütunlardan günler boyunca hiç para alınmadığı dahi bilinmekteydi.
Bilmeyenler öğrensin ki, bu millet asil ve yardım sever bir millettir. Yaptığı yardımı da hiç bir zaman gösteriş olsun diye yapmamıştır. Yardım yaptığı kişiyi tanımadığı gibi onu incitecek bir davranışta da bulunmamıştır. Zekatını ödemesini bilmiş, kimsenin aç kalıp perişan olmasına rızalık göstermemiştir. Biz de bu asil milletin torunlarıyız. Ancak üzerimizde yürütülen kültür emperyalizmi ve ılımlı İslam modeli politikalarla ile bugünkü duruma gelmişiz.
Ne olmuş? Neymiş bugünkü durumumuz diye bakacak olursak! Elli kuruşluk yardımı verirken mümkün olduğu kadar çok kişiye duyurmak için çırpınıyoruz. Üç koli gıda maddesini dağıtmak için medyaya haber gönderip çekimler yaptırırken, diğer taraftan verdiğimiz yardımların kat ve kat fazlasını gider göstererek vergiden düşmenin yollarını arıyoruz. Yardımı yapan böyleyken, yardım için dilenenlerimizde başka bir rezaletin peşindeler.
O hale geldik ki, namaz sonrası camilerden çıkmak için dilencilerden icazet ister olduk. Ayrıca bu dilenciler sadece camilerde değil de sokakta da alacaklı gibi yakalarımıza yapışır hale geldiler. Üstüne üstelik verilen sadaka miktarları beğenilmediği zaman suratınıza fırlatılır oldular. Bunların zabıtaya yakalananlarının üzerinden ve banka hesaplarından çoğu zenginden daha çok paraları olduğu görülmektedir. Ha camilerde sadece dilenci olarak kişiler bulunmayıp, cami ve kuran kursu yaptırma dernekleri de diyanet işleri aracılığı ile makbuzsuz olarak para toplayarak modern dilenciliği teşvik etmektedir.
Bununla da yetinmeyenler daha ileri giderek, ya hırsızlık yapmakta veya gaspa yönelmektedirler. Nede olsa hırsızlığın cezası yok denecek kadar az. Bunlar o kadar ileri gitmekteki, mukaddes denen yerler olan camilerden halkın ayakkabısını, oradaki toplanmış paraları ve hatta caminin minaresini çalacak kadar ileri rezilleşmekteler. Eğer karşı çıkan olursa da gözlerini kırpmadan karşı çıkanları öldürecek kadar insanlıktan da uzaklaşmışlardır.
Düşünüyorum da, bugünde geçmiştekiler gibi camilerin gözden ırak yerlerine sadaka taşları konsa idi sonuç ne olurdu? Herhalde geçmişteki gibi ihtiyaç sahipleri değil de ihtiyacı olmayanlar o paraları alarak gerçek ihtiyaç sahiplerine bırakmadıkları gibi, diğer taraftan sadaka taşını da yerinden sökerek alır giderlerdi. Böyle bir geçmişi olan milletin torunlarının bu duruma düşüren ortamların ortadan kaldırılması mümkün olamaz mı diye soracak olursak?
Elbette geçmişteki asil ve vakurluğumuza geri dönebiliriz. Yeter ki başta dini kurumlarımız olmak üzere ülkeyi idare edenlerin öncelikle iyi örnek olmaları gerekmektedir. Topluma bu yönde de iyi bir eğitim verilmelidir. Cezaların ise caydırılıcılığı artırılmalıdır. Yoksa bu gidişimizle yarınlarda durakta bekleyen insanlarımızda çalınarak satılırlar ki, bu da köle pazarlarını yeniden getirmiş olur.