Yazılı ve görsel basından izlediğimiz kadaryla ‘’saat başı sekiz kadın şiddete maruz’’kalıyormuş.
Kadınımız genellikle eşlerinin uyguladığı şiddete ya da kurşunlarına hedef oluyor. Saplantılı sapıkların tacizlerine kurşunlarına hedef oluyor.
Öncelikle vurgulamak isterim; Âdemoğlu dünyaya yaşamak ve yaşatmak için gelmiştir. İnsanlık tarihihine baktığımızda Peygamberden tutun da sıradan vatandaşlara kadar herkesin kendine göre yaşama ve yaşatma mücadelesi vermiş olduğunu görürüz. İnsanlar bu Fani Âleme ölmek ve öldürmek için değil, yaşamak ve yaşatmak için gelmiştir.
’İnançta körlüğü’’ nü,’’dini darlığı’’nı aşamayan, özgür düşünemeyen, üretemeyen, adaleti önceleyen Evrensel Hukuk Sisteminden mahrum, durmadan gericiliğin altını besleyen sözüm ona bir kısım dindarların da sapıklıklarını izliyoruz.
Bugün üzülerek belirtmek isterim ki dindarlık dindar geçinenlerin elinde kirlendi. Dindarlığımızın içtenliği azaldı. Dini hayatta bile yüzeysellik ve görsellik yükseldi. Söz düştü, imaj yükseldi. Dil, ırk, mezhep, grup ve siyasal tercihlerle kamplara bölünmek ve çatışmanın derinleştirilmesinin istendiği, vahdetten, birlikten ve beraberlikten bahsetmenin bile anlamını yitirdiği bir dönemi yaşıyoruz
Ne yazık ki Kur’an’ın ve sünnetin ön gördüğü hayat ikliminden uzak kalmış, din diye Bedevi Kültürüyle, Acem Kültürüyle şuursuzca işlenmiş zihniyetlere özgürlük adı altında Batının Sokak kültürü de eklenince avamlaşan/ körleşen Türk insanı milli değerlerinin şuurundan bihaber olunca içine düştüğü dramlarla cebelleşir oldu. Bu sebeplerle olacak ki son yıllarda ülkemizde işlenen kadına yönelik cinayetlerin, cinsel sapıklıkların sıkça işlendiği Anaerkil Türk insanına uygun düşmeyen içler acısı durumları duyar olduk.
Oysaki insan, akıllı, sorumluluk sahibi ve en şerefli varlık olmakla Allah katında özel bir değere sahiptir. Elbette insanoğlunun erkek ve kadın olarak farklı niteliklerle yaratılmasında sayısız hikmetler vardır. Ancak şu bir hakikattir ki, kadın ve erkek, insan olma itibariyle aynı şerefi paylaşır; kul olma itibariyle de aynı sorumluluğu üstlenir. Allah’ın rızasına uygun bir şekilde yaşamak; dünyada iyilik, adalet ve merhametin yayılması, kötülük, zulüm ve haksızlığın önlenmesi için çalışmak hem kadının hem de erkeğin vazifesidir. Nitekim Yüce Rabbimiz “Mümin olarak, erkek veya kadın, her kimse insanı onurlandıracak işlerde bulunmakla mükelleftir’’uyarısında bulunur.
Dalında uzmanlaşmış Pisikologların Sosyologların Hukukçuların Din Bilginlerinin yakın takipe alması gerektiği bu hazin konuya dini vecibeler üzerinden giriş yapmamın nedeni, ülkeyi yöneten iktidarın İslamı referans almaları; ne yazık ki kadına yönelik şiddetin bu iktidar döneminde zirve yaptığı izlenmektedir.
*
İstanbul sözleşmesi revize edilebilirdi, milli değerlerimize uygun düşmeyen bir kısım maddelerine çekinge konabilirdi; toptan ret edildi.
O halde ret edilen bu sözleşmeden daha üstün toplum değerlerimize uygun ve yaptırımcı bir çalışmanın yapılması gerekir.
O halde, kadınlarımızı ve âile yapımızı güçlendirecek, kendi kültürel, milli ve mânevi değerlerimizi esas alan yasalar yaparak korumalıyız. Kadın– Erkek ilişkilerini, cinslerin haklarını kendi değerlerimiz üzerine oturan kanunlarla düzenlememeliyiz.
Cenneti Annelerin ayakları altına veren bir dinimiz, kadını Sultan yapan bir töremizin var olduğunu esas alan bir çalışmadan yola çıkarak