2019 yılı Kasım ayında Çin’de ortaya çıkan ve 2020 yılı başlarından itibaren ülkemizi ve bütün dünyayı etkisi altına alan kovid-19 küresel salgını, bir buçuk yıl kadar hayatımıza damgasını vurmuştu. Bu salgın, diğer şeylerin yanında millî devlet yapısının ve gıda başta olmak üzere temel ihtiyaç maddelerinin tedarikinin önemini çok açık bir şekilde gözler önüne sermişti. 2020 yılının Aralık ayı başlarında yayımladığı bir yazıda iki kutuplu dünyanın tehlikelerine işaret eden Daron Acemoğlu, bu bağlamda, BigTech (yapay zekânın ve gözetleme sistemlerinin doğurduğu ve doğuracağı sosyal ekonomik meseleler, mahremiyete dönük tehditler vb.), demokrasi ve insan hakları ve iklim değişmesi gibi üç temel meselede yol açabileceği olumsuzluklara karşı dört kutuplu bir dünyanın daha dengeli olacağını iddia ediyordu.
Dünya Ekonomik Forumu'nun kurucusu ve İcra Kurulu Başkanı Klaus Schwab'ın, Time dergisinin Kasım 2020 sayısında yayımlanan “Büyük Sıfırlama” konulu, "Daha İyi Bir Ekonomi Mümkün. Ama Bunun İçin Kapitalizmi Yeniden Tasarlamamız Gerekiyor" başlıklı yazısı başta olmak üzere Time’ın bu sayısındaki yazılar hakkında Türk Yurdu’nun Nisan 2021 sayısındaki yazımda bazı değerlendirmeler yapmıştım. Bunlardan Ian Bremmer’in yazısında salgından sonraki ayların geçtiğimiz on yılların en önemli jeopolitik eğilimlerini çok daha güçlü hâle getirdiği belirtiliyor ve şunlar zikrediliyordu: artan eşitsizlik, demokratik kurumların aşınan meşruiyeti, eskiyen küresel mimari [düzen] ve sürekli artan seviyelerdeki teknolojik kopuşlar. Yeni teknolojiler; şimdiye kadar görülmemiş uzaktan öğrenim fırsatları, tele-tıp uygulaması, tarımda ilerlemeler ve geleceğin “akıllı şehirler”ini yaratacak buluşlar ortaya koyarak çok daha fazla beşerî potansiyelin önünü açacaktır. Toplumun bazı kesimleri, bu büyük sıçramayı yapamayacaktır. Hükûmetlerin mümkün olan en çok insana tedarikte bulunmak için toplum sözleşmesini nasıl yeniden yazabilecekleri meselesi ise acil ve hayati bir mesele olarak önümüzde durmaktadır.
Ezcümle, “Büyük Sıfırlama” teorisyenleri, insanlığın önümüzdeki on yıllarda baş etmek zorunda olduğu meselelerin çözümü için “yeni bir kapitalizm”in gerektiği üzerinde durmaktaydı.
O yazıda da belirttiğim gibi, “Dünyamız, bir yandan baş döndürücü yeni teknolojilerin tesiriyle yepyeni bir insan ve toplum tipine doğru evrilmekte öte yandan da küresel egemen güçler, kendi bekaları için gözden çıkarılacak kesimler hakkında tasarımlar geliştirmektedir. Teknolojiye karşı çıkmak, hem anlamsız hem de nafile; önemli olan bu yeni teknolojilerin insanlık şeref ve haysiyeti ile bağdaşmayan uygulamaları karşısında küresel, vicdani bir hareketi inşa etmektir. Bunun için de öncelikle “millet olarak kendi varlığımızı yeni şartlarda, temel insani değerlerle uyumlu bir şekilde nasıl idame ettirebileceğimiz” konusu üzerinde çalışmamız şarttır. Dünyayı, sil baştan yeniden tasarlamaktan bahseden küresel kapitalist sistem karşısında, insanlığa ümit ışığı olacak bir hürmet, şefkat ve adalet medeniyetine ihtiyacımız her zamankinden daha ziyadedir.”.
Aradan geçen üç yıl bu manada bu tespit ve tahminleri teyit ve tekit etmiştir. Ülke olarak yaşadığımız 6 Şubat Kahramanmaraş depremleri, sadece depremin büyük yıkıma yol açtığı illerimizi değil, derece derece hepimizi derinden etkiledi. 2018’den itibaren ekonomide meydana gelen olumsuz gelişmelerin, yanlış mali politikaların da etkisiyle temel gıda maddelerinden konutlara ve kiralara varıncaya kadar her alanda büyük fiyat artışlarına ve savaş hâlindeki Ukrayna ve Rusya gibi ülkelerden bile çok yüksek enflasyona yol açması, ülkemizde geçim sıkıntısını arttırdı. Muhalefet açısından elverişi olması beklenen böyle bir ortamda yapılan genel seçimler, Cumhur İttifakı’nın başarısıyla sonuçlandı. Yeni yılın ilk üç ayının da mahallî seçimler mücadelesi ile geçeceğinden, Ocak ayında maaşlarda kısmen rahatlatıcı bir artış yapılması tahmin ediliyorsa da enflasyonun düşmesi, ortamın normalleşmesi için 2026’yı beklememiz, bizzat ekonomi politikasından sorumlu bakan ve kurumlar tarafından ifade edilmektedir.
Kargaşa ortamında sona ermekte olan 2023’ün son ayları, İsrail’in Gazze’de çoluk çocuk, kadın erkek demeden; gazeteci, sağlık çalışanı, diplomat vb. ayırt etmeden icra ettiği büyük katliamla geçiyor. İsrail, bütün dünyanın gözü önünde, timsah gözyaşı bile dökmeyen baş destekçisi ABD’nin BM Güvenlik Konseyindeki desteğinin de etkisiyle, rehine takası molası dışında Gazze’yi insandan arındırma operasyonuna, büyük bir soykırıma devam ediyor. Bu hadisenin çok farklı boyutları var ama önemli bir boyutu da hiç şüphesiz Doğu Akdeniz sahasındaki doğal gaz rezervleridir. İsrail, aslında Filistin halkını binlerce yıldır yaşadığı topraklardan çıkarıp akabinde de “Vaat Edilmiş Topraklar” hayali yolunda politikasını sürdürmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda Türkiye için hayatî önem taşıyan Mavi Vatan meselesi, maalesef âdeta geri plana itilmiş görünmektedir. Daha önemlisi, bizim baştan beri BOP değil BİP (Büyük İsrail Projesi) dediğimiz proje kapsamında, sözde müttefik ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde PKK uzantısı PYD-YPG ile ittifakı, artık ortak askerî tatbikat seviyesine çıkmıştır. Nitekim Millî Savunma Bakanı Sayın Yaşar Güler, bu konudaki açıklamasında şunları ifade etmiştir:
“Bir müttefikimizin bir terör örgütüyle temasta olması bile kabul edilebilecek bir şey değildir. Sonuçta biz NATO’da müttefikiz. Bizim kimseden çekincemiz yok. Sn. Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere NATO ve benzeri toplantılarda söyleyeceklerimizi açıkça dile getiriyoruz. Müttefiklerimizin Suriye’de yaptıklarının kabul edilemez olduğunu her ortamda vurguluyoruz. Kimse bizim zekâmızla alay etmesin. YPG’li teröristlerle yaptıkları hiçbir faaliyet kabul edilemez. Daha önce teröristlere helikopter kullanma eğitimi veriyorlar, dedim. Yine geçtiğimiz hafta içinde tatbikat yaptılar teröristlerle. Her gelişmeyi yakından takip ediyoruz. Bu durumun kabul edilebilir tarafı yoktur.”
Tek kutuplu dünyanın sona erdiğini ve küresel hâkimiyetini kaybetmekte olduğunu gören ABD’nin dünyanın çeşitli bölgelerinde harekete geçirdiği faylar, hâlihazırda çeşitli çatışmalar hâlinde tezahür etmişse de önümüzdeki yılların bundan çok daha fazlasına gebe olduğunu söylemek kehanet sayılmamalıdır. The Economist dergisinin 2024 için hazırladığı kapaktaki mesajlardan birinde, “Amerika'nın Asya'ya dönme ve yükselen Çin ile rekabetine daha fazla odaklanma planı, Ukrayna'daki ve şimdi de Gazze'deki savaş nedeniyle raydan çıktı. Rusya'nın da dikkati dağılmış durumda ve nüfuzunu kaybediyor.” diyen Dergi’ye göre, ABD'nin “tek kutuplu dönemi” sona erdiği için dünya daha fazla çatışmaya hazırlanıyor. Yine Dergi’ye göre, 2024 “İkinci bir Soğuk Savaş’a gebe.”. Kapaktaki altıncı mesaja göre, ABD’nin karşısında bu kez Çin olacak.[1]
ABD’nin karşısındaki Çin ise devasa ekonomisinin yanı sıra coğrafyasına göre çok büyük nüfusuyla dünyanın yeni küresel hâkim gücü olmaya doğru ilerlemek için çalışıyor. Çin’in emperyalist siyasetinin ve insanlık dışı politikalarının Doğu Türkistan’daki uygulaması ortada iken ABD-Çin rekabetinin dünyamıza getireceği yıkımları tahmin etmek zor değil. Bu bakımdan bazı düşünce adamlarının daha adil veya nispeten daha dengeli bir dünya için çok kutupluluğu savunması mantıklı görünüyor. Son dönemde yaşanan sıkıntılara, dünyadaki en büyük ekonomiler sıralamasında bir ara 17.liğe çıkmışken 21. sıraya düşmesine ve diğer pek çok problemine rağmen dünyada yükselen güçlerden biri olarak kabul edilen Türkiye’nin küresel güç mücadelesinde öncelikle Türk devletleri ile ikinci olarak da medeniyet coğrafyasındaki ilişkilerini geliştirerek yeni bir kutbun merkezi olma potansiyeli ve imkânları mevcuttur.
Bölgemizde yaşanan sıkıntıların daha büyük çatışmalara dönüşme riski dikkate alındığında, Türkiye’nin bilhassa savunma sanayii alanındaki atılımlarını devam ettirmesi büyük önem taşımaktadır. Tabii ki bu da ekonomimizin güçlendirilmesine bağlıdır. Kırılgan bir mali ve iktisadi yapı ile bu coğrafyada ve günümüzdeki küresel rekabet ortamında zorluklarla karşılaşmamız muhtemeldir. Bu bağlamda Türk devletleri ile ilişkilerimizin derinleşmesi Türk Devletleri Teşkilatı’nın ekonomik ve kültürel alanların yanında askerî ve siyasi alanlarda da daha sıkı bir birliğe doğru gitmesi çok kutupluluğa doğru gitmesi kuvvetle muhtemel olan dünya siyasetinde, bir ağırlık merkezi teşkil etmemizi sağlayacaktır. Türkiye, bu amaç istikametinde, çok yönlü dış siyasetine devam ederken dikkatli ama kararlı bir siyaseti kardeş devletlerle birlikte geliştirmeye devam etmelidir.
Dünyada Dijital Çağ’ın ve yapay zekânın getireceği imkânlar-problemler paradoksu, yeni salgınlar ihtimali, iklim meselesi, savaşların yanında kuzey-güney çelişkisinin de yarattığı göç meselesi gibi temel konular ile bunların eğitimden istihdam, barınma ve beslenmeye kadar çeşitli alanlarda yol açabileceği zorluk ve problemler bizi bekliyor. BM raporlarına göre de son yıllarda dünyada en çok sığınmacı ve göçmenin bulunduğu ülke olmamızın yanında, bilhassa genç kesimin çeşitli sebeplerden dolayı imkân bulduğu takdirde başka ülkelere (Batı’ya) gitme eğiliminde olması, aile yapımızda yaşanan sıkıntılar vb. meselelerimizi doğru tahlil ederek Türkiye ve Türk milleti olarak, Cumhuriyet’imizin ikinci yüz yılında yeni bir silkinişle, tarihî vazifemizin bize miras bıraktığı gibi, daha adil, görece barış ve huzur ikliminin bir dünyanın inşası için yeni bir hamlenin öncüsü olmalıyız. Bu dilek ve temenni ile yeni yılın iyiliklerle gelmesini, Gazze’den Doğu Türkistan’a bütün mazlum yurtlarda yaşanan zulmün sona ermesini Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.
(1)unya.com/dunya/the-economistten-2024-hakkinda-10-sifreli-mesaj-haberi-712041 (er. 17.12.2023).
Prof.Dr. Mehmet ÖZ