Kovid-19 salgınının etkileri devam ederken meydana gelen 6 Şubat depremlerinin yaralarını sarmaya çalıştığımız; ekonomide, savaştaki ülkelerde bile görülmeyen hayat pahalılığını yaşadığımız bir ortamda, 14 Mayıs 2023’te Cumhurbaşkanı ve Milletvekili seçimlerini yaptık. 21 yıldır iktidarda olan Ak Parti’nin oyları, kayda değer bir şekilde düşmekle birlikte Ak Parti ve MHP’nin omurgasını teşkil ettiği Cumhur İttifakı, TBMM’de kesin bir çoğunluk sağladı. CHP ve İyi Parti’nin omurgasını teşkil ettiği Millet İttifakı ise çoğu seçim anketinde yansıtılanın aksine, hayal kırıklığına uğradı. Cumhurbaşkanı seçiminde Sayın Recep Tayyip Erdoğan, seçimlere kendi listeleriyle giren Cumhur İttifakı bileşenlerinin (Ak Parti, MHP, YRP ve BBP) oylarının toplamı kadar, yüzde 49,5 oy alırken, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu da benzer şekilde Millet İttifakı’nın seçime kendi listeleriyle giren iki partisi ile Cumhurbaşkanı seçiminde aday göstermeyerek Kılıçdaroğlu’nu destekleyen Emek ve Özgürlük İttifakı’nı oluşturan YSP (HDP’nin yerine giren Yeşil Sol Parti) ve TİP’in oylarının toplamına karşılık gelen bir oy (yüzde 44,9) aldı. Bu seçimin en dikkati çeken sonucu ise, kendisini destekleyen ATA İttifakı’nın oyunun 2,5 katı (yüzde 5,2) oy alan Sayın Sinan Oğan oldu. Cumhurbaşkanlığı seçiminde ilk tur için gerekli olan yüzde 50’nin üzerinde oy şartı sağlanamadığından, 28 Mayıs’ta Sayın Erdoğan ile Sayın Kılıçdaroğlu’nun katılacağı ikinci tur yapılacaktır. Bu sonuçlar, seçimin ertesi gününden itibaren çeşitli açılardan değerlendirilmektedir. Türkiye’nin siyaseti ve geleceği açısından ayrıntılı tahlillere ihtiyaç vardır. Biz bu yazıda, seçimlerden önce yaptığımız uyarılarda ortaya koyduğumuz çerçevede bir değerlendirme yapacağız.
Öncelikle şunu açıkça ifade etmekte yarar var: 14 Mayıs 2023 seçimleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu fikri olan Türk milliyetçiliğinin Cumhuriyet’imizin ikinci yüzyılına da damgası vuracağını ilan etmiştir. Türk Yurdu’nun Nisan sayısında, seçimlerden önce yazdığımız yazıda vurguladığımız gibi, “Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu fikri Türk milliyetçiliğidir. Millî devlet ve üniter yapı, bu Cumhuriyet’in temelini teşkil eder. Bugün sadece Türkiye’de değil dünyada da milliyetçilik çok etkilidir. Farklı anlayışlar olsa da Türkiye’nin de büyük çoğunluğu milliyetçi bir bakış açısına sahiptir.” İşte bu gerçek, seçimlerde bir kez daha ortaya çıkmıştır. Nitekim bu milliyetçi eğilim, siyasi alanda tek bir merkezde toplanmaktan ziyade farklı ittifaklara ve farklı partilere dağılmıştır. Hiç kuşkusuz bunun, milliyetçilik anlayışının farklı yorumları olmasının yanında, farklı toplum kesimlerinin algılarındaki çeşitlilikten kaynaklanan boyutları da vardır.
Seçim sonuçları kabaca değerlendirildiğinde, siyasi açıdan milliyetçi kimliğini vurgulayan ve hepsinin kökleri, 12 Eylül öncesindeki Ülkücü ve Milliyetçi Hareket’e uzanan dört partinin (MHP, İyi Parti, Zafer Partisi, BBP) toplam oyunun yüzde 24’e ulaştığı görülmektedir. Esasen, MHP kökeninden gelen siyasi milliyetçilik bağlamında bakıldığında, nüfusun en azından yüzde 30’unun bu çizgide olduğu, rahatlıkla ileri sürülebilir. Ancak, milliyetçi seçmen oranını sadece bu partilerin seçmenleriyle sınırlamak çok yanlıştır. Çizgileri farklı olsa da Ak Parti’de “muhafazakâr ve milliyetçi”, CHP’de ise “ulusalcı” olarak nitelendirilen hatırı sayılır oranda seçmen var. Bütün bu kesimler, farklı derecede veya muhtevada olsa da Atatürk’e saygılı ve Cumhuriyet’e bağlıdır. Aslında toplumun aşırı uçlarında yer alan kesimler ve siyasi Kürtçülüğün etkisindeki kitle hariç, Türkiye’nin yaklaşık yüzde 75-80’inin milliyetçi olduğunu söylemek, gerçeği ifade etmektir.
Seçim sonuçlarını ve Türkiye’nin geleceğini tahlil ederken bu gerçekliği çok iyi anlamak ve değerlendirmek şarttır. Seçimler göstermiştir ki, yaşanan çok büyük ekonomik sıkıntılara rağmen özellikle Cumhur İttifakı’nın seçim propagandasında vurguladığı (Millet İttifakı’nın PKK’nın uzantısı olan partiye mesafe koymaması, Amerika ve Batı tarafından desteklenmesi vb.) hususlar, genelde muhafazakâr ve milliyetçi seçmen kitlesi üzerinde çok etkili olmuştur. Kısacası, PKK ile irtibatlı veya dolaylı da olsa onlarla ilişkili hiçbir siyasi birlikteliğe en ufak taviz verilmesine karşı kesinlikle hassas olan büyük bir kitle vardır. Dolayısıyla Türk Ocaklarının seçim öncesinde yayımladığı uyarı bildirisinde de belirtildiği gibi, Türk siyasetinin bölücülerin ipoteğinden kurtarılması, PKK, FETÖ, IŞİD gibi terör örgütlerinin devlet mekanizmalarına sızması ve siyaset üzerinde etkili olmalarına hiçbir şekilde müsamaha gösterilmemesi şarttır. Bu çerçevede, siyasi denklemin iki ana ittifakının HDP veya HÜDA-PAR gibi partilerin desteğine ihtiyaç duymasına yol açan mevcut sistemde gerekli değişikliklerin yapılması da elzemdir.
Tekrar vurgulamak gerekirse Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu fikri Türk milliyetçiliğidir. Millî devlet ve üniter yapı, bu Cumhuriyet’in temelini teşkil eder. Seçimlerin açık ve kesin mesajlarından biri ve en önemlisi şudur: Türk Devleti’nin millî devlet vasfı ve üniter yapısı, Anayasa’nın değiştirilemez maddeleri ve Anayasa’daki vatandaşlık tanımı konuları, kesinlikle tartışma konusu hâline getirilemez. Bu konuda ikircikli mesajlar verilmesi, milliyetçi ve ulusalcı seçmenler nezdinde son derecede rahatsızlık yaratmaktadır.
Seçimde, bütün imkânsızlıklarına rağmen ATA İttifakı’nın aldığı oy da çeşitli açılardan çok anlamlıdır. Diğer bazı partilerin seçimden sonra bir iki yıl içinde sığınmacı ve düzensiz göçmenler konusunu hal yoluna koyacaklarını vaat etmelerinde -üslupta tartışmalı bazı yönler olsa da- Zafer Partisinin yarattığı farkındalığın önemi yadsınamaz. Dolayısıyla bizim de en az beş-altı yıldır vurguladığımız gibi, başlangıçta insani duygularla kucak açtığımız, ancak çok yanlış bir siyaset sonucu ülkede kalıcı hâle gelen Suriyeli göçmenlerin yanında, farklı yerlerden gelen göçmenlerin, Türk milletinin geleceği ve ülkemizin huzur ve refahına yönelik bir tehdit hâline dönüşmemesi için, bu meselenin en kısa zamanda çözülmesi, bu seçimin en önemli mesajlarından biridir.
Ekonomideki hatalar, pahalılık, liyakat ve adalet konularındaki olumsuzluklara rağmen Cumhur İttifakı’nın seçimlerden başarıyla çıkmasında, seçmenlerin beka meselesi bağlamında, terörle mücadelenin kararlılıkla yürütülmesinin yanında son dönemde Azerbaycan’dan Doğu Akdeniz’e uzanan hatlarda izlenen dış siyasete destek vermelerinin de etkili olduğu kanaatindeyim. Özellikle milliyetçi seçmenin Cumhur İttifakı’nı destekleyen kesimi açısından Türk dünyası ile ilişkilerin geldiği nokta da anlamlıdır.
On dokuzuncu yüzyıldan günümüze, milletlerin ve ülkelerin tarihî birikimleri, etnik ve dinî yapıları, ekonomik gelişmişlikleri gibi çeşitli etkenlerle milliyetçiliğin de farklı yorumları olagelmiştir. Aynı ülke veya topluluk içinde de farklı milliyetçilik anlayışlarının olması doğaldır. Günümüzde de dijital çağın ve küreselleşmenin etkisi altındaki dünyada, 20. yüzyıl başlarındaki anlayışlardan farklı, yeni yönelimlerin kendini göstermesi olağandır. Bununla birlikte, bir milletin tarihinin “bütünlüğü ve devamlılığı” boyutu veya bakış açısı, milliyetçiliğin olmazsa olmazlardandır.
Yüzyılımızda, dünyada milliyetçiliğin yükselişi konusunda pek çok eser yayımlanmıştır ve yayımlanmaya da devam etmektedir. Kovid-19 salgınının millî devletlerin önemini bir kez daha teyit etmesinden önce, mesela 2014’te The Diplomat’ta (https://thediplomat.com/2014/01/the-new-age-of-nationalism/) yayımlanan “Milliyetçiliğin Yeni Çağı” başlıklı bir yazıda, yazar Zachary Keck özetle şöyle diyordu: 21. yüzyılın Brezilya, Türkiye ve muhtemelen İran’ın aralarında olduğu önemli yükselen güçlerin etkili rol oynadığı bir Pasifik Yüzyılı olması kesin gibidir. Milliyetçilik, bu ülkelerde Batı’nın başkentlerinde idrak edildiğinden çok daha fazla önem taşımaya devam etmektedir.
Bu bağlamda, dinden ziyade milliyetçiliğin öne çıktığını ileri süren yazar, görünüşte dinin hâkim olduğu yerlerde bile milliyetçiliğin en önemli ideoloji olduğunu belirtiyordu.
Gerçekten de özellikle “çözüm süreci” ve 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türkiye, Amerikan Rand Corporation’ın raporunun başlığının ifade ettiği gibi “milliyetçi bir rota”ya girmiştir. İçerideki siyasi kutuplaşmanın etkisiyle milliyetçiler, farklı ittifaklarda yer alsalar da özellikle 2015 sonrasında dış politika yönünden, Suriye’nin kuzeyinden Doğu Akdeniz’e, Azerbaycan’dan Adalar Denizi’ne uzanan hatlarda, Türk Devletleri ile ilişkileri kapsayan geniş bir yelpazede, milliyetçi bir çizgide hareket edildiği açıktır. Buna karşılık çelişkiler de yok değildir. Türkiye’nin nüfus yapısını köklü bir değişikliğe uğratabilecek sığınmacılar ve göçmenler meselesinde, âdeta bir ağırdan alma tutumu devam ederken Türk vatandaşlığı, Türk kültürüne çok uzak ve toplumla bütünleşme ihtimali bulunmayan unsurlara çok kolayca bahşedilmektedir. Bu siyasetin milliyetçilikle bağdaşmadığı ortadadır.
Siyasetçisinden fikir erbabına kadar bütün Türk milliyetçileri bu seçimleri layıkıyla tahlil etmek ve Cumhuriyet’in ikinci yüzyılını da milliyetçilik temelinde inşa etmek için seferber olmak durumundadır. Bu bakımdan, farklı tonlarda da olsa Türk milliyetçilerinin büyük kısmının siyasi alandaki birliği, merkezî öneme sahiptir. Moda akımların etkisiyle milliyetçilik kavramının önüne arkasına bazı sıfatlar ekleyerek milliyetçileri ideolojik yönden hiziplere ayıran yaklaşımlara itibar edilmemelidir. Elbette ki Türk milliyetçiliğinin daha muhafazakâr yorumlardan ulusalcılığa uzanan farklı yorumları vardır ama bu fikrin adı kurucu dönemde Türkçülük, yani Türk milliyetçiliğidir.
Türk milliyetçileri, bugün sadece Türkiye’ye karşı değil, aynı zamanda devletli veya devletsiz bütün Türk topluluklarına karşı tarihin onlara yüklediği sorumluluğun idrakiyle hareket etmek zorundadır. Doğu Türkistan’da zulüm altında inim inim inleyen kardeşlerini de yıllar sonra dönmeye ve yerleşmeye başladıkları vatanlarından yine mahrum edilen Kırım Türklerini de düşünmek ve onlar için mücadele etmek bizim boynumuzun borcudur. Bunları yapmak için Türkiye’yi güçlü kılmak, Türkiye’yi güçlü kılmak için de ülkenin yönetiminde söz sahibi olmak zorundayız. Merhum Galip Erdem’in sık sık tekrarladığımız bir sözüyle yazıma son noktayı koymak en uygunudur: "Türk milletini sevmekte birleşenler; birbirlerini sevmekte birleşmeye de mecburlardır. Aksi takdirde; millet sevgileri, kimsenin inanmayacağı boş bir laftan ibaret kalır."
Prof. Dr. Mehmet ÖZ
Türk Ocakları Genel Başkanı