Prof. Dr. Ramazan Ayvallı’nın övücü bir takdimini yaptığı Mehmet Oruç’un “Dinler Arası Diyalog Tuzağı ve Dinde reform” adlı kitabından bazı bölümler:
İki asra yakın zamandan beri Papalık, Misyonerlik faaliyetleri ile Hıristiyanlığı Orta Doğu’ya yaymaya, Müslümanları Hristiyanlaştırmaya çalışmaktadır. Bu çalışmaları yapan Konsil ilk defa 1962’de bu konuyu görüşmek için toplandı. Daha sonraki toplantılarla da misyonerlik faaliyetinin bir parçası olmak üzere “Diyalog”a önem verilerek devam ettirilmesi kararlaştırıldı. II. Paul’ün 1991 yılında ilân ettiği Redemptoris Missio (Kurtarıcı Misyon) isimli genelgesinde aynen şöyle diyordu: “Dinlerarası diyalog, Kilise’nin bütün insanları Kilise’ye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır… Bu misyon aslında Mesih’i ve İncil’i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir.”
1964 yılında 2. Vatikan Konsilinde kurulan ‘Hristiyan Olmayanlar Sekreteryası’nın 1973 yılında, sekreterlik görevine getirilen Pietro Rossano, Sekreterya’nın yayın organı Bulletin’deki bir yazısında şunu belirtiyordu: “Diyalogdan söz ettiğimizde, açıktır ki bu faaliyeti, Kilise şartları çerçevesinde misyoner ve İncil’i öğreten bir cemaat olarak yapıyoruz. Kilise’nin bütün faaliyetleri, üzerinde taşıdığı şeyleri yani Mesih’in sevgisini ve Mesih’in sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog, Kilise’nin İncil’i yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içindedir”. “Kilisenin henüz bulunmadığı yerlerde tesisi için yapılan faaliyet olarak anlaşılan misyon, artık Diyalog olmadan başarıya ulaşamaz”.
1984’ten beri Hristiyan Olmayanlar Sekreterya başkanlığını yapan Kardinal Francis Arinze, geçmişten bugüne gelinen noktayı anlatırken bunun Kilisenin bir misyonu olduğunu ifade etmektedir: “Papa VI. Paul’ün vizyonu gerçekleşmektedir. Çünkü Dinler Arası Diyalog, Kilise misyonunun normal bir parçası olarak görülmektedir” (Bulletin, 59/XX – 2, 1985, 124). Papa’yı ziyaretinde Fetoş da bu konuyu vurgulamıştır: “Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinler Arası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz.” (F. Gülen’in Papa’ya mektubundan, Zaman, 10.2.1998). Nihaî hedeflerini de Papa II. Paul’un 2000 yılı mesajında şöyle bildiriyordu: “Birinci bin yılda Avrupa Hristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya’yı Hristiyanlaştıralım”.
Müslümanlar cephesinde ise Dinler Arası Diyalog’un kararlı bir destekçisi ve teşvikçisinin Fetoş olduğu, onursal başkanlığını yaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı yayını “Küresel Barışa Doğru” kitabında bildirilmektedir. Yine aynı kitaba göre, Fetoş, Papa II. Paul ile görüşmesinden önce bu diyaloğu daha önce başlatan üstadı Saidî Nursi’dir. Kürt Said, bu konuda, Papa XII. Pier ile yazışma yaptığı, 1950’li yıllarda Fener semtinde ikamet etmesinin, Rum Patrik Atenagoras ile de yapılan diyaloğu kolaylaştırdığı aynı kitapta ifade edilmektedir. Dinler Arası Diyalog’un lüzumu ile ilgili Fetoş’un yayınlanmış pek çok makale ve kitabı var. “Hoşgörü ve Diyalog İklimi” kitabı tamamen konu ile ilgilidir. Diyanet ve İlâhiyat fakülteleri de diyaloga destek vermektedirler.
Dinler Arası Diyalog projesinin önde gelen temsilcilerinden Prof. Dr. Niyazi Öktem bu projeye kimlerin destek verdiğini şöyle dile getirmiştir: “80’li yıllarda başlattığımız Dinler Arası Diyalog projesinde hayli mesafe aldık. Bu konuda bize en büyük desteği Diyanet verdi. Sayın Başkanın gün boyu aramızda bulunması bunun en güzel ispatıdır. Sivil kuruluşlardan ise destek, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfından geldi. Vakfın onursal başkası Fethullah Gülen Hoca bize büyük destek verdi. Bütün bunların üstünde, Diyalog konusunun Türkiye’de ki mimarı, öncüsü Prof. Dr. Mehmet Aydın’dır. Her birine huzurunuzda teşekkür ediyorum”. Siyasî cephede ise, Bülent Ecevit, Süleyman Demirel ve bir kısım siyasâler diyaloğa tam destek vermişlerdir. Müslümanlardan, diyaloğa destek verenlerin, niyetlerini tam bilemediğimiz için, bir yorum getirmek sağlıklı olmaz. Zaten bu pek de önemli değil. Önemli olan diyaloğu başlatan, yönlendiren “Vatikan”ın niyeti ve gayesidir. Şimdi biraz da bunun üzerinde duralım.
Diyaloğun hedefi:
Müslüman halkı Hıristiyanlaştırmak için faaliyet gösteren misyonerler, Orta Doğu’da büyük bir dirençle karşılaştılar, kırmak için, bölgede yaşayan Müslümanların, dini şuurunun yok edilmesi gerekiyordu. Dinler Arası Diyalog ile, Hristiyanlığın da hak bir din olduğu, korkulacak bir şey olmadığı konusu işlenerek, Müslümanların sinsi Hristiyanlara karşı olan husumetini kırmayı gaye edindiler. Bunu sağlamak için “Benim dinim son dindir, diğerleri yanlıştır” inancından vazgeçirmeği prensip edindiler.
Dinler Arası Diyalog’un mimarlarından M.Watt, “Modern Dünyada İslâm Vahyi” adlı çalışmasında bunu açıkça yazmaktadır. Watt’a göre diyaloğun şartı “Benim dinim son dindir” inancından vazgeçmektir: “Dinlerin karşılaştırılması, yani üstünlük-aşağılık açısından her hangi bir değerlendirmeye gitmemektir. Objektif anlamda geçerli olmadığı için gerçek diyalog anlayışı bu çeşit karşılaştırmalardan vazgeçmeyi icap ettirir. Taraflardan biri ‘Benim dinim son dindir’ derse bu olmaz; çünkü buradaki ‘son’ kelimesi diğer dinlerden üstün olma veya diğer dinleri geçersiz kılma anlamlarına gelir. Bunun için, benim dinim diğerlerinkinden üstündür inancının terk edilmesi gerekir”. Halbuki Kur’an-ı Kerim, İslâmiyetin son din olduğunu, diğerlerinin geçersiz olduklarından, kabul edilemezliklerini açıkça bildirmiştir. Dolayısıyla bir Müslüman bunun aksini düşünemez. Böyle düşündüğü, inandığı hattâ şüphe ettiği takdirde dinden çıkmış olur.
İslâmiyet’in son din olduğu ayet-i kerimelerde meal şöyle bildirilmiştir: “Bugün, dininizi kemale erdirdim, ikmal ettim. Size olan nimetlerimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim” (Maide 3). “Allah indinde hak din ancak İslâm’dır” (Al-i İmran 19). “Kim İslâm’dan başka din ararsa, bilsin ki, bulduğu din asla kabul edilmeyecektir” (Al-i İmran 85).
M.Watt’ın bu fikrinin, dini bilgilerde nakli yani vahyi esas olan Ehl-i sünnet inancına sahip Müslümanlara kabul ettirmenin mümkün olmayacağını bildikleri için de, Müslümanları Endülüs’te İbn Tufeyl ve İbn Rüşd’ün temsil ettiği “Felsefî İslâm”a yönlendirmeye karar verdiler. Watt’a göre, bu filozoflar, İslâm’ın dışında kalan dinleri, açıktan açığa tartışma konusu etmediler, onları da hak din kabul ettiler. R. Arnaldez, Ehl-i sünnet bir Müslümana diyaloğu kabul ettirmenin pratikte imkânsız olduğunu, bu inancın tahrip edilmesi gerektiğini söyledikten sonra, İslâmî esasları, nakil ile değil, akıl ile anlamayı bir metod hâline dönüştürmüş Vehhabî - Selefî anlayışının temsilcisi olan “Abduh ekolü”nün hâkim kılınması hâlinde, Dinler Arası Diyaloğun oldukça kolaylaşacağını ifade etmektedir (R. Arnaldez: Contidions dun avee İslam). Dinler Arası Diyalog fikrinin babası olan Louıs Massignon “Onların (Müslümanların) her şeylerini tahrif ettik. İnançları, dinleri mahvoldu. Artık hiç bir şeye tam inanmıyorlar. Derin bir boşluğa düştüler. İntihar ve anarşi için olgun hâle geldiler” demektedir.
Dinimiz İslâmiyet’in son din olduğunu, diğerlerinin geçersizliğini bildiriyor. Diyologçular ise, dostluktan da öte, diğer dinleri kendine yakın görmeği tasavvufta bir makam olarak telâkki ediyorlar. Prof. Dr. Mehmet Aydın bunu bakınız nasıl ifade ediyor: “Bir sufînin, bütün dinleri birbirine yakın seviyede görmesi, zaten bu tevhid, vahdet makamıdır.” (II. Din Şurası tebliğ ve Müzakereleri, s. 342).