Eşsiz Lider ve Onun güçlü kadrosunun önderliğinde, inanç ve direnişle kazanılan kutlu zafer, 30 Ağustos bayramımızın 98. Yılını sonsuz yıllara taşımaya and içerek kutluyoruz. Türk’ün son devletinin kurulmasını sağlayan Zafer Bayramımız İslam Âleminin örnek alabileceği bu Bağımsızlık Savaşımız, aynı zamanda bağımsızlıklarını kazanmalarında mazlum milletlere örnek teşkil etmiş bir zaferdir.
Türk tarihinin zaferler ayı olarak bilinen Ağustos ayında irili ufaklı 62 zafer kazandığımızı tarihler kaydeder. Bu büyük zaferimizin en kesin sonuçlusu olan 30 ağustos Büyük Türk Zaferi aynı zamanda bütün Batılı ülkelerin de yenilgisi mahiyetinde idi.
Bu Türk zaferi sonucunda ortaya çıkan durum, tarihe yepyeni bir Türk devletinin, tamamıyla milli ve dipdiri bir Türk devletinin doğmasını sağlamıştır. Avrupalı emperyalist güçlerin tam bir oyunu olarak ortaya çıkan ve Sevr’in zorla Türklere kabul edilmesi için tertip edilen bu Anadolu seferi, onların oyuncağı olan ve kendi küçük ülkesinin ulaşamayacağı bir serüven halinde başlayıp sona eren Yunan macerası, aynı zamanda tarihin bir dönüm noktasıdır. Avrupalı emperyalist güçlerin ve sömürgeler devrinin de sonunu ilan eden bir Türk zaferidir. 26 Ağustos 1071 tarihinde Anadolu’nun kapılarını İslam’a açan Malazgirt Meydan Muharebesini zaferle sonuçlandıran Türk zaferi, aynı zamanda, 30 Ağustos 1922 tarihinde Anadolu’nun kapılarını Hıristiyan Emperyalist düşmanlara kapatan Baş Komutanlık Meydan Muharebesini kazanmış bir Türk zaferidir.
Kazanılan bu Başkomutanlık Meydan Muharebesi zaferi sonucudur ki, Batılı ülkelerin demir pençeleri altında inleyen esir ülkelerin ayaklanması ve milli devletlerini kurmak için savaşmaları dönemini de başlatmıştır. Artık her zincirin kırıldığının başında Anadolu mücadelesi, Türk Kurtuluş Savaşı ve sonuçları anılacaktır.
*
30 Ağustos’ta bizzat Türk orduları Başkomutanı Gazi Mareşal Mustafa Kemal Paşa tarafından yönetildiği için Başkomutanlık Meydan Savaşı adını alan çarpışmalar başlamıştır. Bu çarpışmalar sonucunda, boğaz boğaza yapılan amansız bir savaş sonucunda düşmanın ana kuvvetleri büsbütün yok edildiler. Geri kalanların büyük bir kısmı da esir edildiler. Savaş alanının büyük bir kısmındaki Türk kasabaları ve köyleri ise büyük bir katliama uğrayarak halkı vahşice öldürülüp evleri yağmalandıktan sonra ateşe veriliyordu. Bazı yerleşim birimlerinde sivil halk, kadınları, çocukları ve ihtiyarları ile beraber ahşap köy camilerine doldurularak gaz yağı döküp ateşe veriliyordu. Can havliyle yangından kaçanlar ise camilerin önüne dizilen mitralyözlerin ateşi ile öldürülüyorlardı. Bu köyleri yakmak emrini veren Yunanlı subaylar_ başlarında General Triko pis olduğu halde_Türk ordusunun esirleri durumuna düşmüşlerdir. Bu esir Yunan generallerini karşılayan Türk Ordusu Kurmay Başkanı General Asım Gündüz’ün onlara Türkçe ilk hitabı bir tokat gibi suratlarında şaklamıştır:
‘’Sizleri medeni bir ordunun mensupları olarak mı, yoksa bir eşkıya sürüsünün temsilcileri olarak mı karşılayacağımdan mütereddidim.’’
Yunanlı esir komutanlar kendilerine bir araç sağlanmasını, iskân edilecekleri yöreye yaya gönderilmemelerini istediklerinde ise;
‘’_Şu anda sizin emirleriniz doğrultusunda askerleriniz Türk şehirlerini ateşe vermekle meşguldürler. Bütün araçlarımız ordunuzun peşinde süratle bu cinayetlere engel olmak için seferber edilmişlerdir. Gideceğiniz yere kadar sizde bizim gibi yaya gitmek zorundasınız’’deniliyordu.
Yine de onları Türk asaletine sığacak şekilde, kimsenin tacizine uğramadan uzun zaman Anadolu’da iskân ettik. Ülkelerine sağ salim gönderdik. Bu Yunanlı generallerden çoğu kendi ülkelerinde yargılanarak kurşuna dizildiler. Suçlanma sebepleri ise ‘’Anadolu’daki başarısızlıkları’’idi. Oysa bu sonuç daha Anadolu istilasının başladığı günlerde, Anadolu’da zaferden zafere koştukları anlarda bile belli olmuştur.
Kurtuluş Savaşımızı sona erdiren bu büyük ‘’Türk Zaferi’’ öyle bir zaferdir ki, Viyana’dan başlayan bozgun, Ankara önlerine kadar gelmişti. Türk bayrağı eski şahsüvarların kavukları üzerinde bir kızıl gül gibi zaferden zafere koştuktan sonra çocuklarının başına bir yas çevresi gibi düşüyordu. Fakat Anadolu bozkırlarındaki bir avuç büyük mazlumun direnmesi sonunda yeniden doğdu. Bir kızıl yele gibi göklere doğru savrulmaya başladı. Ankara önlerinde Sakarya’da durdurulan ve geri atılan bu zaferimizde biz yeryüzündeki ‘’ Son Türk Devleti’nin Kalesini savunduk’’
*
Değerli okur, Türk Milleti olarak Başkomutanlık Meydan Muharebesini ve diğer zaferlerimizi hatırlamalıyız, hatırlatmalıyız. Tarihimize giderek, ondan aldığımız güçle bugünümüzü ve geleceğimizi inşa etmeliyiz. Bizi başarılı kılan, zaferlere ulaştıran ruh ve manayı anlamaya çalışmalıyız; bundan yüksek bir şuur elde etmeye gayret etmeliyiz.
Bu zaferler ayında büyük milletimize düşen, zaferlerle övünmekten daha çok, bu zaferlerin nasıl elde edildiğini, zaferlerin arkasındaki yüksek inanç ve ruhu iyi kavrayabilmektir. Bugün de aynı iman ve teslimiyete sahip olup olmadığımızın muhasebesini yapabilmektir.
Hepimizin bildiği gibi, İslam coğrafyasında olduğu gibi, son kalemiz olan güzide ülkemizin bugünlerde maruz kaldığı PKK zulmü, demokratik ve laik cumhuriyetimize yönelik aşağılık darbe denemeleri, zorbalık, haksızlık ve kötülükler, zaferlerimizi ve bu zaferlerin arkasındaki ruhu yeniden anlamaya olan ihtiyacımızı çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Unutmayalım ki, ecdadımıza bu yüksek ruhu kazandıran ‘’din-i mübin-i İslam’’ı çok iyi anlamalıyız. Onlar ilayı kelimetullah uğruna yaşamayı bilmişlerdir. Yeryüzünde hak, hakikat, adalet, hukuk, ahlak, barış ve huzur egemen olsun diye çapa sarf etmişlerdir. İslam’ın barış ve esenlik dini olduğunu bütün dünyaya göstermişlerdir. Mazlumların sığınağı zalimlerin korkulu rüyası olmuşlardır. Din, iman, millet, vatan ve mukaddesat uğruna gerektiğinde candan ve canandan vazgeçmeyi göze almışlardır.
Biliriz ki, asıl zafer insanın gönlünü kazanmaktır. Asıl fetih, bir kalbi hakikate açmaktır. Zafer, egemen olma hırsına kapılmadan güzelliği herkesin avucuna bırakmaktır. Fetih, insan iradesini incitmeden, baskı ve zorlama yapmadan, iman gücünün gönüllere nakşedilmesidir. Zaferlerin arkasında hep aynı ruh vardır. Bedir’de de aynı ruh vardır, Malazgirt’te de… Mekke’nin fethinde de aynı ruh vardır. Çanakkale Zaferinde de… İstanbul’un Fethinde de aynı ruh vardır. Kurtuluş Savaşında da… İşte bu ruhdur.
*
Gazi Paşamız Atatürk’ün günümüz Liderlerine ışık tutacak veciz ifadeleriyle yazımızı sürdürelim:
‘’Artık millet, iki şey için silaha sarılacaktır: Milli sınırlarımız içinde yaşamını, bağımsızlığını ve egemenliğini korumak için! Artık bizim saldırgan bir askeri siyasetimiz olmayacaktır. Cihangirlik sevdasında, savaşarak ülkeleri alma peşinde olmayacağız. O düşünüş biçimini izleme yüzünden en ağır cezaları hala çekmekteyiz. ‘’
*
Doğru galiba; bir tek "Atatürk" barındıran, "Atatürk"ü hatırlatan, "Atatürk"ü andıran, "Atatürk"ün kıymetini bir değil bin kere anlamamıza yarayan gün ve fiillerde "aktive(!)" oluyor bu Korona!
Hanginiz, toprağın altında yatanlarımızdan daha kıymetlisiniz ki, onların ruhuna armağan olan böyle bir günde bütün işi-gücü en önemlisi onlara olan minnet duygularımızın gerektirdiği vakarı bir kenarabırakıp srf sizinle ‘’polemikçilik’’oynamak için sahip çıkıyor olalım ‘’zafer’imizi kutlama hakkımıza!
Gerçek olan, 30 Ağostos Zafer Bayramını kazananlar kutlar; kaybedenler kutlamaz.
Biz 30 Ağustos'ta, vatan toprağının Yunan işgal ve mezaliminden kurtuluşunu kutluyoruz; diğer düşmanların "geldikleri gibi gidecekleri" günün biletini kesişimizi…
Çanakkale'de doğan, Sakarya'da doğrulan, Dumlupınar’da şahlanan iradeyi kutluyoruz…
"Başkumandan Zaferi"ni kutluyoruz.
Gözümüzün başka hiçbir "tepe"yi göremeyeceği şekilde, biz her 30 Ağustos'ta, yüzümüzü Çiğiltepe'ye, Kırcaaslan Tepe'ye, Tınaz Tepe'ye, Belen Tepe'ye dönüyor, İbrahim Çolak'ı, Reşat Çiğiltepe'yi, Ahmet Naci Tınaz'ı, Ahmet Naci Eldeniz'i, Mürsel Bakü'yü, Yakup Şevki Subaşı'nı, Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet'i, Kazım İnanç'ı ve diğer bütün komutanlarımızı ama en çok da nicesinin "milletin kurtuluşuna lazım" olan silahlarla cepheden cepheye koştuğu günlerde canı pahasına savaşan "meçhul askerleri" kutluyoruz.
Biz 30 Ağustos'ta "Cumhuriyet ordusu" ve "Cumhuriyet donanması"nı kutluyoruz; "Tayyare Bayramı"nı kutluyoruz.
*
Anlaşılan o ki, dünyada en büyük talihsizlik bir insanı tanımadan, dinlemeden, eserlerini okumadan o’nun hakkında hüküm vermektir. Sanırım en talihsiz insanlar nankörlerdir. Bu vatan için ter döken, kan döken, can veren herkese sonsuz minnet duyuyoruz. O eşsiz kahraman kadronun tırnağı etmeyen zavallıların, onları küçümseme gayretleri sadece ve sadece ‘’yarının utanç levhaları’’ olacaktır. Diğer Müslüman ülkelerin hali karşısında bugün pırıl pırıl bir Türkiye varsa unutmayalım bu ‘’Atatürk’ün ve arkadaşlarının’’ eseridir.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranların iradesini, milliyetçi iradenin önemini Türk Düşmanlığı üzerine kurgulanmış ve cemaatçilik örgütlenmesi adı altında son yaşanan melanetten görmeliyiz.
En cahilinden bilginine kadar insanları beşine takarak koyunlaştıran ‘’Sahte Din Soslu’’ iki sihirli kelime yeterli olabildi: ‘’Diyalog’’ve ‘’Hoşgörü’’! Çocuklarımız, Türk Kültür DNA’sı ile donanımlı ‘’Kurt Gibi’’ yetiştirilmezse yine olacağı budur.
Tarih boyunca bizlere zaferler kazandıran bütün büyüklerimizi, ecdadımızı, aziz şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmet ve şükranla yâd ederken;
Başta Ebedi Başbuğ Atatürk olmak üzere, bize bu toprakları vatan kılmak, vatan tutmak için can veren Kuvva-i Milliye şehitleri atalarımız, bu aziz milletin necip evlatları, kutlu ruhlarınız şad olsun.
Emanetiniz 30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun.