Doğu Türkistan'ın başkenti Urumçi'de Çin güvenlik güçleri ve silahlı paramilislerin barışçıl gösterilere kanlı müdahalesinin 11'inci yıl dönümü.
Sürgündeki Doğu Türkistan Milli Meclisi'ne göre 2009 Temmuz'undaki olaylarda, 3 gün içerisinde binlerce Uygur, Çin makamlarına göre ise 197 kişi yaşamını yitirdi.
Olaylar, Çin'in Guangdong eyaletinde bir fabrikada zorla çalıştırılan Uygur Türklerinin beraber çalıştıkları Çinli kadınları taciz ettikleri iddiasıyla patlak verdi. 26 Haziran'da fabrikaya saldıran Çinliler, onlarca Uygur Türkünü öldürdü.
Çinli kadınların taciz edildiği iddiasının ise yalan olduğu ortaya çıktı.
Çoğunluğunu Uygur üniversite öğrencilerinin oluşturduğu kalabalık bir grup, 5 Temmuz 2009'da Uygur Türklerine yönelik baskı, ayrımcılık, ortadan kaybolma, kaçırılma ve fabrikalarda zorla çalıştırmaları protesto amacıyla Urumçi'de protesto gösterisi düzenledi.
Çin Devletinin Uygur Türklerine uyguladığı baskının sosyal medyaya yansıması kadarıyla içimizi sızlatmaktadır; Asimile amaçlı uygulanan eylem ve baskıları sosyal medyadan takip edebiliyoruz.
Güçlü Türk Birliğinin aşamalarla sağlanması yönünde Türk Devletlerinin, özellikle Türkiye Cumhuriyetinin uluslar arası hukuk çercevesinde etkin olma zorunluluğu vardır; Uygur Türk’üne sahip çıkmak, Türkiye Cumhuriyetini ebedi kılmak anlamını taşır.
Ne var ki yıllardır ülkemizi tehtit eden hain odaklarca, Türk varlığını ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Atatürk tarafından belirlenen ‘’kuruluş felsefesinin’’temeli olan ‘’Türk Kimliğini’’sabote etmek, Türk Milleti’nin yılgınlığa, kendine güvensizliğe, hatta çaresizliğe sürüklenerek çökertilmek istenmesi karşısında Türk Milleti; kararlılık içinde yapılması gerekenleri yapacağından emin olmalıdır.
Türk Milleti; varlığını şekillendiren, tarihini, kültürünü, heyecanını, coşkusunu hissettirecek evlatlarının büyük dirilişine tanık olacaktır. Hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır.
Ne var ki sözde Müslümanlık adı altında Türk Milleti düşmanlığı ile beyinleri iğdiş edilmiş, örümcek kafalı, bilgisiz, kültürsüz, ucubeler karşısında halk Kur’an’ın ön gördüğü dinle bilinçlendirilebilsin; Kendisine Ayetlerle indirilmiş Kur’an’ın neşriyatını yapan Peygamberi Hz. Muhammed’in Cahiliye dönemi denilen mensubu olduğu toplumunda verdiği nitelikli uğraşın özünü kavrayabilsin.
Bunun için olmazsa olmazımız: Türk Genci şu ya da bu cemaatlerin, tarikatların ibadet adı altında uyuşturucu tuzağına düşerek kendini kullandırmadan, çağımızın artık özgürlük, çeşitlilik, liberal demokrasi, hukuk güvenliği gibi değerler olmadan ‘’orta gelir tuzağını’’ aşamayacağı noktasında bilinçlenmelidir.
Böyle bir çağda insanlarımıza, özellikle yeni nesillere ‘’falancaya’’ değil, ‘’filancaya’’ bağlanmalarını değil, bağımsız kişilik sahibi olmalarını, vicdanlarını geliştirerek hayatını kendilerinin tanzim etmelerini öğretmek zorundayız.
Din eğitiminde de eski usul ezber ve taklit yerine, İslam tarihinden ‘’kula kulluk etmeyen’’ örneklerle geliştirilen hür kişilik ve bağımsız düşünceli Müslüman tipi esas alınmalıdır.
Eğitim sistemimizde, İslam’ı kültürel arka planıyla bir hayat haline getiren ve uygarlıkla bütünleştiren anlayışları içerir felsefi, bilimsel, edebi, sanatsal çalışmalara ilişkin müfredat programlarına yer verilmelidir.
Hür ve yaratıcı düşünceyle, bu coğrafyada ayakta kalmamızın, güçlendirilmiş demokratik kurumlarıyla ‘’gerçek demokratik rejimi’’le huzura kavuşabileceğimizin ön şartı olacaktır.
Yoksulluk, bağlı olarak yolsuzluk aşılması gereken en önemli bir konu; Yoksulluk hükümetlerin çözmesi gerekli proplemleri arasında ilk sırada olmalıdır. Gerekli politikalar; ekonomik büyüme, insana yatırım yapmak, katılım ve çevre ve sosyal politikalar önceliklidir. Ayrıca uluslar arası ekonomik istikrar; yatırımların teşviki, eşitsizliğin azaltılması ve kurumsal kapasitenin geliştirilmesi yoksulluğu azaltmakta kullanılabilecek politikalardandır.
Bu niteliklere haiz olmadan Türk Dünyasının bütünleşmesi yönünde fikir üretmemiz zayıf ve cılız kalır.
*
Evet; Birleşik Türk Dünyasının öne çıkartılmasıyla alakalı Akademik göüşlerden Örnekliyerek tasvir edersek;
Türk birliği için çalışmak geleceğimiz adına hayırlı ve iyi bir adımdır. Ailenin birliği, doktorların birliği, avukatların birliği için çalışmak nasıl iyi bir şeyse milletin birliği için çalışmak da iyi bir şeydir. Sosyal ve meslekî oluşumları bölmek kötü, birleştirmek iyidir. Bölünmüş, parçalanmış toplulukları bir araya getirmek iyidir.
Demek ki Türk birlikçiliği ve Turancılık en genel çerçevede "iyilik" kavramı içine giren bir ülküdür. Nitekim birçok devletleri olan Almanların ve İtalyanların 19. yüzyılda tek devlet hâlinde birleşmeleri onlar için iyi olmuştur. Soğuk savaşın bitmesinden sonra iki Almanya'nın birleşmesi de Almanlar açısından iyi bir sonuçtur. Amerika Birleşik Devletleri de daha önce birçok küçük devletten oluşuyordu. 19. yüzyılda onlar da Amerika Birleşik Devletleri oldular.
Türkler de tarihte bazen birleştiler, bazen bölündüler. Birleştikleri zaman büyük ve güçlü oldular.
Bölündükleri zaman küçük ve güçsüz oldular; sonunda da büyük devletler tarafından yutuldular; tutsak ve köle oldular. Demek ki büyük ve güçlü olmak için, bağımsızlığın devam etmesi için birleşmek gereklidir.
İyi işler aynı zamanda kutsal işlerdir. İnsanların kendi çıkarları yerine mensup oldukları toplumun iyiliği için çalışmaları onların ruhlarında manevi bir yükseliş meydana getirir. İşte bu manevi yükselişi sağlayan, kutsallık duygusudur. İyilik yaparken yüreklerde hissedilen güzel kıpırdanışlar, insanda kutsal bir görev yaptığı duygusunu uyandırır.
Türk birliği için çalışmanın pek çok yolu vardır. Efsane, destan, tarih, dil ve edebiyattaki ortaklıkları göstermek için ilmî çalışmalar yapmak bu yollardan biridir. Aynı amaçla sanat çalışmaları yapmak da bir yoldur. Tek tek insanlarla konuşarak onlarda birlik bilincini oluşturmaya çalışmak da bir yoldur. Yazılar yazmak, yazılı ve görüntülü iletişim araçlarında faaliyette bulunmak, bu amaca yönelik sivil toplum kuruluşları meydana getirmek ve onlar içinde yer almak… Daha fazla ayrıntıya girmek gerektiğini sanmıyorum. Bu amaçla yapılacak her türlü faaliyet, Türk birliği için çalışmak demektir.
Bütün bu faaliyetler iyi ve kutsaldır. Ancak en başta uyulması gereken bir şart vardır: Mevcut durumu doğru bilmek, doğru tespit etmek. Doğru bilgiye dayanmayan hareketler, amaca fayda vermek yerine zarara yol açabilir. Hiçbir şey abartılmadan her şey doğru bilinmelidir. Bütün olgular, sebepleriyle birlikte doğru tespit edilmelidir. Doğru ve sağlam bilgilerden hareket edilerek amaca doğru yürünmelidir.
Bugün için bilinmesi gereken doğrulardan biri, bizim Türk dediğimiz topluluklardan birçoğunun veya o topluluklar içindeki insanlardan birçoğunun kendilerini Türk bilmedikleridir. Aynı şekilde dillerini de Türkçe olarak adlandırmadıklarıdır. Onlar, kendilerinin ve dillerinin bizimle aynı kökten geldiğini biliyorlar, fakat artık ayrı olduklarını düşünüyorlar.
Elbette sadece bu bilgiyle yetinmek doğru değildir. Neden kendilerini ve dillerini öyle biliyorlar? Bu sorunun da cevabını araştırmalı ve sebebini bilmeliyiz. Bunun için, yakın dönemlere kadar onların da genel adlarının Türk, dillerinin adlarının Türkçe olduğunu, durumun başka devletlerin bağımlılığı altına girdikten sonra değiştiğini onlara tarihî delillere dayanarak ve sabırla anlatmamız gerekir.
Özbek, Türkmen, Kazak, Kırgız, Tatar, Başkurt kimlikleri uydurma kimlikler değildir. Bu kimlikleri kullanmakta sorun yoktur. Önemli olan, Türk üst kimliğinin unutulmuş veya hâkim güçler tarafından unutturulmuş olmasıdır. Onlara hatırlatmamız gereken, üst kimlik adlarının Türk olduğudur.
Hâkim güç, Türk adını sadece Türkiye Türklerine, Türkçe adını da Türkiye Türklerinin dillerine inhisar ettirerek kardeşlerimizde yanlış bir imaj oluşturmuştur. Bunun, hâkim güç tarafından zihinlere yerleştirilmiş bir bilgi olduğunu onlara yumuşak ve ikna edici bir dille anlatmamız gerekir.
Özbek, Türkmen, Uygur, Kazak ve diğer kardeşlerimize Türk olduklarını anlatmaya çalışmak bir zorlama değildir. Ortak Latin alfabesinde birleşmek gerektiğini anlatmaya çalışmak nasıl zorlama değilse Türk olduklarını anlatmaya çalışmak da zorlama değildir.
Tabii ki usul ve üslup çok önemlidir. Hiç kimseye zorla bir şeyi kabul ettirmek yetkisine sahip değiliz. Yumuşak bir üslupla, delilleri ortaya koyarak karşımızdakini ikna etmeye çalışmalıyız.
Zaman da önemlidir. Yüz yılların tortusu, on yılda, yirmi yılda giderilemez. 20-25 yılda olmadı diye "bu iş olmaz" yargısına varmak da doğru değildir. Azerbaycan, özellikle Güney Azerbaycan'daki kardeşlerimizin artık kendilerini Türk kabul ettiklerini, hatta Azeri sözüne öfkelendiklerini görüyoruz. O hâlde "olmaz" diye bir şey yoktur. Ülküler, çetin ve zorlu uğraşlardan sonra gerçekleşebilen kutsal dileklerdir.
*
Uygur Türk’ünü asimile etmeye çalışan; yer altı ve yer üstü zengin Doğu Türkistan Topraklarını kendi lehine işletmeye çalışan Çin devletiyle; bu devlete bağımlı Uygur Türk’ünün bağımsızlığı için verebileceğin mücadelede bu devlet kadar güçlü olmak zorunluluğu ortada durururken; ekonomik gücüyle Türk Birliği adına çalışmak geleceğe hâkim Türk Birliğinin sağlanmasıyla mümkün olacaktır.