İslam dinine gönül vermiş tüm Türklerin oruç (ramazan) ayını kutlarız. Urumçi’den Üsküp’e, Kazan’dan Kartaca’ya… Türklerle soy yakınlığı bulunan Hanibal’ın hüküm sürdüğü topraklarda şimdilerde Turanî Turuklar (Tuareg) ve Anadolu’dan sürgün edilen Karamanoğlu Avşarları yaşıyor.
Türklerin ulusal (millî) takvimi 12 Hayvanlı Türk Takvimi’dir bildiğiniz gibi. Türklerden de Çinlilere geçmiştir. Dahası Rusların Yakutistan dediği Sakha (Saka, Saha) Cumhuriyeti’nde yaşayan Türklerin -suyla çevrili toprak parçası anlamında- Amerik/Emerik dediği Amerika kıtasında yaşayan ve Turanî olan oymaklar (kabile) da bu 12 Hayranlı Türk Takvimi’ni kullanmaktadırlar. Peki, ya recep, şaban, ramadan (Türkçe söylenişi; ramazan) ayları?.. Sami/Arap kültürüne ait olan aylardan üç tanesinin adıdır. Dahası Türkiye’de kimi dinci/İslamcı çevrelerde Tanrısal (ilahî) bilgi yani vahiymiş gibi algılanan bu ayların İslam’ın özüyle bir ilgisi, ilintisi yoktur. Haliyle Arapların sıcak ay anlamında ramadan dediği aya Türkler “oruç ayı” demiştir. Bu da kimi ülkelerde hicrî, kamerî gibi adlar verilen ay takviminin, halen kullanmakta olduğumuz güneş takviminden 10-11 gün daha kısa olması, dolayısıyla orucun her yıl daha erken başlamasına karşılık Türklerin bulduğu bir çözümdür. Güneş takviminde oruç tutulan günlerin çoğu zaman iki aya birden yayılması da yine her iki takvim aradaki bu 10-11 günlük fark yüzündendir. Ramadan-ramazan ikilemine gelince; bu karışıklık Arapçadaki -hem d hem z gibi söylenen- dat damgasından (harf) kaynaklanmaktadır. Bilindiği üzere Arapçadaki bu ses dilin avurt içine ve/veya azı dişine değdirilmesi ile çıkarılan bir sestir. Türkler alışık olmadıkları ve söylerken zorlandıkları bu sesi çıkarırken dili kesici dişlere taşıyarak kolay yolu seçmişlerdir. El ilah-Ellah/Allah, Fatîma-Fadime/Fatma, manara-minare, rasul-resul diye giden sözcüklerde de yine hep bu kolay yolun seçimi söz konusudur.
Oruç ayının bitiminde Arapların Iyd’ül Fıtr yani “yeme-içme bayramı” olarak adlandırdıkları, Türklerin ise bir aylık orucun ardından şeker tadında geçmesi beklentisi (temenni) içerisinde “Şeker Bayramı” dedikleri üç günlük dinî bayram kutlanır. Ülkemizde son yıllarda etkisini arttıran Arapça seviciliği daha doğrusu milliyetçiliği yüzünden eğitime maarif, kutluya mübarek, sözlüye istikşafî deme gibi takıntılar artınca haliyle yalan yanlış bir tanımlamayla bu bayrama Arap kültüründeki ramadan/ramazan ayına atıfla Ramazan Bayramı denilmesi de olağan (normal) karşılanmaktadır. Oysa ay başka, bayram başkadır. Ülkemizdeki dinci/İslamcı kesimlerin takıntı haline getirdikleri iftar, fitre gibi sözcükler de yine Arapça fıtr yani yeme-içme sözcüğünden türemiştir. Kısacası (vel’hasıl) iftar yerine oruç yemeği ve hatta akşam yemeği derseniz ne inancınız (iman) zayıflar ne de orucunuz bozulur. Sahur-seher, rasul-elçi, el ilah-Tanrı ve daha nice kavramlar/sözcükler için de bu durum geçerlidir. Kaldı ki Türkiye’deki dinci/İslamcı kesimlerin İslamî terminoloji dedikleri birçok sözcük de sanılanın aksine Arapça değil, Farsçadır. Abdest, günah, namaz, oruç, peygamber, put vb. gibi…
Karamanoğlu Avşarlarından Alanya beyi Hüsameddin Mahmud’un oğlu olan ve aynı zamanda “yedi ulu ozan” arasında -bir başka Karamanlı Yunus Emre’nin ardından- ikinci sırada yer alan pîrimiz Kaygusuz Abdal ile noktayı koyalım:
Türk dilin Tanrı buyurdı Cebrail
Türk dilince söylegil dur git digil