RUHSUZ KALAN İSTİKLAL
Fakirlik nedir, fakir kimdir diye sorsam bir çok farklı ses gelecektir.
Halbuki fakirlik görecelidir.
Kimine göre arabası olmayan fakirdir.
Kimine göre ayakkabısı olmayan.
Kimine göre ise giyecek elbisesi olmayandır fakir.
Ama bu millet İstiklal marşını yazarken, bu dediklerimizin ne anlama geleceğini bile bilemeyecek kadar fakirdi.
Arabanın, ayakkabının, elbisenin ne demek olduğunu bilmiyordu.
Öyle ki ekmeği bile unutmuştu. Ağaç kabukları, süpürge tohumu yiyorlardı.
Şaka değil, ajitasyonda yapmıyorum gerçekleri söylüyorum.
Refik Halit Karay memleket hikayeleri kitabında anlatıyor.
Buldukları bezlerden, rengi uysun uymasın yırtık ve eskiyen elbiselerine yama yapıyorlardı.
Bu yama alışkanlığı 1970 li yılların sonuna kadar sürdü.
Rahmetlik annem ilk okula giderken, pantolonumuzun arkasını ve dizlerini yamardı. Öyle giyerdik.
Nur içinde yatsın ilk okul öğretmenimiz Fatma Savcı, “yamalı giymek ayıp değil yırtık giymek ayıp” derdi.
Şimdiki gibi yırtık kotlar moda olmamıştı.
İç donlarını bırakın, normal dış donlara bile lastik bulunmazdı. Lastik yerine uçkur kullanılırdı. Yani bez parçasından yırtılmış ince şeritlerdi uçkur.
İstiklal marşını böyle yazdı bu millet.
Ayakkabı yoktu kışın bir tahta parçasının üzerine geçirilmiş bir şeritli terlik giydi bu millet.
Evet yün boldu ama, yoklukta oda değerliydi. Kadınlar önce bu yünden iplik yaparlar, sonra bu yün ipten fanila, kazak, pantolon örerler, bahar günleri bu iplerden dokumalar yaparlar ve bu kaba dokumalardan giysiler dikerlerdi.
Bir pantolon beş kilo gelirdi. Evin sergisi de bu dokumadandı, eşşeğin çulu da.
Şimdi bakıyorum da herkes İstiklal marşının 100. yılını kutlamada yarış halinde.
Evet Allah bir daha İstiklal marşı yazdırmasın derken, İstiklal marşının yazıldığı şartları da iyi idrak etmemiz gerekiyor.
Geçmişini bilmeyen milletler başka milletlere av olurlar. Ancak geçmişini bilirken o zamanın ruhuna ve idrakine de varmamız gerekiyor.
Nasıl ki ruhsuz beden ölüyse, ruhsuz bir tarih anlayışı da bizi yok oluşa sürükler.
Milletleri diri tutan aynı insanlarda olduğu gibi zorluklardır, mücadeleleridir.
Rahat ve konfor hem milletleri hemde insanları çürütür.
Ancak bunları söylerken dünya nimetlerinden mahrum olalım, sürünelim demiyorum. Ancak eşyanın da kölesi olmadan, daha ileri gelişmiş memleketler seviyesine gelelim diyorum.
İlimde fende teknikte ileri gideceksek fakültelerin önünde jipler olması gerekmiyor. Çünkü o fakültelerde görev yapan profesörler eşyanın kölesi olmaktan yeni bilimsel araştırmalara vakit bulamaz. Çünkü doymaz ve iflah olmaz bir nefsin kölesi olurlar. Önemli olan nefsi doygunluğa ulaşabilmektir.
Belki de söyleyecek çok şey var ama, Türk tarihini, ve özellikle de cumhuriyet tarihini iyi bilmeden yapılan yüzeysel kutlamalar ve anmalar doyurucu gelmiyor.
Belki de bu yüzden cumhuriyet dönemi medeniyetini oluşturamadık.
Medeniyet mekanlarda yaşanır.
Daha cumhuriyete özgü mekanlarımız yok.
Şehirleşme, mimari, güzel sanatlar ve teknoloji gibi birşey üretemedik.
Ya geçmişi ya Batı’yı taklit ettik.
Selam ve dua ile.