Güzel Türkçemiz bu noktaya birden, durup dururken, kendiliğinden gelmedi. Yanlışlık, 50 yıl kadar önce, 1960’ların ortalarında başladı. Nasıl mı?..
Özellikle son 30 yılın modası bir yanlışla polisler arasında “oparasyon”, din eğitimi görmüşler arasında “Amarika” olarak telâffuz edilen kelimelerin, 35 yıl önce TRT spikerlerine telâffuz dersi vermeye cesaret eden, kendisi anadili Arapça ağzı ile konuşan ünsüz bir Türk dili profesörünün “program” kelimesinin söylenişini Amerikanca “poğgam” olarak öğretmesi gibi birer işgüzarlığın eseri olsa gerek. Bu şaşkın hazret bir ara “Zonguldak’ı” vb kelimeleri artık “Zonguldağ’ı” vb olarak yazmamız gerektiğini dahi emretmişti; hem de resmî TDK İmlâ Kılavuzu’nda; “Türkçe söylendiği gibi yazılırmış” ya !
Bir üniversitemizde öğrencilerine güzel Türkçe öğretmek görevindeki hocaya göre “60”, “altmış” değil, “atmış” şeklinde söylenir ve yazılır imiş, zaten Türkçede hiç “l” ile “t” yan yana gelebilir mi imiş; “hiç 70’e yeltmiş diyen var mı imiş”. “Yurt dışında okumuş, İngilizcesi çok iyi” diye Türkçe hocası seçerseniz sonunda, 60’ın 6’dan, 70’in 7’den, 80’in 8’den, 90’ın 9’dan geldiğini bilmeyen, doğruyu bilen öğrencilerin de kafasını karıştıranı uzun aramalar sonucu bulmuş olursunuz.
32 yıl önce bir başka ve güzide üniversitemizde Türk dili dersi veren bir Türk dili eğitimi almış olması gereken öğretim görevlisi hanımın, Hacettepe üniversitesindeki öğrencilerine “uzun a” ile söylenen “Hacettepe” ismini, “hacet” kelimesiyle karışıyor, bu da üniversiteyi “tuvalet”i çağrıştırır hâle sokuyor diyerek “a”yı kısa söylettiğini duymuştuk. O kelimenin her iki yerde de aynı kelime olduğunu, “hacet”in “ihtiyaç, lüzum, iktiza” anlamına geldiğini bilmeyen dilciden ne kadar hayır gelir siz düşünün !
Ey benim son derece başarılı bir öğrenci iken “şikâyet, kâğıt” vb kelimelerdeki “ince k” yani “ke”leri “a”dan önce bir türlü söyleyemediği için, “Ben nasıl edebiyat öğretmeni olurum” diyerek Türkoloji 2. sınıfta fakülte değiştiren güzel arkadaşım !.. Senin dile, öğrenciye saygının yarısı artık çoktandır az kişide var. Ve o arkadaşımın kendinde eksiklik gibi gördüğü aslında asla eksiklik değil, Türkçenin birçok şive ve ağızlarını konuşanların bu gibi sesleri çıkaramamalarından kaynaklanan, elbet kabul edilebilir bir durumdur. Ancak Türk aydını İstanbul ağzını konuşmaya gayret göstermelidir. Toplumlar, kültür merkezlerinde konuşulan ağızlar resmî, millî, ortak aydın konuşma ve yazı dili olduktan sonra millet hâline gelebilmişlerdir. Bu da çok eski değildir. Fransa’da Paris ağzı kültür dili olarak seçilmiştir; başkasını düşünmek bile, bu dilin ağızları ardındaki kültür birikimleri düşünülünce zaten imkânsızdır. İlk Cumhuriyet Meclislerinde birbirlerini anlayamayacak kadar uzak ağızları konuşan onlarca Fransız şehrinden gelmiş milletvekillerinin bu felâket durumunu gören aydınların tek çare olarak ünlü Fransız Dil Akademisini kurmaları ve ona hâlâ devam eden dil ve bütünüyle kültür konularında bir Anayasa Mahkemesi benzeri hak ve ödevler yüklemeleri, Fransız milletinin oluşmasında baş etken olmuştur. İngiliz, Alman, İtalyan vb milletleşmeleri de böyle olmuş ve bu Fransa’dan da sonra gerçekleşmiştir.
“Telâffuz Yanlışlarına Örnekler” olarak, zavallı öğrencilerine galat-ı meşhurları, yani yanlış olmalarına rağmen İstanbul ağzına öyle yerleşmiş ünlü 4 kelime (Kamus’ta dahi not edilmişlerdir) vb. “hayır, yarın, ayar, marul, pilâki) “uzun a” ile söylenişlerini sınavda sorarsanız, bir sözde Türk dili hocası gibi bütün İstanbul çocuklarının bu sorudan notunu kırmış olursunuz. Oysa üzerinde asıl durulması gereken “a” ve “uzun a” konulu yanlış kullanımlar günümüzde doğru kullanılanları geçmek üzere: “kısa a” ile söylenmesi gereken “hakem”, “katil zanlısı”, “dahi (“satın almak bir yana, kiralamak dahi imkânsız” cümlesindeki “dahi”; deha sahibi anlamındaki değil, orada “a” uzun)”, “Ajda” gibi kelimeleri “uzun a” ile söyleyenler ! Buna karşılık çoğu aynı kişiler olan ve doğrusu “uzun a” ile söylenen “dünyanın”, “tarih”, “edebiyatımız”, “Banu” gibi kelimeleri “kısa a” ile telâffuz edenler, doğrusunu öğrenmek de istemiyorlar.