Çevre sorunları, bir üretim ya da tüketim faaliyeti sonucunda sosyal ve özel çevredeki olumsuz etkilerdir. Daha geniş bir deyişle, evreni, tabiatı ve insanı maliyeti sıfır olan bir öz kaynak gibi görüp, onlardan sonuna kadar faydalanmayı tek amaç haline getirmiş ekonomimizin önlenemez sonucudur.
Havanın Pazar mekanizması içinde oluşmuş bir fiyatı olmadığından, iktisadi değeri de yok sayılıyor. Oysa önümüzdeki yıllarda havanın da maden cevheri gibi saflığı önem kazanacaktır. Ayrıca hava hayatın devam etmesinde vazgeçilemez bir yere sahiptir. Çünkü havasız hiçbir canlı hayatını sürdüremez.
Üretim ve buna dayalı olarak tüketimin her yıl belirli bir oranda artmasının sonucu, çevre kirlenmesine yol açan artıklar da hızla çoğalmaktadır.
Çevre kirlenmesi adı altında toplayabileceğimiz su, hava ve toprak kirlenmesini bir aysbergin deniz altında kalan görünmeyen kısmı ise, ruh kirlenmesidir. Çevre kirlenmesi, ruh kirlenmesinin su, hava ve toprak üzerindeki yansımasıdır. Gerçek kirlenme suyun altında görünmeyen ruh kirlenmesidir. Ruh Kirlenmesi, çevre kirlenmesi gibi somut biçimde algılanmadığı için, toplum ve kişiler ruh kirlenmesinin farkında değil. Oysa ruh kirlenmesi çevre kirlenmesinden çok daha tehlikelidir. Çevre kirlenmesi tabiatı tahrip ederken, ruh kirlenmesi insanı yok etmektedir. İnsanların bu yıkımın farkına varmaları uzun zaman alacaktır. Ruh kirlenmesi en yoğun bir biçimde, çağımız insanının değerlerinde kendini gösteriyor.
Günümüzde öyle bir insan tipi ortaya çıktı ki, bu insan elle tutamadığı, gözle göremediği değerlere hiç ilgi göstermiyor. Ayrıca bu insanın elle tutulur nesneleri ele geçirmek için giriştiği yarışta; ölçüsü ölçüsüzlük, ahlakı ahlaksızlık, değeri değersizlik, erdemi erdemsizliktir. Söz konusu insanın tutum ve davranışlarını belirleyen tek öğe: Ekonomik çıkar sağlamak ve ele geçirilen ekonomik zenginliği büyütmek. Onun için çevre ve insanı hiçbir sorumluluk duygusu taşımadan acımasızca tahrip etmektedir.
***
Kuraklıklar nedeniyle yaşanamaz hale gelen Türk’ün Anayurdu Orta Asya’dan başlayan göç dalgaları, bugün Türk milletinin sığındığı son liman olan Anadolu topraklarıdır. Ne var ki, Türk’ün son kalesi Anadolu, Orta Asya steplerinde olduğu gibi ‘ çöl haline gelme’ tehdidi ile karşı karşıyadır. Yaşadığı tarihi tecrübeler sonucu kâinattaki ahenk ve dengeyi korumakla görevli olması gereken Türk milleti ise çevreye karşı o ‘yaşadığı tarihi duyarlılığını’ neredeyse kaybetmiş haldedir. Dünya yıllardan beri ‘küresel ısınma felaketine’ karşı tedbir almak ile uğraşıyor. Türk milletini yönetenler ise başlarını gömdükleri kumların üzerinde oluşan ‘seraplar’ ile meşgul oluyor.
Devlet adabı ve yönetiminden, içinde bulunduğu Türk Tarihi ve kültüründen habersiz, her şeye ticari kafa ile bakmanın vahim sonuçlarından biri de yapılaşma ve bayındırlık adı altında ülkenin ekolojik dengelerini bozmaktır.
***
Türk milletinin son sığınağı ve günde dört mevsimin bir arada yaşandığı ılıman iklimiyle, verimli topraklarıyla vatanımız Anadolu’yu yeşiliyle, ormanlarıyla, akarsularıyla, gölleriyle, denizleriyle, enfes doğasıyla koruyacağımız ve bu doğal avantajları üretime, verimliliğe dönüştüreceğimiz yerde, insanımız lehine katma değer yaratacağımız yerde, biz ne yaptık ve yapıyoruz?
Özellikle’’ Türk-İslam kültürünü, milli tarihini hazmedememiş beyinlere has üretilen politikalarla, başta en güvenli kurumumuz TSK olmak üzere, diğer resmi ve sivil kurumlarımızın itibarını nasıl yok edeceğimizin sahte senaryolarını yazarak yürürlüğe sokmaya çalıştık ve başardık. Türk milleti kavramını güçlendireceğimiz politikalar üreteceğimiz yerde, Türk milletini etnik ve mezhepsel parsellere ayırmanın uğraşısı içerisinde olduk. Zeminini hazırlayarak TSK bünysine, hukuk sistemimizin bünyesine, diğer resmi kurumlarımızın bünyesine, Türk milleti kavramına hep şaşı bakan, Türk milletine nefretle bakan beynelmilel güçlerin projelerini gerçekleştirmeleri karşılığında üstün beklentileri olan ‘’sefil ve namert zihniyetleri’’ soktuk. Neticesinde, Türk milletine karşı işlenen, Üniter devlet yapımıza karşı işlenen, demokratik- laik cumhuriyet sistemine karşı işlenen aşağılık bir terör hamlesini yaşadık.
Acı bir gerçektir ki, ülküsüne sahip olamayan, amacından sapmış/ saptırılmış, kendini Türk milletinden görmeyen, tarihini özellikle yanlış yorumlayan bozuk zihniyetlerle toplumda peydahlanmış ve ülkeyi parçalamaya yönelik bir algı operasyonunun yapıldığını biliyoruz ve yaşıyoruz…
***
Konumuza dönelim. Milletini, ‘bilim’ ve ‘medeniyet’, ‘kültür’ ve ‘sanat’ alanında ‘çağlar üzerinden sıçratacak’ bir mücadele azmini ortaya koymak, ama aynı zamanda adına ‘vatan’ denilen coğrafyayı ‘daha yaşanılır’ bir hale getirmek ,’vatanperverliği baş tacı yapan Türk Milletinin üzerinde bir vebaldır, sorumluluktur.
Bayındırlık ve yerleşim adı altında ‘Ormanların’ talan edilmesi,’ verimli arazilerin’ betonlaşmaya açılması, ‘göllerin’, ‘nehirlerin’, ‘su kaynaklarının’ kurutulması, ‘doğal yaşam alanlarının’ yok edilmesi, ‘ Yeni Ergenekon’ olarak bilinen ‘Anadolu’ topraklarının ‘çöl’ haline’ getirilmesine kayıtsız kalmak ruhların kirlendiğinin göstergesi değil midir?
Türk’ün son kalesi vatan edindiğimiz Türk yurdunu’ imar etmek, son vatan topraklarımız olduğunun bilinciyle yeşilini korumak, toprağını çöllendirmeden verimini çoğaltmak, imar etmek, alın teri akıtmak her yurtseverin, her vatanperverin, her Türk milliyetçisinin üzerinde kutsal bir görev olmalıdır.
***
‘Gönül’ bahçelerimizin hassas noktalarında filiz veren bir ‘gonca gül’ gibidir vatan. Birileri ‘canını’ ortaya koyar onun uğruna; ‘maniler’, ‘türküler’ üretir, ‘şiirler’’, ‘destanlar’ yazar ardından;’ incinir’ korkusu ile ‘dokunmaya’ dahi kıyamaz gönül insanları.
Ama ‘içinde bulunduğu tarih ve kültürden mahrum, her şeye ticari zihniyetle bakan birileri’ gelir, doymak bilmeyen egolarıyla bozgunculuk peşinde koşarlar. Ülkenin gelir kaynaklarını ele geçirmek için kan akıtan yozlaşmış bu yaratıklar, hem doğayı alabildiğine tahrip ederler, onu doyumsuzca tuttuğu gibi ta ‘kökünden’ koparmaya çalışırlar.
Evet, bu aymazlık devam ederse, bir zamanlar dörtnala koşan atlarımızla ‘Asya steplerini’ terk edip, ‘dört iklimin’ aynı anda bir arada yaşandığı ‘Anadolu sığınağını’ çölleştirmiş olabiliriz.
***
Gerçek o ki, aslında tahrip edilen yalnızca tabiat değil, tabiatla beraber ruhtur. Dünyada ruh kirlenmesinin önüne geçmeden, çevre kirlenmesinin önünü almak mümkün değildir. Bütün insanlığın büyük bir ruh temizliğine ihtiyacı vardır. Ruhlar seküler kültürün değerleriyle değil kutsal kültürün değerleriyle temizlenir.
Zira kâinattaki ahenk ve dengeyi korumakla görevli insan, ne yazık ki bu görevini yerine getirme şuurundan mahrum olduğunda, kâinatın dengesini bozacak yanlış faaliyetlere girerek kendi hüsranlı sonunu da hazırlamış olacaktır.