Okullu gençler arasında, bir kısım aydın kesimde, özellikle İmam-Hatip Liselerinde okuyan Öğrencilerin aralarında ‘’DEİZİM’’ konusunu tartışlıklarını duyuyoruz, öğreniyoruz.
Yakın geçmişe kadar bu liselerde bir algı hâkimdi; Laik Türkiye Cumhuriyetinin aleyhinde; tarih sayfalarında kalmış Osmanlı devletinin lehinde tartışmaları, konuşmaları tanık olduğumuz gerçeklerdi.
Şimdi bu kavramlara ek yeni bir kavram; ‘’ Dindar ve Kindar Gençlik’’ ifadelerinin yüksek perdeden dillendirildiğini görüyoruz.
Anadolu İmam- Hatip liseleri öncelikli liseler olarak açılmaya devam etmekte olduğunu da görüyoruz.
Bu liselerde şüphesiz kendi alanında ilim yapılıyor; ancak ‘’Dindar ve Kindar Gençlik’’mi yetiştiriliyor; merak konusu.
Dindarlığı anlıyoruz da; kime, kimlere veya neye karşı kindarlık kavramının açıklanması gerekiyor.
*
Elimizdeki bilgilere göre;
Türkler; Baykal Gölü çevresinden bugünkü Volga Irmağı hattına kadar uzanan coğrafyada ortaya çıktılar.
Zaman içinde Hindistan’dan Macaristan’a kadar uzanan alanda etkili oldular. Ve birçok dine girip çıktılar.
Bugün çok büyük bir kısmı Müslüman olan Türkler, şimdi *DEİZM* denilen yeni bir konuyu tartışmaya mı başladılar dersiniz?
Bulunduğum bilimsel toplantılarda İlahiyatçı bazı akademisyenlerin Kur’an’ın günümüz çağdaş gerçeklerini de kapsayacak yorumlarla meali yapılması gerektiği üzerinde durmaktalar. Bugün uygulanan Müslümanlık, bu *MİLLETE* dar gelmeye başladı.
Örneğin;
Kadının aşağılanması,
Aklın-bilimin horlanması,
Orta Çağ Arap geleneğinin din diyerek topluma zorla giydirilmesi...
Dinin siyasetçileri iktidarda tutmak için araç olarak kullanılması;
Hatta yolsuzlukları aklayan bir örtü yapılması...
Zalime, sömürgene karşı tavır takınmaması;
Emperyalist Batı’nın savunucusu konumuna düşürülmesi;
Bugünkü ‘’İSLAM’ özellikle okumuş gençler arasında ‘sevimsiz’ kalıyor.
Ve böylece yeni bir arayış başlıyor. Bulunan ‘’YENİ DİN’’ de ‘’DEİZM’’ diye adlandırılıyor.
‘NE DEMEK DEİZM?
‘’Deizm’’ , kısaca ‘’YARADANCILIK’’ demektir.
İlahiyatçı Yazar Cemil Kılıç’ın yazdığı gibi biz bunu ‘’TANRICILIK’’ (özgün biçimiyle ‘’TENGRİCİLİK’’ diye adlandırabiliriz.
Giderek yaygınlaşan ‘’deizmde’’ de Tanrı’ya inanç vardır.
Bu TANRI
Evreni yaratmıştır;
Doğa kanunlarını koymuştur.
İnsana da akıl vermiştir.
Ve artık dünyaya karışmamaktadır
Böyle olunca da ‘’insanla Tanrı arasındaki peygambere gerek yoktur’’.
İnsan, kendisi aracısız olarak Tanrı’ya ulaşabilir; böyle olunca da
hocaya,
imama,
papaza,
hahama
gerek yoktur.
Melekler ve kitaplar da gereksizdir.
Kader denilen şey de yoktur.
Çünkü işleyen doğa yasaları ve bunu çözmeye hazır bir akıl vardır.
O yüzden ‘’deistlere’’ göre,
Bakımsız kömür ocaklarında grizu patlamasından ölen işçilerin başına gelene kader demek yanlıştır.
Yoksulların ezilmesini Allah’ın takdiri olarak göstermek de bir kandırmacadır.
Deistlerden ÖBÜR DÜNYAYA inanan da vardır inanmayan da.
Ruh konusunda da durum böyledir.
Böylece, ‘’DEİZM’’, Ortadoğu merkezli Yahudilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık gibi dinleri dışlar.
Zaten bu dinler, Prof. Volfram Eberhard’ın deyişi ile bu bölgedeki ‘’despot krallara benzetilen bir Allah tasarımı ile kitleleri baskı altına alan dinlerdir’’.
‘’DOĞA DİNİ’’
Deizm doğa kurallarını öne çıkardığından bir tür doğa dini sayılır.
‘’Türklerin dini de özünde doğa dinidir.’’
‘’Eski Türkler’’, ‘’Tengri’’ veya sonsuz gökleri kapsadığını düşündükleri için ‘’Gök Tengri’’ dedikleri bir Tanrı’ya inanıyorlardı.
Bu Tanrı, yarattığı ve düzene koyduğu, içinde akıllı insanı yarattığı dünyaya karışmıyordu.
Böyle olunca da ‘’Türk inancında peygambere gerek duyulmuyordu’’.
‘’Türkler, doğanın canlı olduğuna derinden inanıyorlardı’’.
Sadece insanın ve hayvanın değil ağaçların, otların, suların, dağların, kayaların canı olduğunu kabul etmişlerdi.
Bu can, aynı zamanda ruhu da içermekteydi.
Doğa ruhlarının olumlu ve olumsuz olanları vardı. İşte o ruhlarla bağlantı kurduğuna inanılan, özel olarak yetiştirilmiş kamlara (şamanlara) saygı duyarlardı.
Ataların ruhuna ve doğa ruhlarına kurban keserlerdi.
‘’Doğaya uygun, doğayı kirletmeyen; canlıya saygı temelli bir tek Tanrı inancıydı bu.’’
Bu anlayış, İslam’dan sonra bile alttan alta sürdü geldi.
‘’ALEVİ DENİLEN KİTLE, BU İNANCI BUGÜNLERE KADAR İSLAM İLE HARMANLAYARAK TAŞIDI.’’_
‘’İSLAM’DAN ÇOK ESKİDİR’
Türkler, Tanrı kavramına bütün milletlerden önce ulaşmışlardır.
Bunun en önemli kanıtı, ‘’Sümer tabletlerinde’’ karşımıza çıkan ‘’Tanrı kelimesidir.’’
Türkçe’den başka kelimelerin de yer aldığı ‘’Sümer metinleri’’ en az 6 bin yıllık bir geçmişi gösteriyorlar.
Hâlbuki ‘’Müslümanlık sadece 1400 yıllıktır.’
‘’Türk Tanrısı, Arap-Yahudi kökenli Allah’tan 4 kat daha eskiye uzanan bir sistemin Tanrısıdır.’’
‘’Gök Türk hakanı BUMIN KAĞAN Gök Tanrı’ya inanırken, Araplar ‘’put’’ (ilah) yapıyorlar, Allah diye ona tapıyorlar; acıktıklarında da o putu yiyorlardı.
Üstüne üstlük Tanrı kelimesinin put ile hiçbir bağlantısı yokken, Allah sözcüğü “ilah” (el-ilah) ile bağlantılıdır.
Bu gerçeği, “ *LÂ İLAHE İLLALLAH!*” sözünde açıkça görebiliriz.
Bugün, inanç açısından sıkışan Türk gençleri deizmden önce eski Türk inancını tanımalı ve ona yönelmelidir.
Atalar dinimizin elbette ki yenilenecek yönleri vardır ama bugün terörist imal eden ‘’Emevi İslam anlayışından da ‘’Yahudilik ve Hıristiyanlıktan da bin kez üstündür.’’yorumlar yoğunluk kazanmaktadır.
*
Sevgiyi, barışı ve insan onurunu, mutluluğunu esas alan, işleyen, ya da, öznesi İnsan olan İslam’da (tevhid dininde) ahiret anlayışıyla büyük bir gelecek söz konusudur. İnsan kendi kimliğiyle tekrar gelecektir. Bu inanç, dini felsefeden kesin olarak ayırır.
Tevhid inancının içinde, Üstün Varlık Allah’ın, canlı- cansız varlıklar içinden insanı muhatap alması, onunla ilişki kurması önemlidir ve bununla tevhid dininin orijinalliği ortaya konulmuş olur. Tevhid dininin Allah’ı, geleceğe ait hatırlatmalar yaparak öğüt verir. Tevhid dininin Allah’ı, Deizm’deki gibi varlık mekanizması ve organizması içinde planlayıcı, düzenleyici, itici bir kudretten ibaret değil, bir ‘’kimlik ve şahsiyet’’, yani Zat sahibidir. ‘’İradeli düzen’’diyebileceğimiz tabiat gücü veya Deizm’in ilahi, bizi muhatap alıp emir vermiyor, af ve merhamet etmiyor, bize sorumluluk yüklemiyor, bizden bir şey istemiyor. Bize büyük bir gelecek hazırlamıyor. Bu gibi bir şeylerin olduğunu felsefi üslupla izah etmeye kalksak bile, biz bundan haberdar olmuyoruz, sorumluluk duymuyoruz. Deizm’in ilahı, hayata dâhil ve müdahil değildir.
İslam bilgisi ve tefekkürü içinde inandığımız Allah, kendisinin tanınmasını isteyen, her şeyden haberdar olan, hesap soran, yaptıklarımıza göre bize gelecek hazırlayan, emir veren, dua isteyen, affeden, merhamet eden, ceza veren bir Allah’tır. Yaratıcıdır, eşsizdir, hiçbir şeye benzemez. Mutlaktır. Hayy ve Kayyum’dur( diri, daima var).Görür, işitir. İstediklerini ve istemediklerini bize bildirmiştir. Ahireti hazırladığını söylüyor.
Bizim sözünü ettiğimiz dini doğru veya yanlış anlama, yeterli veya yetersiz algılayabilme, bu yol üzerindeki meselelerdir. Yoksa onu düzelttiğini zannederek bozup dağıtmak değildir.
*
Birkaç bakanlıktan daha güçlü bütçeye haiz Diyanet İşleri Başkalığı; kuruluş amacına uygun görevini icra ediyor mu? Tartışılması öncelikli sosyal ve dini bir konu.
*
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed’in 23 yıllık risalet hayatında insanlara Allah’ın dinini tebliğ ve beyan ile geçti.
‘’Resulüm! Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.’’diye Yüce Yaratan’ın hitab ettiği İslam Peygamberi Hz. Muhammed ile ilgili Kur’an’da çok sayıda ayet olduğunu görüyoruz.
O halde, kitap gelen semavi dinleri de özetleyen son din İslam tebliğ etmekle sorumlu tutulan bir peygamberin devre dışı bırakılması mümkün mü?
*
Hz. Muhammed’in doğduğu şehir Mekke’ de İbrahim’i dinler ve Putperestlik hâkim dinlerdi; toplum dindardı.
Hz. İbrahim’in yaptırdığı ev( Kâbe) o toplumun sosyolojik yapısında güçlü aşiretlerin imal ettirdiği putlarla doluydu; Kâbe kutsaldı, bugünkü gibi tavaf ediliyordu. Kâbe’yi tavaf amacıyla yakın veya uzak coğrafyalardan Mekke’ye gelen insanlarla Mekke önemli bir ticaret şehri idi. Bu ticaretten nemalanan güçlü aşiretlerdi.
*
Allah’ın gözetimi altıda olan ( Tur suresi, 48) Cihan Peygamberi Hz. Muhammed’e gelmeye başlayan Kur’an ayetleri; şirk denilen Kâbe’nin içini dolduran güçlü aşiretlere ait putlar aracılığıyla Allah’a dua amaçlı Kâbe’yi tavafı kaldırarak doğrudan gönül bağıyla Allah’a dua etmeyi öne çıkartmıştır.
Bu ne demektir? Şehrin ticaret hacmini güçlendiren Putperestliği tanımamaktır. Bu ticaret hacminden beslenen güçlü aşiretlerin gelir kapısını kapamaktır.
O nedenle işi çok zordu ve çetindi.
*
Diğer kitabi dinlerde olduğu gibi, bu dinleri de kapsayan İslam dininin asıl hedefi; yaratılan insanın yaratanını tanıması, geldiği toplumun hiyerarşik yapısında ezilmekte, horlanmakta olan çoğunluğun,mazlumların haklarını öne çıkartması, yok sayılan kadın haklarını öne çıkartarak aile yapısını ( ana-baba-çocukları) güçlendirmesi; temel haklarda ve gelir dağılımında adaleti sağlaması ilkelerine dayanır.
*
Yüksek perdeden dillendirilmiş ‘’Dindar ve Kindar Gençlik’’ kavramı; eğer çağın öngördüğü ilimle,fenle eğitilmiş, AR-GE si güçlü, dalında uzmanlaşmış, üreten,toplumuna faydalı ‘’aksiyoner gençlik’ ise;
Aynı zamanda hayatını sürdürdüğü,beslendiği toplumunda ,toplumun öznesi olan insan onurunu, temel haklarını koruma amaçlı her türlü sömürüye karşı tavır almış, adil olmayı önceleyen’’reaksiyoner gençlik’’olarak algılanıyor ise;
Toplumda aranılan ideal bir gençlikten bahsetmiş oluruz.
*
İslam dininde, Allaha inanç temelinde, çağdaş ilimlerle mücehhez, AR-GE si güçlü,konusunda uzmanlaşmış, donanımlı fayda üreten, toplum ahlakı yüksek insanın öne çıkartılması amaçlanmıştır.
*
Dünyanın bütün mütefekkirleri, filozofları, sosyologları toplansa; Hz. Peygamber’in söylediği; ‘’Siz nasılsanız öyle idare edilirsiniz, başınıza o çeşit adamlar geçer’’bu veciz anlamı güçlü ifadeyi söyleyemezdi.
Çünkü bu teşhis, can güvenliği dâhil toplumunun dönüştürülmesinde görevlendirilmiş, zor şartlardan geçmiş cihan peygamberi Hz. Muhammet’in sözü idi.