(Bu yazı Mehmet Yazar Bey'in sosyal medya hesabından alınmıştır)
Zafer Tekin–
Bir millet kendisine, yani milletin kaderinin belirlenmesine etki edenleri bilmeli ve sevmelidir. Hele bu etki, yanımda veya arkamda kimler var diye bakmadan kellesini koltuğuna alıp yola çıkılarak yapılan etki ise daha da fazla önem atfetmeli ve değer kazanmalıdır.
1. Dünya Savaşı sonunda imzalanan önce Mondros AteşkeS ve sonrasındaki Sevr Antlaşmaları ile milletimizin kalemi kırılırken, ortaya çıkan karamsarlık ve çaresizlik, memleketin her köşesinde derinden hissedilmeye başlanmış, pastadan pay kapma derdinde olan dahilî ve haricî fırsatçılar birbirleri ile yarış edercesine fırsatı ganimete dönüştürmeye başlamıştır. Diğer taraftan da yine memleketin her köşesinde vatan ve millet uğruna kelle koltukta ön plâna çıkan kahramanlar olmuştur.
Bu kahramanlardan birisi de Giresunlu Topal Osman Ağa’dır ve gerek hayatı ve yaptıkları ile, gerekse ölümü ile tarihin gizemli koridorlarında unutulmaya ya da unutturulmaya yüz tutmuş önemli bir karakterdir.
Topal Osman, ilk gençlik yıllarından tartışmalı bir şekilde ölümüne kadar hayatının her döneminde gerek aktif olarak katıldığı savaş cephelerinde, gerekse sivil hayatı döneminde özellikle Karadeniz Bölgesinde aksiyon adamı olarak öne çıkmış ve insanüstü bir mücadelenin içerisinde olmuştur.
1883 yılında Karadeniz Bölgesinin şirin beldesi Giresun’da doğan Feridunzade Osman, dönemin şartları içerisinde fındık tüccarlığı ve deniz ticareti ile iştigal eden babası ve dedesinden kaynaklı olarak ekonomik durumu diğer Müslüman Türklere göre daha iyi olan bir ailenin ferdidir. Zira o dönemde, ülkenin her yerinde olduğu gibi Giresun’da da ticaret ve sanayi yabancı azınlıkların elinde bulunmakta, Müslüman Türkler de tarihin her döneminde olduğu gibi başta askerlik olmak üzere tarım ve hayvancılıkla hayat mücadelesini vermektedirler.
Ailesinin verdiği ekonomik güçle hayata atılan Osman, daha ilk gençlik yıllarında düşkünlere yardım etme ve eşini dostunu maddî yönden koruyup kollamasıyla “Osman Ağa” diye anılmaya başlamış ve bu güzel özelliği hayatının son anına kadar devam etmiştir.
İlerleyen dönemlerinde yine Giresun’da faaliyet gösteren bir kereste fabrikasına ortak olan Osman Ağa, mertliği ve kabadayılığı ile de ön plana çıkmaya başlamış, gerek bileği, gerek yüreği ile de Giresun’un sevilen, tanınan ve saygı duyulan siması olmuştur.
Tarihler 1912 yılının Ekim ayını gösterdiğinde Balkan Savaşları patlamış ve Osmanlı Devleti seferberlik ilân ederek, eli silâh tutan herkesi cepheye çağırmıştır.
Osman Ağa yeni evlidir ve hem kendisinin hem ailesinin hâl-i vakti yerindedir. Askerlik çağında olanlar, belirli bir bedel ödeyerek “askerlik hizmetinden muaf” tutulabilmektedir dönemin şartlarında. Ancak Osman Ağa bu hususu hiç düşünmez ve Giresun Askerlik Şubesine başvurarak cepheye giderek savaşmak istediğini belirtir. Ancak şubede kendisini bir sürpriz karşılar. Zira babası ve amcası ondan habersiz 54 sarı altın lira karşılığında Osman Ağa’nın askerlikten muaf tutulmasını sağlamışlardır.[1]
Bu durum karşısında Osman Ağa, babasına vatanını para yatırarak değil, cephede bizzat savaşarak savunmak istediğini belirterek, yatırmış olduğu parayı geri çekmesi konusunda ikna etmeye çalışmış, ancak söz konusu çabaları sonuç vermeyince savaşa kendisi gibi vatan sevdalısı 65 arkadaşıyla gönüllü olarak katılmaya karar vermiştir.[2]
Giresun Limanından hareket eden gemi ile, Balkan Savaşına katılmak üzere cepheye hareket eden Osman Ağa ve 65 arkadaşının, savaş alanına vardıklarında durum çok kritiktir ve Bulgar askeri Çatalca’ya, yani İstanbul önlerine kadar gelmiştir.
[1] Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan-İstanbul 1986, C.2 S.18
[2] Seyfullah Çiçek-Topal Osman-İstanbul 2011-S.24
Memleketin her yerinden cepheye koşan binlerce vatan evlâdı o ölüm kalım savaşında ya şehit ya gazi olurken, Osman Ağa’nın nasibine de gazilik düşmüştür. Zira daha savaş alanına ayak basışından kısa bir süre sonra yakınında patlayan bir bomba neticesinde diz kapağı parçalanmış ve yürüyemez hâle gelerek savaş dışı kalmıştır.
Önce sıcak savaş hattından cephe gerisine, daha sonra da İstanbul’a nakledilen Osman Ağa’nın durumu ciddidir ve diz kapağındaki yaranın kangren olması söz konusudur. Bu durum karşısında bacağın kesilmekten başka çaresi yoktur ve doktorlar durumu Osman Ağa’ya bildirirler. Ancak Osman Ağa bacağının kesilmesine razı olmaz ve “yeryüzünde bacaksız gezip dolaşacağıma, öbür dünyaya iki bacaklı gitmeyi yeğlerim” [3] diyerek doktorların tüm ısrarlarını reddeder. Sonrasında uzun bir ameliyat ve tedavi sürecinden sonra koltuk değnekleri ile yaklaşık bir yıl sonra Giresun’a döner.
Bir yıl önce, kutlamalarla, şenliklerle horon teperek ayrıldığı Giresun limanına bu sefer, iki koltuk değneği ile ve topallayarak dönmüştür Giresun’un sevilen ve saygı duyulan evlâdı Osman Ağa, o günden sonra Topal Osman Ağa olarak anılacak ve tüm ülkeye bu ünvanı ile nam salacaktır.
Sapasağlam gittiği Balkan Savaşından sakat dönen Osman Ağa için vatan borcu bitmemiştir ve aslında yeni başlıyordur. Zira Balkan Savaşlarının açtığı yara henüz sarılmamışken ve Osman Ağa’nın yaralı bacağı daha iyileşmeden bu sefer 1. Dünya Harbi başlamış ve tıpkı Osmanlı Devleti gibi Topal Osman Ağa’da kendisini bu savaşın içinde bulmuştur.
Osman Ağa sıkı bir İttihatçıdır ve İttihatçıların hemen hemen tamamı ya cephede fiilî olarak savaşmakta veya Teşkilât-ı Mahsusa’nın emrinde değişik görevlerde vatana ve millete hizmet etmektedir. Topal Osman Ağa o günleri; “bu sırada harbi umumi zuhur etti. Benim yaralarım henüz kapanmamıştı. Fakat dayanamadım teşkilat yaptım. Acara taraflarında Teşkilât-ı Mahsusa’ya karıştım. Değnek koltuğumda topallayarak muhabere ettim. Ric’at zamanında Yemişlik hattına çekildim. Orada tifoya yakalandım. Memlekete hasta geldim” [4] diyerek anlatmıştır.
Gerçekten de Topal Osman Ağa, kendi imkânları ile toplayıp yine kendi imkânları ile techizatlandırdığı 93 gönüllü ile birlikte Batum ve Hopa civarında gerillâ savaşı yapan Teşkilât-ı Mahsusa güçlerine dahil olmuş ve kendilerinden kat kat üstün olan Ruslara karşı mücadele etmiştir. Ancak talihsizlik burada da yakasını bırakmamış ve yine tifoya yakalanarak tekrar Giresun’a dönmek zorunda kalmıştır.
Hastalığı Giresun’da atlatan Topal Osman Ağa, iyileşince tekrar cepheye koşmuş ve 1. Dünya Savaşı boyunca gerek tek başına gerekse topladığı gönüllülerle Ruslarla savaşmıştır. Bir ara Bayburt hattına gelen Rus ordusu daha sonra ülkelerinde gerçekleşen Bolşevik İhtilâli sonucunda işgal ettiği yerleri bırakarak geri çekilmeye başlamıştır. Rus Ordusunu bu geri çekilmede takip eden Osmanlı Askerleri arasında Topal Osman ve oluşturduğu gönüllü taburu da vardır ve Teşkilât-ı Mahsusa’nın önde gelen simalarından Yakup Cemil’in kumandası altında Rus Ordusunun peşinde Batum’a kadar gitmişlerdir.
30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes antlaşması sonucunda tekrar Giresun’a dönen Topal Osman Ağa, sakat bacağı ile yaklaşık 2 yıl cephede en ön saflarda savaşmış, bununla da yetinmeyerek bizzat topladığı gönüllülerinde aktif olarak vatan savunmasında cephede yer almasını sağlamıştır. Ancak ülke ve millet çok hazin bir dönemden geçmektedir her biten mücadele bir yenisinin başlamasına sebep olacaktır. Zira dereler tenhalaşınca kendilerini bey oldu zanneden tilkiler peyda olmakta gecikmeyecektir.
O dönemde Karadeniz bölgesinde önemli bir Rum azınlığı bulunmaktadır ve bu azınlık tarihten gelen “Pontus Rum Devleti” hayali taşımaktadır. Özellikle 1.Dünya Savaşı sonunda dönemin ABD Başkanı Wilson’un ortaya attığı, tarihte Wilson Prensipleri olarak bilinen düşüncenin 12. maddesinde “Osmanlı İmparatorluğunun Türk olan kısımlarına egemenlik hakkı tanınmalı, fakat Türk olmayan halklara da bağımsızlık verilmeli” görüşünün verdiği umutla ve meydanı boş bulan Rumlar ayaklanmış, azınlıktan çoğunluğa geçmek için Müslüman Türk ahaliye akla hayale gelmedik zulümler yapmaya başlamıştır.
[3] Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan-İstanbul 1986, C.2, s.122
[4] 19 Şubat 1922 tarihli Vakit gazetesi
İşte Osmanlı Ordusunun dağıtılıp terhis edildiği, elindeki silâhların toplatıldığı bu dönemde bölgede Topal Osman Ağa insiyatif alarak Müslüman Türk halkına hamilik yapmak üzere tekrar ön plâna çıkmış ve tüm Karadeniz bölgesinde eşkıyaların korkulu rüyası olmuştur. Yavuz Bülent Bakiler, Osman Ağa’nın bu mücadelesini; “Bütün Karadeniz bugünkü huzurunu O’na borçludur. Sadece Karadeniz mi? Hayır ! Bütün Türkiye. Çünkü Topal Osman ve yiğit arkadaşları olmasaydı yüreğimiz Güneydoğu ihaneti yanında bir de Karadeniz kundaklamasıyla dağlanacaktı” [5] diye yorumlamıştır.
Yunanlılara göre Sinop’tan Kelkit havzasına kadar olan bölge Pontus bölgesidir ve kapsamına Batum, Artvin, Rize, Trabzon, Ordu, Samsun, Sinop, Kastamonu, Gümüşhane, Bayburt, Tokat, Amasya ve Çorum’un tamamını, Sivas ve Erzincan’ın da bir bölümünü almaktadır [6].
Ortaya çıkan fiilî durum nedeniyle, yukarıda zikrettiğimiz hemen hemen Karadeniz bölgesinin tamamının kendilerine ait olduğunu iddia eden Rumlar, Yunan Hükümetinin gizli ve açık destekleriyle çeteler oluşturmuş ve özellikle nüfus yönünden dengeleri kendi lehlerine çevirmek için her türlü yola başvurmaya başlamışlardır.
Cepheden dönen Osman Ağa, Giresun’da artık hiç bir şeyin eskisi gibi olmadığını görmüştür. Zira, Müslüman Türk halkının boynu bükük ve mahzundur. Buna karşı, Rumlar her türlü çılgınlığa başvurmakta, Türkleri aşağılayıp hor görmekte ve işi boğazlamaya kadar götürmektedirler.
Ortalıkta bu duruma müdahale edecek ne bir Devlet otoritesi ne de başka her hangi bir güç vardır.
Durumdan kendisine vazife çıkaran Osman Ağa, Giresun Belediye Başkanı olacak ve Rumlarla şimdilik bu yolla mücadele etmek isteyecektir. Dönemin kanunlarına göre Belediye Başkanını Kaymakamlar atamaktadır ve Ağa, Kaymakamla görüşme ihtiyacı bile duymadan mevcut Belediye Başkanının sağlık sorunlarını gerekçe göstererek istifa etmesi (!) sonucunda Belediye Başkanlığı koltuğuna oturur. Ancak Kaymakam Nizamettin Bey, Osman Ağa’nın Belediye Başkanlığı görevini onaylamaz. Zira bunun bir emrivaki olduğunu gerek İstanbul Hükümetine, gerekse Trabzon valisine karşı gelmek olduğunu ileri sürmektedir.
Osman Ağa ise, Rum çetelerine karşı etkin bir mücadelenin resmî bir görev kalkanı ile daha meşru olacağını ileri sürmekte, kararından geri dönmeyeceğini belirtmektedir. Bu olay Nizamettin Bey ile Osman Ağa arasında bir soğukluğa sebep olmuştur ve ne Kaymakam Bey ne de Osman Ağa kararlarından dönmemişlerdir.
Artık Osman Ağa fiilî olarak başlattığı Rum çeteleri ile mücadeleyi, resmî olarak sürdürecektir ve bu olayı Hasan İzzettin Dinamo: “doğrusunu söylemek gerekirse Topal Osman cepheden dönüp de hiç tanımadığı korkunç Pontusçu milislerin şehri kapladığını görünce ürkmüştü. Bütün tanıdığı tanımadığı yüzler ona karşı kapalı, dönük ve düşmandı. Onu bir kaşık suda boğmak istiyor gibiydiler. Şu da bir gerçek ki, Topal Osman cepheden temelli döndükten sonra Türkler rahat bir nefes almışlar, Rum hemşerileri ise niyetlerinin kötülüğünce korkmuş ve bozulmuşlardı. Topal Osman Giresun’un bir Türk şehri olduğunu göstermek için kendi kendine Belediye Reisliği makamına oturdu” [7] diye anlatmıştır.
Evet, Topal Osman resmî ve gayri resmî olarak Pontuscu Rum çeteleriyle mücadele etmeye başlamıştır; ancak İstanbul’da bir İngiliz Yüksek Komiserliği, yurdun her tarafında olduğu gibi Giresun’da da bunların iş birlikçileri mevcuttur. Diğer taraftan Mondros Ateşkes antlaşmasının uğursuz 7. Maddesi gereğince tüm yurt işgal edilme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Söz konusu madde: “İtilâf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması hâlinde her hangi bir stratejik yeri işgal etme hakkına sahip olacaktır” hükmünü içermektedir ve bu maddeye göre her hangi bir yerdeki en ufak bir olumsuzluk, o yerin işgali ile sonuçlanabilecektir.
Osman Ağa’nın kendilerine karşı almış olduğu inisiyatiften rahatsız olan Rumlar, bin bir türlü yalan ve iftira ile dolu onlarca şikâyeti İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliğine iletmekte geç kalmamışlardır. Şikâyetlerin içeriğinde dönemin revaçta iftiralarından olan Ermeni Tehciri sırasında Osman Ağa’nın çeşitli gasp ve katliam olaylarının sorumlusu olduğu da eklenerek gereğinin yapılması istenilmiştir.
Bu şikâyetler üzerine Giresun’daki Pontusçu Rum çetelerinin üzerine karabulut gibi çöken Topal Osman Ağa hakkında İstanbul’dan tutuklama kararı çıkartılarak gereğinin yapılması için Trabzon Valiliğine talimat gönderilir. Osman Ağa o sırada aynı zamanda Giresun Belediye Başkanıdır ve Giresun Kaymakamı ile arası mesafelidir. Trabzon Valisi Galip Bey, İstanbul’dan gelen tutuklama kararının infazı için Giresun Kaymakamına talimat verir. Ancak gerek Giresun Kaymakamı, gerekse şehrin önde gelen herkesi bilmektedir ki, şehirdeki Pontuscularla mücadele edecek ve Müslüman Türk halkını koruyacak tek güç Topal Osman Ağa’dır. Ayrıca şehirde ve bölge de Osman Ağa’ya karşı büyük bir sempati ve gönül bağı mevcuttur. Bu itibarla tutuklama kararını infaz etmeyi göze alamayan Kaymakam, Topal Osman Ağa’ya gizlice haber göndererek saklanmasını ister.
Bu gelişme üzerine, Topal Osman Ağa yanına yeteri kadar adamını da alarak dağ köylerine çekilmiş gelişmeleri oradan izlemeye başlamıştır.
[5] 26.08.1995 tarihli Türkiye Gazetesi
[6] Mehmet Okur, Pontus Meselesinin Ortaya Çıkışı ve Karadeniz Bölgesinde Pontuscu Faaliyetler Karadeniz Araştırmaları Dergisi-2007 Sayı 14, sayfa-6
[7] Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan-İstanbul 1986, C.2, s.125
Osman Ağa’nında ortalıktan kaybolması üzerine, Giresun’daki Rumlar zulüm ve tahriklerine artırarak devam etmiş, zulmün her türlüsünü uygulamışlardır. Diğer taraftan zaman geçtikçe ülkenin her yerinde benzer hadiseler meydana gelmektedir; yapılanlara karşı İstanbul hükümetinin eli kolu bağlıdır. Osman Ağa’nın bölgedeki Rum çetelerine karşı giriştiği faaliyetler hakkında İstanbul’daki İngiliz Komiserliği Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya bir rapor vererek, eğer söz konusu fiili durum düzeltilmezse Mondros Antlaşmasındaki 7. maddeye göre bölgenin işgal edileceği bildirilir. Bu olay, Mustafa Kemal Paşa’nın bölgedeki çete olaylarının incelenmesi ve önlenmesi için görevlendirilmesinde önemli rol oynar.
15 Mayıs 1919’da İngiliz destekli Yunanlılar İzmir’i işgal etmiş, yüz yıllardır Türk bayrağı dalgalanan Ege’nin incisi bu güzel Türk yurdu, Yunan askerlerinin çizmeleri ile tanışmıştır. İzmir’in Yunanlılarca işgali, yıllardır Pontus Rum Devleti hayaliyle yanıp tutuşan ve son dönemlerde bunu büyük bir gururla dile getiren Karadeniz bölgesindeki Rumların heveslerini de alevlendirmiştir. Karadeniz bölgesindeki şehirlerin değişik yerlerine pervasızca Yunan bayrakları çekilmeye başlanmış, Yunanistan lehine mitingler düzenlenir olmuştur. Bölgenin önde gelen siması Topal Osman’da bu durum karşısında boş durmamış ve elinden geldiğince karşılık vermeye devam etmiştir. Bu gelişmelere paralel olarak, Mustafa Kemal Paşa 16 Mayıs 1919’da söz konusu durumları yerinde incelemek ve düzeltmek (!) amacıyla İstanbul’dan Samsun’a doğru Bandırma Vapuru ile yola çıkmış ve 19 Mayıs 1919’da da Samsun’a varmıştır.
Bölge ve dolayısıyla Giresun karmakarışıktır ve hak haklının değil, kuvvetli olanındır. Osman Ağa hakkında tutuklanma kararı vardır ve ortalıkta pek görünmemektedir. Buna karşılık çılgına dönen Rumlarla tek mücadele edecek güç ve kudret sadece Topal Osman’dadır. Tam da bu günlerde Giresun Kaymakamı Nizamettin Bey rahatsızlanmış ve onun yerine Fatsa ve Terme Kaymakamı Pertev Bey vekâleten Giresun Kaymakamlığına atanmıştır. Bu durumu fırsat bilen Giresun eşrafı, yeni Kaymakam’a Topal Osman’ın yeniden Giresun Belediye Başkanlığına atanmasını, zira ondan başka hiç bir kuvvetin Rumlarla mücadele edemeyeceğini gerekçeleri ile birlikte anlatırlar. Yeni Kaymakam olaya cesurca yaklaşır ve Müslüman Türk kıyımının doruklara ulaştığı bir dönemde, hakkında tutuklanma kararı olan Osman Ağa’nın Giresun Belediye başkanlığına atanmasını onaylar. Zaten o günlerde Mustafa Kemal Paşa’da Millî Mücadelenin ilk kıvılcımı olan Havza Genelgesini yayımlamış ve tüm yurtta işgallerin ve Müslüman Türk halkına gösterilen revanın protesto edilmesini istemiştir.
Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkışı arkasından Havza Genelgesini yayımlayarak üstlendiği rol millî bir uyanış için bahane arayan tüm çevrelerde karşılık bulmuş ve yeni bir heyecan rüzgârının tüm yurtta esmesine sebep olmuştur. Bu gerçeklerle birlikte yeniden ancak bu sefer resmi olarak Giresun Belediye Başkanlığı koltuğuna oturan Topal Osman Ağa cephesinde de baş döndürücü gelişmeler olmaktadır. Zira Osman Ağa hakkındaki yalan ve iftiralarına hız kesmeden devam eden Pontuscu Rumların baskı ve tazyiki ile 27 Mayıs 1919 tarihli kararı ile “görünürde tehcir kanunu uygulamak, ancak gizli emirler gereğince Ermenileri öldürmek üzere çeşitli tertibat almak” [8]gerekçesiyle 168 arkadaşı ile birlikte idam cezası ile cezalandırılmasına karar verilir. Ancak Osman Ağa gerek şahsî karakteri ile gerekse etrafında toplanan veya toplanabilecek binlerce kişi ile önemli bir figür olmuştur ve ona bu cezayı uygulayabilecek her hangi bir güç görünmemektedir. Olmayan Devlet otoritesi karşısında Karadeniz Bölgesinin yegâne kuvveti hâlindeki Topal Osman, Şebinkarahisar Kaymakamı Rıfat Bey ile görüşerek; “bu vatan, bu millet uğruna tek ayağımla yola çıktım, sizler benim tevkifim için uğraşıyorsunuz. Bende sizin yanınıza geldim ya tevkif edilmemi ya da affım için idarî makamlara bildirilmesini istiyorum. Sizler hangisini istiyorsunuz? Tevkifimi ise buyrun, affımı ise derhal bekliyorum” [9] diyerek rest çeker. Aynı zamanda kendisini türlü yalan ve iftiralarla şikâyet eden Rumların önde gelenlerine baskı yaparak yapılan şikâyetlerin aslı olmadığı yönünde tekrar yazı yazmalarını sağlar.
Aslında bir gerçeğin zorla da olsa ifade edilmesini sağlamıştır Osman Ağa; Ermeni tehciri sırasında kendisi Kafkasya civarlarında Ruslarla savaş hâlindedir, o işle hiç bir bağlantısı yoktur. Ancak yukarıda da bahsettiğimiz üzere, sindirilmek veya cezalandırılmak istenen özellikle İttihat ve Terakki Partisinin önde gelen simaları hep bu suçlama ile karşı karşıya gelmişler ve bu yolla saf dışı bırakılmışlardır.
Topal Osman Ağa’nın girişimleri karşılık bulmuş ve Şebinkarahisar Kaymakamı Rıfat Bey ile Sivas Valisi Reşit Bey’in yaptığı başvurular sonucu 168 arkadaşı ile birlikte Osman Ağa, “Afv-ı Şahane”ya [10] mazhar olarak idam cezasının kaldırılmasını sağlamıştır. Söz konusu af olayı Topal Osman Ağa için adeta prangalardan kurtulmak olur ki, bundan sonrasında daha aktif ve caydırıcı olarak bölgesinde faaliyetlerini genişletir. Bu aktif hâle geçmenin “Afv-ı Şahane”nin rolü hiç kuşkusuz çok büyüktür ancak, diğer bir etken olarak da İngilizlerin maşası olarak Anadolu’ya giren Yunan ordusunun verdiği şevkle bölgedeki Pontusçu Rumlardan oluşan çetelerin şirazeden çıkan faaliyetlerini arttırarak devam ettirmeleri ve Havza’dan sonra Amasya Genelgesini yayımlayan Mustafa Kemal’de gösterilebilir.
[8] Teoman Alpaslan, Topal Osman-İstanbul-2007,s:223
[9] Süleyman Beyoğlu, Millî Mücadele Kahramanı Giresunlu Osman Ağa-İstanbul 2009-S:32
[10] Beyoğlu, a.g.e S:72
Ülke genelindeki tüm milli unsurların Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında toplanmaya başladığı bu günlerde, Topal Osman Ağa’da bu oluşuma her türlü desteği vermeye başlamıştır ve ömrünün sonuna kadarda söz konusu desteğini devam ettirmiştir. Milli uyanışın başladığı bu dönemlerde Topal Osman
Giresun’da “Gedikkaya” isminde bir gazetenin çıkartılmasını ve halkın bilgilendirilmesini de sağlar. Söz konusu gazetede bazen kendi adına yazılarda yazan Osman Ağa, bahsi geçen gazetenin 5 Haziran 1920 tarihli sayısında kaleme aldığı makaleyi şu uyarıcı sözlerle sonlandırır. “Yunanistan ve hususiyle Yunan Başvekilinin ne kadar Türk düşmanı olduğunu pekâlâ idrak ederiz. Fakat Yunanistan’da Venizelos’ta iyi bilsin ve hatırından çıkarmasın ki bizde bunların altında kalmayacağız… O ellerde (Ege bölgesindeki mezalimi kastediyor) dindaşlarımızın izaç ve imha edilmesine devam edildiği takdirde artık bizde burada Venizelos yardakçılarına karşı mukabele-i bil misilde bulunmak mecburiyetinde kalacağız. Bugünlük işte bu kadar.!” [11]
Yunan Ordusu İzmir’den çıktığı Anadolu’nun içlerine doğru hızla ilerlemekte, bu ilerleyiş sırasında da Müslüman-Türk halkına akla hayale gelmeyecek zulümler yapmaktadır. Günün şartlarında söz konusu zulümler tüm yurtta dilden dile dolaşmakta, çaresiz halk üzerinde umutsuzluk, hüzün ve korku kasırgaları dolaşmaktadır. Diğer taraftan Ankara’da TBMM açılmış ve başkanlığına da Mustafa Kemal Paşa seçilerek, milli bir ordu kurulmasına ve son vatan parçasının kurtarılması için geceli gündüzlü hummalı bir çalışmanın içerisine girilmiştir.
Topal Osman Ağa Karadeniz Bölgesinde aynı çalışmaların bir parçası olarak, hem Rum çetelerine karşı Müslüman-Türk halkını koruyup kollamakta, hem de Ankara’daki hazırlıklara gerek asker toplanıp gönderilmesi gerekse maddî yardımların toplanılması ve İnebolu üzerinden gelen silah ve cephanenin sevkinde aktif rol almaktadır.
TBMM’nin Ankara’da açılıp çalışmalarına başlamasından yaklaşık bir hafta sonra, 29 Haziran 1920’de Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, “Halkımızın cehaleti ve düşmanların pek mel’anetkârane olan iğfalâtı dikkat nazara alınınca Meclisin her an eli altında kuvvetli ve hiçbir veçhile iğfalleri imkan dâhilinde bulunmayan bir müfrezenin vücudu lazımdır zannederim. Binanaleyh her mebus tarafından seçim bölgelerinden 5 ila 10 imanlı zat celbi suretiyle bu tarzda bir Milli Muhafız Müfrezesi” teşkilini teklif ederim” [12] şeklinde Meclise bir önerge verilir. Gerçekten de bu yeni açılan Meclisin ve onun şanlı mensuplarının herhangi bir saldırı durumunda hiçbir korumaları yoktur ve bu durum büyük bir güvenlik zafiyetine sebebiyet verebilecek bir husustur.
Söz konusu haklı teklif üzerine ilk olarak Giresunlu Topal Osman Ağa akıllara gelir ve bir müfreze teşkili için direkt kendisi ile telgrafla irtibat kurulur. Ancak o bölge resmi olarak Kazım Karabekir Paşa’nın bölgesidir ve kendisinden habersiz olarak Osman Ağa ile irtibat sağlanmasına bozulur. Ayrıca bölgenin dengeleri de Osman Ağa’nın oradan ayrılması için müsait değildir. Bu itibarla Kazım Karabekir Paşa Osman Ağa’nın yeni bir görevle Ankara’ya gitmesine muvafakat etmez. Bununla birlikte bu görev için İsmail Hakkı Bey (Tekçe) görevlendirir ve Ankara’ya gönderir.
İlerleyen dönemde görülecektir ki, Meclisi korumak için önerge veren Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, bu iş için ilk akla gelen Giresunlu Topal Osman Ağa ve bu görev için görevlendirilen İsmail Hakkı Bey’in kaderleri birbirleri ile kötü bir şekilde kesişecektir.
İsmail Hakkı Bey, Mustafa Kemal Paşa ve TBMM’yi korumak üzere Ankara’ya gelir ve görevine başlar. Bununla birlikte özellikle Çerkez Ethem’le gerilen ilişkiler ve yurdun muhtelif yerlerinde çıkan isyanlar, Mustafa Kemal Paşa’yı şahsını ve TBMM’yi koruma noktasında ekstra tedbirlere sevk eder. Bu itibarla yine Mustafa Kemal Paşa bizzat Giresunlu Topal Osman Ağa’ya haber göndererek güvendiği adamlarıyla Ankara’ya gelmesini ister.
Bu davet üzerine Osman Ağa, bu davet üzerine en gözde adamlarından bir müfreze teşkil edip, en güzel şekilde donatarak Ankara’ya doğru yola çıkar. Ankara yolculuğu sırasında uğradıkları yerlerde Müslüman Türk ahaliye zulmeden Pontus Rum çetelerine gerekli cezaları vererek Ankara’ya gelen bu güzide birliği yeni Mustafa Kemal Paşa ve diğer Meclis üyeleri büyük bir ilgi ile karşılarlar.
[11] Erden Menteşeoğlu-Giresunlu Fedailerle Konuştum Onlarda Çılgındı, Ankara-2008, s.98
[12] TBMM Zabıt Ceridesi, C.I, s.149
İlerleyen günlerde Mustafa Kemal Paşa Topal Osman Ağa’dan, yanında getirdiği adamlarından 10 kişilik bir ekibin yakın korumalığını yapması için görevlendirilmesini ister. Zira bu ilginç giyimli, gözü pek mert adamlar hal ve tavırları ile dosta güven, düşmana aman vermektedirler. Teklifi seve seve kabul eden Osman Ağa, seçtiği 10 adamına Paşa’nın şahsını ve ikamet ettiği hanesini en iyi şekilde korumalarını tembihleyerek Ankara’dan tekrar Giresun’a gitmek üzere ayrılır. Koruma görevini alan bu 10 yiğidi İngiliz Subayı H.C. Armstrong; “bu evde, Karadeniz kıyısının güneyindeki dağlardan gelen Lâzlar tarafından korunuyordu. Bunlar uzun bıyıklı ve bir kedi kadar çevik, yabani gözü kara adamlardı. Görev esnasında kasılarak ve evin önünde bir aşağı bir yukarı yürürlerdi. Görevleri bitince Mustafa Kemal’in onlara vermiş olduğu koyunlara bakmak için dağlara giderlerdi. Onlara iyi para veriyor özel ayrıcalıklar sağlıyordu. Kazakların giydiklerine benzeyen yırtmaçlı siyah üstlük ve uzun çizmelerden oluşan giysilerini almış ve onları Osman Ağa adında, tanınmış bir Lâz eşkıyasının kumandası altına vermişti” [13] diye anlatmıştır.
Giresun’da bulunan Osman Ağa, meşhur Giresun Gönüllü Alaylarının kurulmasına öncülük ederek gerek Yunanlılara gerekse her gün memleketin değişik bir yerinde isyan ve kırışıklık çıkaran isyancılara karşı son darbenin vurulmasına katkı sağlayacaktır. Özellikle Türk Ordusunun Sakarya Meydan Muharebesine hazırlandığı günlerde Sivas bölgesinde baş gösteren Koçgiri isyanının bastırılmasında Osman Ağa ve Giresun Gönüllü Alaylarının payı ve gösterdiği kahramanlık bir dönüm noktasını teşkil etmektedir. İsyan bastırılamamış olsa idi, Yunanlılar üzerine yürümek üzere olan milli ordu güçleri bu isyanı bastırmak üzere ikiye bölünecek ve ciddi bir zaafiyete sebebiyet verilecekti. Diğer taraftan Osman Ağa ve adamlarının ayak bastığı her yerde adeta bu toprakların asli unsuru olan Türk Milletine yeniden can gelmektedir. Zira her yer baskı ve zulüm altında inim inim inlerken Giresun Alayları çaresizlere çare, umutsuzlara umut olmaktadır.
Rum çeteleri geçtiği yerlerde dikili bir ağaç koymadan yakıp yıkmakta, yağmalamakta ve katliamlar yapmaktadır. Osman Ağa ve adamları da söz konusu çetelerin izini sürmekte ve bulduğu yerde tepelemektedir. Dr. Rıza Nur, Rum Çetecilerinin Samsun-Bafra civarında yapmış oldukları bir katliam sırası Osman Ağa ve adamlarının gelişini şöyle anlatır; “…biraz sonra Türk askeri köye girer. Rumları öldüren bu askerler Giresun Alaylarının gönüllüleridir. Osman Ağa leşlere bakarak şu sözleri söyler; Allah’a şükür vaktinde yetiştik biraz geç yetişseydik burada külden başka bir şey bulamayacakmışız. Domuzları epeyce gebertmişiz. Alpaslan bey de geriden gelerek kaçanları da vurduk. Leşleri tarlalarda Türk toprağına gübre olsun der. Köyün sağ kalanları ihtiyar, kadın ve çocuklar bol bol dua ederler. Bir ihtiyar sizin başınız kim diye sorar. Osman Ağa’yı gösterirler. İhtiyar diz çöker, Osman Ağa’nın dizlerini öperek Oğlum sen büyük babayiğitsin. Bugün büyük sevap kazandın. Türkler kıyamete kadar senin adını ansın. Senin kahramanlığının türküsünü söylesin diyerek teşekkür eder.” [14]
Osman Ağa ve adamları Karadeniz bölgesinde bu ve buna benzer yüzlerce hadiseyi yaşarken, Sakarya Meydan Muharebesi için hazırlıklar son aşamaya gelmiştir ve bu günlerde Mustafa Kemal Paşa Osman Ağa’dan, oluşturduğu gönüllü alayları ile birlikte cepheye gelmesini ister. Tam da bu günlerde Trabzon’da esrarengiz bir cinayet işlenmiştir ve bu cinayette Osman Ağa’nın üzerine bırakılmıştır. Zira o dönem her açıdan dengelerin çok hassas olduğu bir dönemdir ve hayat tüm millet ve milletin kaderine etki edenler yönünden bıçak sırtında gitmektedir. Ordu, Kütahya-Eskişehir savaşlarında Yunan Ordusu karşısında bozguna uğramış, Sakarya Irmağının doğusuna çekilmiştir. Durumu fırsat bilen muhalefet ayağa kalkmış, hesap sorma derdine düşmüştür. Rusya’da bulunan Enver Paşa’da Anadolu’ya geçerek tekrar ordunun başına geçmenin planlarını yapmakta ve söz konusu zemini bunun için uygun görmektedir. Enver Paşa’nın o günlerdeki en önemli lojistik desteğini de Trabzonlu kayıkçılar kâhyası Yahya sağlamaktadır. Zira Batum’da bulunan Paşa eğer Anadolu’ya geçerse Trabzon-Batum arasında çalışan Yahya Kâhya’nın [*] araçları ile geçecektir. Yahya Kâhya Trabzon’da önemli bir nüfuza sahiptir ve Enver Paşa’ya gönülden bağlıdır. Ancak tam bu günlerde Yahya Kâhya Osman Ağa’nın adamları gibi zıpka giyen kişiler tarafından yolda pusu kurularak katledilir. Cinayet doğal olarak Mustafa Kemal Paşa’nın Karadeniz Bölgesindeki ele avuca sığmaz adamı Topal Osman Ağa’nın üzerine kalır. Osman Ağa, yaşadığı sürece bu cinayeti kendisinin işlemediğini, bugüne kadar yaptığı hiç bir olayı inkâr etmediğini ifade etse de, kimseyi inandıramaz.
[13] H. C. Armstrong, Bozkurt. (Çeviren Gül Çağalı Güven) İstanbul. S;122
[14] Rıza Nur, Mangal Yürekli Adam Topal Osman- S:152
[*] M. Yazar’ın notu: Trabzon Kayıkçılar Kethüdası Yahya Kâhya, TKP kurucu lideri Mustafa Suphi ile adamlarını Rusya’ya sınır dışı edilirlerken Karadeniz’e atıp boğan bir milis çete reisidir
Topal Osman Ağa ve başında bulunduğu Giresun Gönüllü Alayı Sakarya Savaşı öncesinde Ankara’ya gelerek cepheye gider. Gerek Sakarya Meydan Muharebesinde, gerekse Büyük Taarruzda başta Osman Ağa olmak üzere en ön saflarda savaşarak büyük yararlılık gösterirler. Özellikle Balıkesir’in kurtarılmasında olağanüstü bir gayret ve yararlılık gösterir. Osman Ağa’nın Giresun Gönüllü alayından birçok arkadaş ve adamı şehit olur ancak Türk ordusu son kalesini çiğneyen düşmanı çıktıkları yerden, İzmir’den denize dökmüş ve büyük bir zafer kazanmıştır.
Savaşın kesin bir zaferle sonuçlanmasını müteakip Osman Ağa’da İstanbul üzerinden Giresun’a tekrar döner. Cephedeki savaş bitmiş, şimdi masadaki savaş başlamıştır ve Lozan’da hararetli görüşmeler yapılmakta, o görüşmelere paralel olarak da TBMM’de aynı minvalde tartışmalar olmaktadır. Bu hengâmeli günlerde Osman Ağa tekrar Ankara’ya çağrılır ve gönülsüzde olsa son kez Ankara’ya gelir.
Lozan görüşmelerinin 1. ayağı tamamlanmış ve İsmet Paşa’da Türkiye’ye dönmüştür bu günlerde. Meclis çok daha şiddetli tartışmalara girmiş, özellikle Misak-ı Millî’ye bağlı kalınmadığı gerekçesiyle İsmet Paşa ve dolayısıyla Mustafa Kemal Paşa hedef tahtasına konulmuştur.
TBMM 1. grup ve 2. grup olarak ikiye ayrılmış, 1. grub Mustafa Kemal Paşa’yı desteklerken, 2. grup daha çok Enver Paşacı olarak bilinen mebuslardan oluşmaktadır. Her ne kadar Enver Paşa yaklaşık 1 yıl önce Ruslarla girdiği mücadelede şehit olmuş ise de etkileri ve fikirleri halen devam etmektedir. 2. grup mebusların içerisinde en ön plâna çıkan şahsiyet, TBMM ilk kurulduğunda “Muhafız Alayı” kurulması yönünde teklif veren Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’dir ve sözünü kimseden esirgemeden meclis kürsüsünden mertçe ve pervasızca konuşmaktadır. Musul ve Kerkük konusunda netice alınamamasını büyük bir ihanet olarak gören Ali Şükrü Bey, Mustafa Kemal Paşa ile karşılıklı münakaşalara girmekte ve sorumluları eleştirmektedir.
Bu günlerde Topal Osman Ağa’da Ankara’da bulunmakta, gerek meclis çalışmalarını izlemekte, gerekse Mustafa Kemal Paşa’yı koruyan adamları ile vakit geçirmektedir. Tam da bu hassas günlerde 27 Mart 1923 tarihinde evinden çıkan Ali Şükrü Bey ortalıktan kaybolmuştur. Bu hadise önce TBMM’ye, sonra Ankara’ya ve sonra da tüm yurda bomba gibi düşer. Muhalif bir milletvekilinin arkasında hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolması akıllara durgunluk verecek bir hadisedir.
Ali Şükrü Bey’in en son Ankara çarşısında bir kahvehanede otururken Topal Osman’ın adamlarından Mustafa Kaptan’ın yanına geldiği ve daha sonra birlikte samimi bir şekilde söz konusu kahvehaneden ayrıldıkları tespit edilir. Gerek Ali Şükrü Bey’in M. Kemal Paşa ile meclis çatısı altındaki çatışmaları, gerek Topal Osman ile M. Kemal Paşa’nın yakınlıkları göz önüne alındığında bu olayın müsebbibinin M. Kemal Paşa olduğu şeklinde yorumlanır. Yaşananlar TBMM’de de ayrı bir hava estirmeye başlamıştır. Zira Erzurum Mebusu meclis kürsüsüne çıkarak; milleti temsil edenleri katletmek, milleti katletmek manasına geldiğini ifade eder ve, “Ali Şükrü’ye kıyan bilekleri keseceğiz. O bilekler isterse sırmalı Paşa bilekleri olsun” diye haykırır [15]. Bu sözlerin muhatabı direkt olarak M. Kemal Paşa’dır.
Meclis ve tüm Ankara Ali Şükrü Bey’i bulmak üzere seferber olmuştur. Yapılan aramalar sırasında bir Jandarma Müfrezesi Çankaya yakınlarında bulunan Mühye köyü yakınlarında toprağa gömülü bir ceset bulur. İnceleme sonucunda cesedin Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’e ait olduğu anlaşılır. Garip bir şekilde cesedin avuç içinde de bir tutam sandalye hasırı olduğu görülür. Maktulün en son Topal Osman’ın adamı tarafından oturduğu kahvehaneden çıkartıldığı gerçeğinden yola çıkılarak derhal Osman Ağa’nın evinde arama yapılır ve bir sandalyenin hasırlarının eksik olduğu tespit edilir. Ayrıca Osman Ağa’nın komşuları olan bazı kadınların ifadeleri alınır ve ifadesi alınanlardan bazıları Ali Şükrü Bey’in kaybolduğu gece Osman Ağa’nın evinden gürültü ve patırtıların geldiği, “yapmayın, bana kıymayın” şeklinde nidalar duyduklarını ifade ederler. Osman Ağa ise olanlar karşısında son derece sakindir ve bu cinayetle kesinlikle bir ilgisinin olmadığını, duyulduğu iddia edilen sesleri ise, o gece birkaç adamının eve sarhoş gelmelerinden dolayı dövdüğünü, bunların duyulmuş olabileceğini, bugüne kadar ki hayatının hiç bir döneminde yaptığı bir eylemi inkâr etmediğini, Ali Şükrü Bey ile eski bir dost olduğunu ve dolayısıyla bu cinayetle zerre kadar ilgisinin olmadığını ifade etmiştir.
[15] Hıfzı Veldet Velidedeoğlu-İlk Meclis, S:101
Cinayetin soruşturulmasında ve araştırılmasında Meclis Muhafız Alayı komutanı İsmail Hakkı Bey vardır ve olaylar çok hızlı gelişmektedir. Ali Şükrü Bey’in cesedinin bulunmasından kısa bir süre sonra İsmail Hakkı Bey Topal Osman’ı Mustafa Kemal Paşa’ya suikast yapılacak diye Çankaya Köşküne yönlendirmiş ve akabinde ondan daha hızlı davranarak kendisi Köşke çıkarak, Mustafa Kemal Paşa’ya “Topal Osman sizi öldürmeye geliyormuş Paşam” diyerek ihbarda bulunmuş, ancak Mustafa Kemal kendisine inanmamıştır.[16]
Ancak, Mustafa Kemal Paşa’ya suikast yapılacağı ihbarı üzerine adamları ile birlikte Çankaya Köşküne doğru hareket eden Topal Osman karşısında İsmail Hakkı Bey ve adamlarını bulur. Aralarında çıkan şiddetli çatışmada yaralanır ve yaralı olarak ele geçirilir. İsmail Hakkı Bey, Osman Ağa’yı alıp tedavisini yapmak ve tutuklamak yerine, kan kaybından ölmesine ve bazı iddialara göre de kafasına kurşun sıkarak katletme yoluna gitmiştir.
Plân gayet güzel işlemiştir, zira Ali Şükrü Bey’i katleden Osman Ağa yakalanmak üzere iken çıkan çatışmada vurularak öldürülmüştür. Bilahare Ali Şükrü Bey gibi bir mebusu katleden (!) Osman Ağa’nın başı gövdesinden ayrılarak ayağından asılmak suretiyle teşhir edilmiştir.
Bu noktada Topal Osman Ağa’yı yaralı olarak ele geçiren ve ölmesine sebep olan İsmail Hakkı Bey, daha önce bahsettiğimiz Trabzonlu kayıkçılar kahyası Yahya Kâhya’yı kendisinin öldürdüğünü (*) olaydan 55 yıl sonra 4 Aralık 1977 tarihli Günaydın gazetesine verdiği röportajda itiraf etmiştir. Giresunlu Topal Osman Ağa’nın o dönemde giydikleri kara zıpkalı kişilerin yaptığı bu cinayet bu itiraf yapılana kadar Topal Osman’a mâl edilmiştir. Tıpkı bilahare daha büyük ses getiren ve daha büyük etkilere sebep olan Ali Şükrü Bey cinayeti gibi.
Osman Ağa’nın yaratılıştan gelen mertlik, açık sözlülük, yaptığı her eylemin arkasında durması, yalan söylememesi gibi üstün özellikleri, yıllardır çete savaşlarında aktif rol alması, Ali Şükrü Bey cinayeti ile birlikte değerlendirildiğinde birçok noktanın açık kalacağı yönündedir. Zira eğer bu cinayeti Topal Osman işlemiş olsa idi, en azından merhum Ali Şükrü Bey’i herkesin içinden bir kahvehaneden evine çağırtmazdı. Ayrıca yine bu cinayeti işleyen bir profesyonel çeteci, cesedi herkesin kolayca bulacağı bir yere ve avucunda en büyük delil olarak gösterilen sandalye hasırları ile gömmek yerine, yine kimsenin bulamayacağı ve ceset üzerindeki gerekli incelemeyi yaparak suç unsuru bırakmadan ortadan kaybetmenin bir başka yolunu bulabilirdi.
Cinayetten sonra ifadesi alınan ve çeşitli sesler duyduk diyen kadınların bu iş için ayarlanmış olabilecekleri de ihtimal dâhilinde olmak üzere, Topal Osman öldürüldükten sonra ifadeleri alınan hiçbir adamı da Ali Şükrü Bey cinayeti hakkında en ufak bir bilgileri ve dahilleri olmadıklarını ısrarla ifade etmişlerdir. Oysa ki, öldürülmüş bir çete liderinin onca adamından en azından bir veya birkaçı eğer işlemiş olsalardı söz konusu meşum olayı kabul veya itiraf etmeleri kuvvetle muhtemeldi.
Anadolu’da o dönem ön plâna çıkan Kuva-yı Milliye liderlerinin hemen hepsi yaşadıkları bölgelerin işgal edilmesi üzerine harekete geçmişlerdir. Ancak Giresunlu Topal Osman Ağa yaşadığı bölge işgal edilmeden silâha sarılmış ve arkasına bakmadan milleti adına yoğun bir mücadeleye girişmiştir.
Hayatının baharı harp cephelerinde ölümle burun buruna geçen Topal Osman Ağa, yaşadığı hayata matuf bir şekilde birçok soru işareti ile birlikte bu dünyadan ayrılmıştır. Her ne kadar öldürüldüğünde cesedi ibretlik bir şekilde ayaklarından asılarak teşhir edilmişse de Osman Ağa için bizzat Mustafa Kemal Paşa’nın talimatıyla Giresun kalesinin en yüksek yerine defnedilir ve kendisi için bir de anıt mezar yaptırılır. 40 yaşında tartışmalı bir şekilde bu fani dünyadan ayrılan Topal Osman Ağa’ya ve onun kahraman birliğine rahmet olsun.
[16] Ümit Doğan - M.Kemal’in Muhafızı Topal Osman, S.300
(*) Mehmet Yazar’ın notu: Ama Topal Osman cinayeti konusunda bir itirafı olmamış, ithamları şiddetle reddetmiştir. Anlatılan her şey gibi Ali Şükrü Bey cinayeti de yazı serisinde Zafer Tekin’in kendi görüşü olarak verilmiştir. Karanlıkta kalan cinayet için Mehmet Yazar olarak benim bir görüşüm oluşmamıştır.
Zafer Tekin–
Bir millet kendisine, yani milletin kaderinin belirlenmesine etki edenleri bilmeli ve sevmelidir. Hele bu etki, yanımda veya arkamda kimler var diye bakmadan kellesini koltuğuna alıp yola çıkılarak yapılan etki ise daha da fazla önem atfetmeli ve değer kazanmalıdır.
1. Dünya Savaşı sonunda imzalanan önce Mondros AteşkeS ve sonrasındaki Sevr Antlaşmaları ile milletimizin kalemi kırılırken, ortaya çıkan karamsarlık ve çaresizlik, memleketin her köşesinde derinden hissedilmeye başlanmış, pastadan pay kapma derdinde olan dahilî ve haricî fırsatçılar birbirleri ile yarış edercesine fırsatı ganimete dönüştürmeye başlamıştır. Diğer taraftan da yine memleketin her köşesinde vatan ve millet uğruna kelle koltukta ön plâna çıkan kahramanlar olmuştur.
Bu kahramanlardan birisi de Giresunlu Topal Osman Ağa’dır ve gerek hayatı ve yaptıkları ile, gerekse ölümü ile tarihin gizemli koridorlarında unutulmaya ya da unutturulmaya yüz tutmuş önemli bir karakterdir.
Topal Osman, ilk gençlik yıllarından tartışmalı bir şekilde ölümüne kadar hayatının her döneminde gerek aktif olarak katıldığı savaş cephelerinde, gerekse sivil hayatı döneminde özellikle Karadeniz Bölgesinde aksiyon adamı olarak öne çıkmış ve insanüstü bir mücadelenin içerisinde olmuştur.
1883 yılında Karadeniz Bölgesinin şirin beldesi Giresun’da doğan Feridunzade Osman, dönemin şartları içerisinde fındık tüccarlığı ve deniz ticareti ile iştigal eden babası ve dedesinden kaynaklı olarak ekonomik durumu diğer Müslüman Türklere göre daha iyi olan bir ailenin ferdidir. Zira o dönemde, ülkenin her yerinde olduğu gibi Giresun’da da ticaret ve sanayi yabancı azınlıkların elinde bulunmakta, Müslüman Türkler de tarihin her döneminde olduğu gibi başta askerlik olmak üzere tarım ve hayvancılıkla hayat mücadelesini vermektedirler.
Ailesinin verdiği ekonomik güçle hayata atılan Osman, daha ilk gençlik yıllarında düşkünlere yardım etme ve eşini dostunu maddî yönden koruyup kollamasıyla “Osman Ağa” diye anılmaya başlamış ve bu güzel özelliği hayatının son anına kadar devam etmiştir.
İlerleyen dönemlerinde yine Giresun’da faaliyet gösteren bir kereste fabrikasına ortak olan Osman Ağa, mertliği ve kabadayılığı ile de ön plana çıkmaya başlamış, gerek bileği, gerek yüreği ile de Giresun’un sevilen, tanınan ve saygı duyulan siması olmuştur.
Tarihler 1912 yılının Ekim ayını gösterdiğinde Balkan Savaşları patlamış ve Osmanlı Devleti seferberlik ilân ederek, eli silâh tutan herkesi cepheye çağırmıştır.
Osman Ağa yeni evlidir ve hem kendisinin hem ailesinin hâl-i vakti yerindedir. Askerlik çağında olanlar, belirli bir bedel ödeyerek “askerlik hizmetinden muaf” tutulabilmektedir dönemin şartlarında. Ancak Osman Ağa bu hususu hiç düşünmez ve Giresun Askerlik Şubesine başvurarak cepheye giderek savaşmak istediğini belirtir. Ancak şubede kendisini bir sürpriz karşılar. Zira babası ve amcası ondan habersiz 54 sarı altın lira karşılığında Osman Ağa’nın askerlikten muaf tutulmasını sağlamışlardır.[1]
Bu durum karşısında Osman Ağa, babasına vatanını para yatırarak değil, cephede bizzat savaşarak savunmak istediğini belirterek, yatırmış olduğu parayı geri çekmesi konusunda ikna etmeye çalışmış, ancak söz konusu çabaları sonuç vermeyince savaşa kendisi gibi vatan sevdalısı 65 arkadaşıyla gönüllü olarak katılmaya karar vermiştir.[2]
Giresun Limanından hareket eden gemi ile, Balkan Savaşına katılmak üzere cepheye hareket eden Osman Ağa ve 65 arkadaşının, savaş alanına vardıklarında durum çok kritiktir ve Bulgar askeri Çatalca’ya, yani İstanbul önlerine kadar gelmiştir.
__________________
[1] Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan-İstanbul 1986, C.2 S.18
[2] Seyfullah Çiçek-Topal Osman-İstanbul 2011-S.24
Memleketin her yerinden cepheye koşan binlerce vatan evlâdı o ölüm kalım savaşında ya şehit ya gazi olurken, Osman Ağa’nın nasibine de gazilik düşmüştür. Zira daha savaş alanına ayak basışından kısa bir süre sonra yakınında patlayan bir bomba neticesinde diz kapağı parçalanmış ve yürüyemez hâle gelerek savaş dışı kalmıştır.
Önce sıcak savaş hattından cephe gerisine, daha sonra da İstanbul’a nakledilen Osman Ağa’nın durumu ciddidir ve diz kapağındaki yaranın kangren olması söz konusudur. Bu durum karşısında bacağın kesilmekten başka çaresi yoktur ve doktorlar durumu Osman Ağa’ya bildirirler. Ancak Osman Ağa bacağının kesilmesine razı olmaz ve “yeryüzünde bacaksız gezip dolaşacağıma, öbür dünyaya iki bacaklı gitmeyi yeğlerim” [3] diyerek doktorların tüm ısrarlarını reddeder. Sonrasında uzun bir ameliyat ve tedavi sürecinden sonra koltuk değnekleri ile yaklaşık bir yıl sonra Giresun’a döner.
Bir yıl önce, kutlamalarla, şenliklerle horon teperek ayrıldığı Giresun limanına bu sefer, iki koltuk değneği ile ve topallayarak dönmüştür Giresun’un sevilen ve saygı duyulan evlâdı Osman Ağa, o günden sonra Topal Osman Ağa olarak anılacak ve tüm ülkeye bu ünvanı ile nam salacaktır.
Sapasağlam gittiği Balkan Savaşından sakat dönen Osman Ağa için vatan borcu bitmemiştir ve aslında yeni başlıyordur. Zira Balkan Savaşlarının açtığı yara henüz sarılmamışken ve Osman Ağa’nın yaralı bacağı daha iyileşmeden bu sefer 1. Dünya Harbi başlamış ve tıpkı Osmanlı Devleti gibi Topal Osman Ağa’da kendisini bu savaşın içinde bulmuştur.
Osman Ağa sıkı bir İttihatçıdır ve İttihatçıların hemen hemen tamamı ya cephede fiilî olarak savaşmakta veya Teşkilât-ı Mahsusa’nın emrinde değişik görevlerde vatana ve millete hizmet etmektedir. Topal Osman Ağa o günleri; “bu sırada harbi umumi zuhur etti. Benim yaralarım henüz kapanmamıştı. Fakat dayanamadım teşkilat yaptım. Acara taraflarında Teşkilât-ı Mahsusa’ya karıştım. Değnek koltuğumda topallayarak muhabere ettim. Ric’at zamanında Yemişlik hattına çekildim. Orada tifoya yakalandım. Memlekete hasta geldim” [4] diyerek anlatmıştır.
Gerçekten de Topal Osman Ağa, kendi imkânları ile toplayıp yine kendi imkânları ile techizatlandırdığı 93 gönüllü ile birlikte Batum ve Hopa civarında gerillâ savaşı yapan Teşkilât-ı Mahsusa güçlerine dahil olmuş ve kendilerinden kat kat üstün olan Ruslara karşı mücadele etmiştir. Ancak talihsizlik burada da yakasını bırakmamış ve yine tifoya yakalanarak tekrar Giresun’a dönmek zorunda kalmıştır.
Hastalığı Giresun’da atlatan Topal Osman Ağa, iyileşince tekrar cepheye koşmuş ve 1. Dünya Savaşı boyunca gerek tek başına gerekse topladığı gönüllülerle Ruslarla savaşmıştır. Bir ara Bayburt hattına gelen Rus ordusu daha sonra ülkelerinde gerçekleşen Bolşevik İhtilâli sonucunda işgal ettiği yerleri bırakarak geri çekilmeye başlamıştır. Rus Ordusunu bu geri çekilmede takip eden Osmanlı Askerleri arasında Topal Osman ve oluşturduğu gönüllü taburu da vardır ve Teşkilât-ı Mahsusa’nın önde gelen simalarından Yakup Cemil’in kumandası altında Rus Ordusunun peşinde Batum’a kadar gitmişlerdir.
30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes antlaşması sonucunda tekrar Giresun’a dönen Topal Osman Ağa, sakat bacağı ile yaklaşık 2 yıl cephede en ön saflarda savaşmış, bununla da yetinmeyerek bizzat topladığı gönüllülerinde aktif olarak vatan savunmasında cephede yer almasını sağlamıştır. Ancak ülke ve millet çok hazin bir dönemden geçmektedir her biten mücadele bir yenisinin başlamasına sebep olacaktır. Zira dereler tenhalaşınca kendilerini bey oldu zanneden tilkiler peyda olmakta gecikmeyecektir.
O dönemde Karadeniz bölgesinde önemli bir Rum azınlığı bulunmaktadır ve bu azınlık tarihten gelen “Pontus Rum Devleti” hayali taşımaktadır. Özellikle 1.Dünya Savaşı sonunda dönemin ABD Başkanı Wilson’un ortaya attığı, tarihte Wilson Prensipleri olarak bilinen düşüncenin 12. maddesinde “Osmanlı İmparatorluğunun Türk olan kısımlarına egemenlik hakkı tanınmalı, fakat Türk olmayan halklara da bağımsızlık verilmeli” görüşünün verdiği umutla ve meydanı boş bulan Rumlar ayaklanmış, azınlıktan çoğunluğa geçmek için Müslüman Türk ahaliye akla hayale gelmedik zulümler yapmaya başlamıştır.
[3] Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan-İstanbul 1986, C.2, s.122
[4] 19 Şubat 1922 tarihli Vakit gazetesi
İşte Osmanlı Ordusunun dağıtılıp terhis edildiği, elindeki silâhların toplatıldığı bu dönemde bölgede Topal Osman Ağa insiyatif alarak Müslüman Türk halkına hamilik yapmak üzere tekrar ön plâna çıkmış ve tüm Karadeniz bölgesinde eşkıyaların korkulu rüyası olmuştur. Yavuz Bülent Bakiler, Osman Ağa’nın bu mücadelesini; “Bütün Karadeniz bugünkü huzurunu O’na borçludur. Sadece Karadeniz mi? Hayır ! Bütün Türkiye. Çünkü Topal Osman ve yiğit arkadaşları olmasaydı yüreğimiz Güneydoğu ihaneti yanında bir de Karadeniz kundaklamasıyla dağlanacaktı” [5] diye yorumlamıştır.
Yunanlılara göre Sinop’tan Kelkit havzasına kadar olan bölge Pontus bölgesidir ve kapsamına Batum, Artvin, Rize, Trabzon, Ordu, Samsun, Sinop, Kastamonu, Gümüşhane, Bayburt, Tokat, Amasya ve Çorum’un tamamını, Sivas ve Erzincan’ın da bir bölümünü almaktadır [6].
Ortaya çıkan fiilî durum nedeniyle, yukarıda zikrettiğimiz hemen hemen Karadeniz bölgesinin tamamının kendilerine ait olduğunu iddia eden Rumlar, Yunan Hükümetinin gizli ve açık destekleriyle çeteler oluşturmuş ve özellikle nüfus yönünden dengeleri kendi lehlerine çevirmek için her türlü yola başvurmaya başlamışlardır.
Cepheden dönen Osman Ağa, Giresun’da artık hiç bir şeyin eskisi gibi olmadığını görmüştür. Zira, Müslüman Türk halkının boynu bükük ve mahzundur. Buna karşı, Rumlar her türlü çılgınlığa başvurmakta, Türkleri aşağılayıp hor görmekte ve işi boğazlamaya kadar götürmektedirler.
Ortalıkta bu duruma müdahale edecek ne bir Devlet otoritesi ne de başka her hangi bir güç vardır.
Durumdan kendisine vazife çıkaran Osman Ağa, Giresun Belediye Başkanı olacak ve Rumlarla şimdilik bu yolla mücadele etmek isteyecektir. Dönemin kanunlarına göre Belediye Başkanını Kaymakamlar atamaktadır ve Ağa, Kaymakamla görüşme ihtiyacı bile duymadan mevcut Belediye Başkanının sağlık sorunlarını gerekçe göstererek istifa etmesi (!) sonucunda Belediye Başkanlığı koltuğuna oturur. Ancak Kaymakam Nizamettin Bey, Osman Ağa’nın Belediye Başkanlığı görevini onaylamaz. Zira bunun bir emrivaki olduğunu gerek İstanbul Hükümetine, gerekse Trabzon valisine karşı gelmek olduğunu ileri sürmektedir.
Osman Ağa ise, Rum çetelerine karşı etkin bir mücadelenin resmî bir görev kalkanı ile daha meşru olacağını ileri sürmekte, kararından geri dönmeyeceğini belirtmektedir. Bu olay Nizamettin Bey ile Osman Ağa arasında bir soğukluğa sebep olmuştur ve ne Kaymakam Bey ne de Osman Ağa kararlarından dönmemişlerdir.
Artık Osman Ağa fiilî olarak başlattığı Rum çeteleri ile mücadeleyi, resmî olarak sürdürecektir ve bu olayı Hasan İzzettin Dinamo: “doğrusunu söylemek gerekirse Topal Osman cepheden dönüp de hiç tanımadığı korkunç Pontusçu milislerin şehri kapladığını görünce ürkmüştü. Bütün tanıdığı tanımadığı yüzler ona karşı kapalı, dönük ve düşmandı. Onu bir kaşık suda boğmak istiyor gibiydiler. Şu da bir gerçek ki, Topal Osman cepheden temelli döndükten sonra Türkler rahat bir nefes almışlar, Rum hemşerileri ise niyetlerinin kötülüğünce korkmuş ve bozulmuşlardı. Topal Osman Giresun’un bir Türk şehri olduğunu göstermek için kendi kendine Belediye Reisliği makamına oturdu” [7] diye anlatmıştır.
Evet, Topal Osman resmî ve gayri resmî olarak Pontuscu Rum çeteleriyle mücadele etmeye başlamıştır; ancak İstanbul’da bir İngiliz Yüksek Komiserliği, yurdun her tarafında olduğu gibi Giresun’da da bunların iş birlikçileri mevcuttur. Diğer taraftan Mondros Ateşkes antlaşmasının uğursuz 7. Maddesi gereğince tüm yurt işgal edilme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Söz konusu madde: “İtilâf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması hâlinde her hangi bir stratejik yeri işgal etme hakkına sahip olacaktır” hükmünü içermektedir ve bu maddeye göre her hangi bir yerdeki en ufak bir olumsuzluk, o yerin işgali ile sonuçlanabilecektir.
Osman Ağa’nın kendilerine karşı almış olduğu inisiyatiften rahatsız olan Rumlar, bin bir türlü yalan ve iftira ile dolu onlarca şikâyeti İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliğine iletmekte geç kalmamışlardır. Şikâyetlerin içeriğinde dönemin revaçta iftiralarından olan Ermeni Tehciri sırasında Osman Ağa’nın çeşitli gasp ve katliam olaylarının sorumlusu olduğu da eklenerek gereğinin yapılması istenilmiştir.
Bu şikâyetler üzerine Giresun’daki Pontusçu Rum çetelerinin üzerine karabulut gibi çöken Topal Osman Ağa hakkında İstanbul’dan tutuklama kararı çıkartılarak gereğinin yapılması için Trabzon Valiliğine talimat gönderilir. Osman Ağa o sırada aynı zamanda Giresun Belediye Başkanıdır ve Giresun Kaymakamı ile arası mesafelidir. Trabzon Valisi Galip Bey, İstanbul’dan gelen tutuklama kararının infazı için Giresun Kaymakamına talimat verir. Ancak gerek Giresun Kaymakamı, gerekse şehrin önde gelen herkesi bilmektedir ki, şehirdeki Pontuscularla mücadele edecek ve Müslüman Türk halkını koruyacak tek güç Topal Osman Ağa’dır. Ayrıca şehirde ve bölge de Osman Ağa’ya karşı büyük bir sempati ve gönül bağı mevcuttur. Bu itibarla tutuklama kararını infaz etmeyi göze alamayan Kaymakam, Topal Osman Ağa’ya gizlice haber göndererek saklanmasını ister.
Bu gelişme üzerine, Topal Osman Ağa yanına yeteri kadar adamını da alarak dağ köylerine çekilmiş gelişmeleri oradan izlemeye başlamıştır.
[5] 26.08.1995 tarihli Türkiye Gazetesi
[6] Mehmet Okur, Pontus Meselesinin Ortaya Çıkışı ve Karadeniz Bölgesinde Pontuscu Faaliyetler Karadeniz Araştırmaları Dergisi-2007 Sayı 14, sayfa-6
[7] Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan-İstanbul 1986, C.2, s.125
Osman Ağa’nında ortalıktan kaybolması üzerine, Giresun’daki Rumlar zulüm ve tahriklerine artırarak devam etmiş, zulmün her türlüsünü uygulamışlardır. Diğer taraftan zaman geçtikçe ülkenin her yerinde benzer hadiseler meydana gelmektedir; yapılanlara karşı İstanbul hükümetinin eli kolu bağlıdır. Osman Ağa’nın bölgedeki Rum çetelerine karşı giriştiği faaliyetler hakkında İstanbul’daki İngiliz Komiserliği Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya bir rapor vererek, eğer söz konusu fiili durum düzeltilmezse Mondros Antlaşmasındaki 7. maddeye göre bölgenin işgal edileceği bildirilir. Bu olay, Mustafa Kemal Paşa’nın bölgedeki çete olaylarının incelenmesi ve önlenmesi için görevlendirilmesinde önemli rol oynar.
15 Mayıs 1919’da İngiliz destekli Yunanlılar İzmir’i işgal etmiş, yüz yıllardır Türk bayrağı dalgalanan Ege’nin incisi bu güzel Türk yurdu, Yunan askerlerinin çizmeleri ile tanışmıştır. İzmir’in Yunanlılarca işgali, yıllardır Pontus Rum Devleti hayaliyle yanıp tutuşan ve son dönemlerde bunu büyük bir gururla dile getiren Karadeniz bölgesindeki Rumların heveslerini de alevlendirmiştir. Karadeniz bölgesindeki şehirlerin değişik yerlerine pervasızca Yunan bayrakları çekilmeye başlanmış, Yunanistan lehine mitingler düzenlenir olmuştur. Bölgenin önde gelen siması Topal Osman’da bu durum karşısında boş durmamış ve elinden geldiğince karşılık vermeye devam etmiştir. Bu gelişmelere paralel olarak, Mustafa Kemal Paşa 16 Mayıs 1919’da söz konusu durumları yerinde incelemek ve düzeltmek (!) amacıyla İstanbul’dan Samsun’a doğru Bandırma Vapuru ile yola çıkmış ve 19 Mayıs 1919’da da Samsun’a varmıştır.
Bölge ve dolayısıyla Giresun karmakarışıktır ve hak haklının değil, kuvvetli olanındır. Osman Ağa hakkında tutuklanma kararı vardır ve ortalıkta pek görünmemektedir. Buna karşılık çılgına dönen Rumlarla tek mücadele edecek güç ve kudret sadece Topal Osman’dadır. Tam da bu günlerde Giresun Kaymakamı Nizamettin Bey rahatsızlanmış ve onun yerine Fatsa ve Terme Kaymakamı Pertev Bey vekâleten Giresun Kaymakamlığına atanmıştır. Bu durumu fırsat bilen Giresun eşrafı, yeni Kaymakam’a Topal Osman’ın yeniden Giresun Belediye Başkanlığına atanmasını, zira ondan başka hiç bir kuvvetin Rumlarla mücadele edemeyeceğini gerekçeleri ile birlikte anlatırlar. Yeni Kaymakam olaya cesurca yaklaşır ve Müslüman Türk kıyımının doruklara ulaştığı bir dönemde, hakkında tutuklanma kararı olan Osman Ağa’nın Giresun Belediye başkanlığına atanmasını onaylar. Zaten o günlerde Mustafa Kemal Paşa’da Millî Mücadelenin ilk kıvılcımı olan Havza Genelgesini yayımlamış ve tüm yurtta işgallerin ve Müslüman Türk halkına gösterilen revanın protesto edilmesini istemiştir.
Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkışı arkasından Havza Genelgesini yayımlayarak üstlendiği rol millî bir uyanış için bahane arayan tüm çevrelerde karşılık bulmuş ve yeni bir heyecan rüzgârının tüm yurtta esmesine sebep olmuştur. Bu gerçeklerle birlikte yeniden ancak bu sefer resmi olarak Giresun Belediye Başkanlığı koltuğuna oturan Topal Osman Ağa cephesinde de baş döndürücü gelişmeler olmaktadır. Zira Osman Ağa hakkındaki yalan ve iftiralarına hız kesmeden devam eden Pontuscu Rumların baskı ve tazyiki ile 27 Mayıs 1919 tarihli kararı ile “görünürde tehcir kanunu uygulamak, ancak gizli emirler gereğince Ermenileri öldürmek üzere çeşitli tertibat almak” [8]gerekçesiyle 168 arkadaşı ile birlikte idam cezası ile cezalandırılmasına karar verilir. Ancak Osman Ağa gerek şahsî karakteri ile gerekse etrafında toplanan veya toplanabilecek binlerce kişi ile önemli bir figür olmuştur ve ona bu cezayı uygulayabilecek her hangi bir güç görünmemektedir. Olmayan Devlet otoritesi karşısında Karadeniz Bölgesinin yegâne kuvveti hâlindeki Topal Osman, Şebinkarahisar Kaymakamı Rıfat Bey ile görüşerek; “bu vatan, bu millet uğruna tek ayağımla yola çıktım, sizler benim tevkifim için uğraşıyorsunuz. Bende sizin yanınıza geldim ya tevkif edilmemi ya da affım için idarî makamlara bildirilmesini istiyorum. Sizler hangisini istiyorsunuz? Tevkifimi ise buyrun, affımı ise derhal bekliyorum” [9] diyerek rest çeker. Aynı zamanda kendisini türlü yalan ve iftiralarla şikâyet eden Rumların önde gelenlerine baskı yaparak yapılan şikâyetlerin aslı olmadığı yönünde tekrar yazı yazmalarını sağlar.
Aslında bir gerçeğin zorla da olsa ifade edilmesini sağlamıştır Osman Ağa; Ermeni tehciri sırasında kendisi Kafkasya civarlarında Ruslarla savaş hâlindedir, o işle hiç bir bağlantısı yoktur. Ancak yukarıda da bahsettiğimiz üzere, sindirilmek veya cezalandırılmak istenen özellikle İttihat ve Terakki Partisinin önde gelen simaları hep bu suçlama ile karşı karşıya gelmişler ve bu yolla saf dışı bırakılmı