Bir sivil toplum örgütü olarak sendika tüzüğümüzün hemen başında “Çalışan,üreten, yol gösteren, hak eden ve hak ettiğinin karşılığını talep eden bir sendikacılık” anlayışını edindik. Veriöliliği esas aldık hiç kimseyi çalışmadığı zaman alkışlamadık. Devlet adap ve ahlakını ayaklar altına alan yüzlerce yüzsüzü afişe ettiğimiz halde hiçbir netice alamadık. Mağduriyetler yaşadık devletimize küsmedik mücadeleyi sürdürüp hakkı yerle yeksan edenlere inat hakkı tutup kaldırma mücadelesini sürdürdük.
Geldiğimiz bu günlerde devleti çürütenleri görmeyip kötü giden tüm işlerin sorumlusu devlet memuruymuş gibi bir anlayış sergileyen Sayın Başbakan sözleşmeli memurdan yanayım, istediğimiz yere göndeririz gibi anlaşılmaz bir ifade kullanmıştır. Bizler sözleşmeli köleliğe hayır diye haykırırken sanki bir fil yetmez iki fille yoldayız der gibi oldu.
Sayın Başbakan; Devlet memurunun iş güvencesini kaldırıp istediğim gibi kullanırım bakışı dört açıdan sakıncalıdır.
1-Görev ve sorumluluk kavramı bakımından: Devlet memuru yalnızca ücret karşılığında görev yapması bir görev adamı yapabilir ancak devlete ve millete karşı sorumluluk kazandırmaz. Sorumlu kişi işini yaparken bunu milletine ve devletine karşı sadakatle yapar, görev adamı yalnızca mesai saatlerinde çalıştığı kuruma bağlı kılar. Bunun dışındaki saatlerde hiçbir sorumluluk almaz.
2-Liyakat ve ehliyet bakımından: Sözleşmeli memuru istediğiniz yere göndeririz anlayışı kamuda liyakat ve ehliyeti bitirir. Gitmek istemeyen veya şartları başka yere gitmeye müsait olmayan işin ehli birçok çalışının kamudan ayrılmasına neden olur. Oysa Osmanlı devleti liyakat, ahlak, maddi disiplin ve çalışma üzerine kurulmuştu. “Türkiye’de şahsi meziyet ve kabiliyetten başka hiçbir şeye kıymet verilmez. Bunun yegane istisnası Osmanlı Hanedanıdır. Nesep ve ırsiyet bir şey ifade etmez. Herkes liyakat, bilgi, ahlak ve seciyesine göre bir mevkie tayin edilir. Ahlaksız bilgisiz ve tenbeller hiçbir zaman yüksek mevkilere çıkamazlar. Osmanlıların muffavakiyeti ve bütün dünyaya hakim bir ırk olmaları hikmeti budur; Türklerin en büyük düşmanı iltimastır, diyor Osman Turan.
3-Devlet memurunun tarafsızlığı açısından: Devlet memuru görevini yaparken renk,dil, din,ırk,mezhep,siyasi düşünce ayrımı yapamaz ilkesi yerle yeksan olur. Aman işten atılmayayım diye birçok liyakatsız insan yönetenlerin ilgisini çekmek için adeta yönetenlerin tetikçisi gibi davranır. Böylece devlet millete ait olmaktan çıkar ve partilere ya da siyasi güce ait olur. Bu durum devletin eğitim projesine büyük darbeler vurarak kederde,kaderde, kıvançta tasada bir olması gereken toplumu daha da düşman hale getirir.
4-Motivasyon açısından: Yarını belli olmayan memurun moral ve motivasyon açısından iyi durumda olması beklenemez. Böylece iş kalitesi düşer, verimlilik azalır. Memurun birinci görevi olan hizmet ikinci hatta üçüncü sıraya düşer. Kendisinin işini garanti edecek kişi, amir ya da kuruluşa yaranmak ilk sıraya çıkar. Bunun sonucunda da kaybeden yine millet olur. Devlet memurluğu devletin yüzüdür. Millet orada ne görürse devleti de odur. Moralsiz motivasyonsuz, yarının ne olacağını bilmeyen bir memurun , mecbur olduğu için kurumda kalan birinin verimli olması yüzünün gülmesi mümkün müdür?
Sonuç olarak; ne olur biraz olsun devlet nedir ne değildir konusuna kafa yorun, birkaç kitap okuyun. Bu kadar keyfi davranmayın ve devlete yönelik tahribatınıza ara verin!..