Otuz beş yıl önce, genç denecek bir yaşta kaybettiğimiz büyük düşünürümüz rahmetli Erol Güngör’e göre İslam âlemi üzerinde Türk hâkimiyeti kurulduktan sonra bu medeniyeti Türkler temsil etmiş, diğer İslam kavimleri ona ciddi bir katkıda bulunmamıştır. Dolayısıyla ortada sadece Türk medeniyeti ve onun en gelişmiş örneği olan Osmanlı medeniyeti vardır. “Dünyada Türkler kadar eski bir tarihe sahip olan pek az millet gösterilebilir.” diyen Güngör, şunları ifade eder:
“İnsanlığın ortak kıymetleri sayılmaya lâyık beşerî hasletleri Türk kültürü kadar geliştirmiş ve yaymış başka bir kültür de yoktur. Batı ile bizim kadar uzun ve çetin mücadelelere girdiği hâlde bizim kadar ona mukavemet etmiş olan ve bu mukavemeti devam ettiren bir başka millet gösterilemez. Bu direnmenin sebebini Türk milletinin intibak kabiliyetindeki eksiklik yerine, Türk kültürünün çok sağlam ve köklü oluşu, hatta beşerî ve ahlâkî kıymetler bakımından Batı medeniyetine üstün oluşu ile izah etmek daha doğru olur.”
Tarihte kurduğumuz en uzun süreli ve en etkili hanedan devleti olan Devlet-i Aliyye (Osmanlı Devleti), 100 yıl önce yaşanan küresel paylaşım savaşının, Harb-i Umumi’nin yani Birinci Dünya Savaşı’nın kurbanı oldu. Esasen çok daha önce “Şark Meselesi” olarak formüle edilen, Osmanlı Devleti’nin topraklarının paylaşılması projesi sonuçlandı. Ancak Türk milleti, Kuva-yı milliye ruhuyla yürüttüğü istiklal mücadelesini Cumhuriyet ile taçlandırarak yeni bir sayfa açtı. Bundan yüz yıl kadar sonra, yani günümüzde ise bir müddettir çevremizde ve içimizde yaşanan vekâlet savaşları, terör faaliyetleri vb. ile yeniden bir beka problemi ile karşı karşıyayız. Bunun çeşitli sebepleri var. Bunları birkaç yıldır tahlil etmeye çalışıyoruz. Bir yandan PKK, FETÖ, IŞİD gibi örgütlere öte yandan başta ABD olmak üzere sözde stratejik ortaklara karşı mücadele ederken tarihî ve jeostratejik sebepler dolayısıyla dostluklarından her zaman emin olamayacağımız Rusya ve İran ile yan yana bir görüntü veriyoruz. Son derecede kaygan ve sisli bir uluslararası zeminde yol almaya çalışırken sözde NATO müttefiklerimizin aleyhimizdeki tutumlarına karşı, bugün bize müzahirmiş gibi görünen Rusya’nın arasında zımni veya gizli bir mutabakat olup olmadığından emin değiliz.
Türkiye’nin güvenliği, hukuk devleti, devlet kurumları arasında güven vb. çeşitli açılardan son derecede yıkıcı etkiler yapan FETÖ’nün darbe girişiminin olumsuz etkilerini gidermek kolay değil. Ordumuz, güneyimizde inşa edilmek istenen koridora önce Fırat Kalkanı Harekâtı ile yakın geçmişte de Idlib ve Afrin’deki müdahaleler ile set çekti. Ancak son dönemde Fransa’nın devreye girmesinin, ABD ile birlikte bölgede bir müddet daha kalacaklarını açıklamalarının Türkiye’nin Menbiç ve Fırat’ın doğusuna yönelik olarak mutlaka başlatması gereken harekâta mani olmayı hedeflediğine şüphe yok.
Bir yandan bu siyasi ve askerî hamleler öte yandan belirli bir sıkışmışlığa maruz kalan Türk ekonomisine yönelik manipülasyonlar, ülkemizde seçimlerin erkene alınması dâhil bazı gelişmelere yol açtı. Türkiye’nin olağan dışı bir dönemden geçtiğini hepimiz görüyoruz ve dolayısıyla bu durum pek çok meselede takındığımız tavırları derinden etkiliyor. On altı yıldır devam eden Ak Parti döneminde ilk defa seçimler hem de bir buçuk yıl öne alınıyor. Tabii bu durumda yukarıda sayılanların yanında, 2017 yılı Nisan ayında yapılan sistem değişikliğinin bütünüyle hayata geçirilememesinden kaynaklanan sıkıntıların olduğu da iddia edilebilir. Bütün bu etkenler yüzünden 15 Temmuz’dan sonra zorunlu olarak ilan edilen OHAL’in devam ettiğini de görmekteyiz.
***
Sadece ülkemizde değil, bütün dünyada tarihin hızlandığına şahit oluyoruz. Küresel egemenlik mücadelesini yürüten büyük güçler, tabir caizse arena olarak bizim medeniyet coğrafyamızı seçtiler. Fillerin tepiştiği bu arenada, milyonlarca masum Müslüman hayatını kaybetti; milyonlarcası yerinden yurdundan oldu. Projektörler BOP coğrafyasına çevrildiği için Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı ve oradaki soydaşlarımıza yapılan baskılar ve özellikle de Doğu Türkistan’da yaşayan kardeşlerimizin Çin yönetimi tarafından âdeta soykırıma tabi tutulması, maalesef gündeme dahi gelemiyor. Türkiye’nin yaklaşık iki yıl önce yaşadığı dış merkezli hain darbe ve işgal girişimi, devlet ve toplum yapımızı derinden sarstı. Buna rağmen milletimiz ve ordumuz, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehditlere cevap verebiliyor; kısacası Türkiye, her şeye rağmen hâlâ Türk-İslam âleminin biricik umudu olmaya devam ediyor.
Türk Ocakları olarak, FETÖ’nün darbe girişimi sonrasında millî beka mücadelesi ve devletimizin yeniden yapılanmasında takip edilmesi gereken yol haritası hakkındaki önerilerimizi açıklamıştık (Bkz. 4 ve 16 Ağustos 2016 tarihli bildirilerimiz). Dikkat çektiğimiz en önemli husus, ordumuz ve yargı sistemimiz başta olmak üzere devlet kurumlarının yeniden yapılanmasında, Meclis’teki üç partinin geniş bir mutabakat zemininde ve ortak akıl çerçevesinde hareket etmesiydi. Bununla ilgili olarak Yenikapı’daki ümit verici mitingi bir yana bırakırsak, kısa zamanda CHP ile Ak Parti ve MHP arasında bir ayrışma yaşandı. Neticede yapılan Anayasa değişikliği ile Parlamenter Sistem’e son verilerek Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ne geçildi. Halk oylamasında, süreçte yaşanan birtakım tartışmalarla birlikte kıl payı bir sonucun çıkması da toplumun âdeta ortadan ikiye ayrılması biçiminde yorumlandı.
***
Türk tarihinde ilk defa başbakanlık veya Cumhuriyet öncesi dönem açısından söyleyecek olursak sadrazamlık benzeri bir makam olmaksızın, Cumhurbaşkanı’nın tek başına icra makamı olduğu yeni bir sisteme geçtik ancak henüz bu sistemin teşkilat yapısı hakkında gerekli kanuni düzenlemeler tamamlanmış değil. MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli’nin yaptığı çağrı (17 Nisan 2018) üzerine, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Bahçeli arasında yapılan görüşmenin (18 Nisan 2018) ardından, Kasım 2019’da yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı ve TBMM genel seçimlerinin 24 Haziran 2018’e alınmasına karar verildi (20 Nisan 2018). Böylece, Anayasa değişikliği sonrasında altı aylık sürede yapılması öngörülen uyum yasalarıyla ilgili süreç tamamlanmadan sistemin uygulanmasına geçilmiş olunacak. Yapılan açıklamalara göre, mini bir paketle bazı değişiklikler yapılacak ama işin asıl önemli kısmı, yetki kararnamesi ile Cumhurbaşkanı’nın takdirine bırakılacak.
Daha önce çeşitli vesilelerle, devleti yeniden yapılandırmada uyulacak temel ilkelerin “adalet”, “liyakat” ve “istişare” olduğuna ve devlet görevlerinde istihdamda ise “ehliyet”, “liyakat” ve “devlete sadakat” ilkeleri dışında, herhangi bir gruba mensubiyet gibi bağlantıların dikkate alınmaması gerektiğine defalarca değinmiştik. Bu ilkeler, söylem düzeyinde herkes tarafından paylaşılıyor ama yeni yönetim sistemine göre devlet yapılanmasıyla ilgili düzenlemeler henüz yapılmadığı için bizi yönetecek üst düzey bürokratların hangi ölçütlere göre atanacakları konusu hâlâ belirsizliğini koruyor. Bu eksiklerin bir an evvel giderilmesi, devlet mekanizmasında adalet, liyakat ölçülerinin yanında kurumlar arası ve içi denge-denetleme mekanizmalarına hassasiyet gösterilmesi büyük önem taşıyor. Yeni sistem için ileri sürülen en önemli gerekçelerden biri olan hızlı karar alma yeteneği yanlış yorumlanmamalı, istişare ve denetim mekanizmalarına gereken özen gösterilmelidir.
Seçim süreci ile ilgili olarak kısaca şu hususları belirtmekte yarar var: 15 Temmuz sonrasında haklı olarak hayata geçirilen OHAL uygulaması devam ederken böyle bir seçime gidilmesi, çeşitli bakımlardan eleştirilmektedir. Bu eleştirilerde haklı yönler olabilir; ancak ülkemizin ve devletimizin karşı karşıya olduğu tehdidin büyüklüğü ve karmaşık niteliği dikkate alındığında, OHAL’in gerekliliğini kabul etmeliyiz. Bununla birlikte, süreç içinde devlet yetkililerinin demokratik hak ve özgürlükler ve hukuk devleti çerçevesine azami ölçüde riayet etmesi de elzemdir. Unutmayalım ki Türk milleti, hayat-memat mücadelesi verdiği İstiklâl Harbi döneminde meşruiyeti ön planda tutmuş ve millî egemenlik ve millî irade kavramlarını ete kemiğe büründürmüştür.
Bu bağlamda seçimlerin adil ve dürüst bir şekilde yapılması konusunda bilhassa Hükûmet’e büyük görev ve sorumluluk düşmektedir. Gerçekten de olağandışı bir dönemdeyiz ve maalesef, toplumu oluşturan unsurlar arasında güven ve dayanışmayı tesis edebilmekten henüz uzağız. Bunun için hasbi ve samimi aydınlara, düşünce ve sanat adamlarına büyük görev düşüyor. Siyasetçilerimize de şunu hatırlatalım: Samimi eleştiriyi art niyet, farklı görüşte olmayı hainlik olarak görerek elde edeceğimiz hayırlı bir netice yoktur.
Bu arada dikkat çekici bir gelişme de erken seçim kararından sonra başta ABD olmak üzere bazı ülkelerden seçimin adil ve düzgün yapılması konusunda “endişe” ve “kaygı” açıklamaları yapılmasıdır. Bu, Türkiye’nin alınmak istendiği kıskacın bir başka açık göstergesi olmanın yanında, devletimizin son dönemde Suriye meselesindeki tavrının yarattığı rahatsızlıkla ilgilidir. Türkiye’nin siyasi partileri ve kurumları, adil bir seçim için gerekli şartları sağlayabilir. OHAL şartlarında da olsak Türkiye’de, seçmenlerin oylarına sahip çıkma şuurunun ABD’den kat kat ileride olduğunu, katılım oranlarından dahi anlayabiliriz. Dolayısıyla iç siyasi rekabette aktörlerin konumları ne olursa olsun, bu süreçte herkes üzerine düşeni hakkıyla yerine getirmelidir. Türkiye’nin bu çok önemli ve hayati seçiminin üzerine gölge düşürülmemeli, özellikle Türkiye’ye operasyon hazırlığı yapanların ekmeğine yağ sürülmemelidir.
***
Bu kritik süreçte bizim açımızdan dikkat edilmesi gereken biricik konu, milletimizin birliği ve devletimizin bekasıdır. Türk milletinin bütün meseleleri bizim meselemizdir. Siyaset de buna dâhildir. O bakımdan bu topraklarda, hanedan ve rejim değişikliklerini bir yana bırakırsak, bin yıldır kesintisiz ayakta duran devlet-i ebed-müddet’in bekası en mühim önceliğimizdir. Türk Ocakları -tek parti devrindeki zorunluluktan kaynaklanan durum dışında- partiler arası ve parti içi siyasi tartışmaların dışında kalmaya özen göstermiştir. Devlet-i Aliyye’nin dağılma döneminde Türklüğün yeniden dirilişinin ocağı olan Türk Ocakları, Cumhuriyet’in kuruluşuna harcını koymuştur. Şüphesiz bu kadar hayati bir seçimde camiamız ve üyelerimiz fikirlerini ve tercihlerini ifade edecek ve ortaya koyacaktır. Kurum tüzel kişiliğini temsilen Genel Merkezimiz, Anayasa değişikliği sürecinde çekincelerini ortaya koymuş; sistemin kabul edilmesi hâlinde de yapılması gerekenleri açıklamıştır. Bundan sonrası, büyük ölçüde parti siyasetinin işidir; sivil toplum kuruluşları olarak bizler, tabii ki, uygulamada ortaya çıkacak meseleler ve bunların çözüm yolları konusunda görüşlerimizi ifade etmek suretiyle sürece katkı vermeye devam edeceğiz.
Türkiye -üzülerek belirtelim ki- siyasetçilerin üslup ve tarzlarından dolayı aşırı kutuplaşma ve psikolojik bölünmelere maruz kalmıştır. Türk Ocakları ve benzeri kuruluşlara düşen, bu psikolojik iklimi oluşturan ateşe odun değil, su taşımaktır. Neticede bu seçimin sonucunda seçilecek Cumhurbaşkanı, Türkiye’yi beş yıl yönetmek hak ve yetkisini almış olacak; oluşacak Meclis de yasama görevini üstlenecektir. Ama Türkiye ve Türk milleti kıyamete dek yaşayacaktır. Türk Millî Mücadelesi’ni en olumsuz şartlarda yürüten 98 yıllık Gazi Meclis’imizin yeni dönemde kendi ağırlığını ve önemini müdrik olarak millî iradenin gerekleri doğrultusunda ve Türkiye’ye kurulan tuzakları boşa çıkarmak için çalışacağına inanıyoruz. Kritik dönemeci daha tehlikeli kazalara uğramadan geçmek; siyasi, ekonomik ve askerî bakımlardan hem içeriden hem dışarıdan maruz bırakıldığımız saldırıları savuşturmak ve itildiğimiz fetretten çıkmak, ancak güçlü bir siyasi liderlik ve millî birlik ruhu ile mümkündür. Sözün özü, Türkiye’yi kurulan tuzaklara ve kumpaslara karşı millî ruh ve şuurla hep birlikte savunmalıyız.
Türk milletinin engin sağduyusu ve ferasetinin, 24 Haziran’da yapılacak Cumhurbaşkanı ve Milletvekili seçimlerinde ülkemizin ve milletimizin geleceği için en hayırlı sonucu sağlayacağına inanıyoruz. Allah, Türk milletinin yâr ve yardımcısı olsun.
Prof.Dr. Mehmet ÖZ
Türk Ocakları Genel Başkanı