Mekkeli bir yetimin hikâyesidir bu… Yaşadığı toplumun ‘’emin’’ sıfatıyla andığı, ‘’Denizlerde bir kılı ıslatacak su bulunduğu, Hıra ve Sebir dağları yeryüzünde dikili durduğu sürece’’ mücadele edecek olan ‘’erdemlilerin’’ önderinin hikâyesi bu.
‘’Gençliğimde Cüda’n oğlu Abdullah’ın evinde öyle bir antlaşmaya katılmıştım ki o, benim için dünyadaki her şeyden daha değerlidir. Allah’a yemin olsun ki bugün de o göreve çağrılsam, hiç tereddüt etmez, giderim’’ diyen Mekkeli bir yetimin sarsılmaz iman gücünün hikâyesidir bu…
Kendisine mal ve servet teklif edildiğinde: ‘’ Bir elime güneşi bir elime de ayı verseler yine de davamdan vazgeçmem’’ diyen Mekkeli bir yetimin ulvi hikâyesi…
Mescidin bahçesindeki hasırın üzerinde uyukladığında, mescide gelen dostlarının üzerinde uyuduğu hasırın izlerinin yüzüne çıktığını görüp, ‘’Sana bir şilte alalım, hasırın izi yüzüne çıkmış’’ dedidiklerinde, ‘’Benim dünya ile ne işim olabilir’’ diyen Mekkeli bir yetimin beşeri aşan hikâyesi…
İsminin önüne övücü sıfatlar eklenmeye başlandığında, övenleri bundan menederek; ‘’ Hıristiyanların Meryem’in oğlu İsa’yı övdüğü gibi beni övmeyin, bana yalnızca Allah’ın kulu ve Resulü deyin’’ diyen Mekkeli bir yetimin zamanlar/ mekânları aşan hikâyesi…
Huzurunda birisi korkuya kapıldığında: ‘’Sakin ol, ben Kral değilim, ben güneşte kurutulan eti yiyen Kureyşli fakir bir kadının oğluyum’’ diyen Mekkeli yetimin mütevazılığinin hikâyesi…
Hıra dağının bir mağarasında inzivaya çekilmiş Yüce Yaratıcısıyla baş başa iken engin sabrıyla, kayıptan bir ses duyar. O ses Büyük Melek Ceprailin Yüce Yaratandan aldığı seslenişin söze dökül mesiydi. ‘’Oku, Allah’ın adıyla oku. O insanı bir nüfteden yarattı…’’Ayetiyle peygamber olarak müjdelemenin sorumluluğunu kavramış oldu. İlk ayet’’ ilim yapmayı’’ işaret ediyordu. O Mekkeli yetim, müşrikleri Yüce Yaratanın birliğine davetle mükellef son peygamber Muhammet Mustafa’dır.
O Peygamber ki, Yaratanın yarattığı her şeyin ilmini yapmakla, insanı ve insanlığı doğru yola, ilim yapmaya davet etmekle mükellef kılındı.’’İlim insanın yitik malıdır, bulduğunuz yerde alın’’ diyecekti. ‘’Beşikten mezara kadar ilim edinin’’diyecekti.
***
Hicaz ve çevresinde yaşanan putperestliğin, insanlığı yerlerde süründüren, insanın insana kul olmasını yeğleyen her tülü sömürünün, insani değerleri ayaklar altına almanın, çiğnemenin kırılması noktasında Mekkeli yetim Hz. Peygamberin verdiği tavizsiz kavganın hikâyesidir… Bu, zaman ve mekânları aşan beşer üstü mesajın adı İslam’dır, Mekkeli yetim İslam’ın son Peygamberidir dünya durdukça…’’İslam güzel ahlaktır, ben bozulan güzel ahlakı tamamlamak için görevlendirildim’’diyecektir.
O öyle beşer üstü bir hikâye ki Cennetten yeryüzüne adım atışımızla başlayan hicret hikâyemizidir.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen O Mekkeli yetim Peygamberimiz Muhammet Mustafa’dır. O adalet ve merhamet peygamberini, insanî erdemlerden ve kulluk bilincinden uzaklaşmış cahiliye toplumu hazmedemedi. Mekkeli müşrikler, kendilerine bir şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilen Merhamet Peygamberine akla hayale gelmedik baskı ve zulmü reva gördüler.
Ona kucak açmak, onunla yeniden kendilerine gelmek yerine onu dışladılar, Onun hayatına kastettiler. Bu baskı ve şiddet ortamında İslam’ı yayma ve yaşama imkânı kalmadığını gören Peygamberimiz önce sahabeden bazılarını gönderdi, sonra da kendisi gitti fedakâr insanların şehri Medine’ye.
İşte Allah Resulü ve ashabının bu kutlu yolculuğunun adı hicrettir. Bu hicret, sıradan bir göç değildir. Hz. Ömer döneminde takvim başlangıcı kabul edilen hicret, Müslümanlar için bir milattır.
Hicretle beraber İslam’ın yüksek hakikatleri Medine’den bütün yeryüzüne dalga dalga yayılmaya başlamıştır. Hicret, Müslümanlar için birçok dersler içermektedir. Her şeyden önce bu hicret, bir kaçış değil, yüce değerlerin yeryüzünde neşv-ü nemâ bulması için girişilen kutlu bir yolculuktur. Hicret; şiddetten merhamete, esaretten özgürlüğe gidişin adıdır. Allah’a itaatin, sadece O’na kul olmanın göstergesidir. Hicret, İslam davası uğruna anadan, babadan, evlattan hatta candan vazgeçişin, ibretli ve meşakkatli kıssasıdır. Hicret, yârını, diyârını, malını-mülkünü Allah için göz kırpmadan terk eden Muhacir ve onları bağırlarına basan Ensârın destanıdır. Bu destanda fedakârlık, kardeşlik, ahde vefa, birlik ve beraberlik, sevgi, saygı, paylaşma ve kucaklaşma vardır.
Hâsılı hicret, Allah’a ibadete, insanî erdemlere, rahmet ve medeniyete gönlünü açanların azmi ve kararlılığı, bu değerlere kapılarını kapatanların ise hüsranıdır. Resûlullah Efendimizin hadisi doğrultusunda asıl hicret, haram ve günahları terk ederek Yüce Allah’a teslimiyettir. Allah Resulüne gönülden bağlılığın, sadakatin, ümmet olabilme gayret ve samimiyetinin ifadesidir. Hicret, insanlık onurunu zedeleyen her türlü süflî duygu ve emellere sırt çevirmektir. Ulvî değerler uğruna mücadele etmektir. Hicret; bâtıldan, boş şeylerden, ömrü israf eden her türlü arzu ve istekten uzaklaşmaktır. Hakk, hakikat ve ahlak yolunda ilerlemektir. Yüce Mevlâ’nın yarattığı tertemiz fıtratımızı muhafaza edebilmektir. Şirkten, küfürden, nifaktan uzak durup, imana sadık kalabilmektir. Hicret ahlakına sahip olmanın ölçüsü Allah’a kul, Resulüne ümmet olma bilinciyle, yeryüzünde iyiliğin hâkim olması için gayret göstermektir. Sevgi, saygı, paylaşma, yardımlaşma duygusuyla, samimiyetle kardeşine, milletine, değerlerine gönülden bağlı olmaktır.
Dolayısıyla İslam’ın bütün değerlerini istismar ederek, vatanına ve milletine her türlü hainliği yapanların, hicret kelimesinin arkasına sığınmaları beyhude bir çabadır. Böylelerinin, içine düştükleri acizliği, hicret kelimesini kirleterek müntesiplerine izah etmeye çalışmaları, hicret gibi ulvi bir kavramı istismardan başka bir şey değildir.
Ne mutlu hayat yolculuğunu kutlu bir hicrete dönüştürebilenlere! Ne mutlu bu hicretin sonunda Allah’ın rızasına ulaşabilenlere! Mesajını veren Kur’an ayetlerinin vurgusuyla!...
Hicretin 1439. yılının, İslam ve insanlık âleminin huzur ve kurtuluşuna vesile olması dileğiyle!...