‘’Milli Düşünce Merkezi’’derneğinin Doğu Türkistan’ın kadim halkı Uygur Türklerine ÇİN mezaliminin uyguladığı insanlık dışı, insaniyet dışı işkence ve katliamlarla alakalı düzenlediği toplantıdayız. Anladığım; ÇİN mezaliminin Doğu Türkistan’ın zengin tarım arazilerine yer altı zenginlikerine el koymak; Müslüman Uygur Türklerini asimile ederek milliyetlerini yok etmek; bağımsızlık mücadelelerini kırarak nihayetinde Özerk Cumhuriyet olarak ÇİN’ e bağlı Doğu Türkistan’ı işkâl etmektir. Dünya Kamuoyunun tepkisini çekmeden, uyguladığı sinsice yapılan akla hayale gelmedik işkencelerle Uygur halkını sindirerek hedeflerine ulaşmak.
Tek örnek vereceğim izlediklerimizden;
Uygur Türkü bir hanım evli iki çocuk annesi, eşi ve çocuklarıyla Fransa’da yaşıyor. Yıllar sonra ülkesi Doğu Türkistan’da yaşayan ailesini ziyaret etmek üzere doğduğu memleketine gider; Sınırda ÇİN polisi kendisini karşılar ve sorgulamaya başlar, polis ne kadar rezil bir işkence uygular ki; onurlu kişilikli bu hanım efendi polise adeta yalvarır; hemen burada beni öldürün diye!…
*
Son Osmanlı Türk İmparatorluğunun Tarih sahnesinden çekilmesiyle birlikte yabancı coğrafyalarda mahzun kalmış Türk insanına karşı o coğrafyalarda güçlü duruma gelen gayrı Müslimlerin zulmüne, baskısına, işkencesine maruz kalmış biçare insanımız kendilerini Anadolu coğrafyasında Osmanlının devamı olarak kurulmuş Türkiye Cumhuriyetinin kucağında bulmuşlardır.
Balkanlar’da, Bulgaristan’da, Yunanistan’da, Sovyet Rusya’da… Daha nice beldelerde; işkenceye uğramış öldürülen binlerce Müslüman Türk evladı…
Öyle ki, bu coğrafyada eline Türk kanı bulaşmamış bir tek ülke, devlet, rejim, yapı, oluşum yok.
*
Bu asil milleti teselli edecek, Türk milletine düşmanlık besleyenlerin asalet yoksunu oldukları; insani, manevi değerlerden nasiplenememiş, kadim kültürlerden mahrum, sadece biyolojik ihtiyaçları için yaşayan insan müsvetteleri olduklarından hiç şüphem olmayışıdır.
Öyle ki murdar kanı eline değmemiş Engin Tarihiyle Müslüman Türk milletinin benliğini oluşturan engin kültürünü sanatını kavrayarak… Yetiştirdiği gönül erbaplarını tanıyarak…
Türk’ün o muhteşem tarihinde Ahmet Yesevilerin, Hacıbektaşların, Hacı Bayramların, Mevlanaların, Taptuk Emrelerin, Yunusların... İrşatlarıyla, Doğudan Batıya, Güneyden Kuzeye Kur’an Dininin bayraktarlığını yaparak Hz. Peygamberin methiyesini kazanmış asil bir millet; Türk Milleti; unutma!
Türk milliyetçileriyle, Kuvayı milliye ruhuyla; zamanın Emperyal ülkelerinin sana dayattığı Serv paçavrasını yırtarak Anadolu yollarına düşmüş, katıksız Türk halkıyla bütünleşerek verdiği kurtuluş savaşlarının sonucu, Yezitleri Kadim Coğrafyan Anadolu’dan kovmuş, Tarih sahnesinden çekilen Osmanlının yerine bağımsız, bağlantısız Türkiye Cumhuriyetini kurarak sana teslim eden Anafartalar komutanı Başbuğ Mustafa Kemal ATATÜRK’ ü unutma, unutturma!
unutma ki, Başbuğumuzun ifadesiyle; ‘’süngü, kuvvet, şeref ve haysiyetin müdafaa edemediği hatlar, başka hiçbir prensiple müdafaa edilemez; Ordunun vazifesi, vatanı çiğnemek isteyen düşmana karşı ayağa kalkmaktır. Bu kalkış, elbette yerinde durmak için değil, düşmana atılmak için olursa kalkılmış olduğuna değer’’.
*
Unutma ki; Bin yılı aşkındır vatan edindiğimiz Anadolu topraklarında Türk Milleti bütün unsurlarıyla bir bütündür, manzum bir kültür bahçesidir. Bu kültür bahçemizde vatan sevgisi vardır; İman vardır. Ana sütü gibi saf ve temiz Türkçemiz vardır, Tarihimiz vardır; örf ve adetlerimiz vardır, temiz ahlakımız vardır, büyüklere saygı, küçüklere sevgi, insana saygı, yardımseverliğimiz, dürüstlüğümüz vardır. Bir tek kültür kavramı değildir, itelenen… Milli kültür, geçmişten geleceğe yol alan milletimizin rehberidir, ışığıdır, gücüne güç katan cevheridir. Bizi biz yapan bu değerleri güçlendirerek yaşatmak Tarih sahnesinde saygın mevkiimizi almamızın, var olmamızın ana nedeni!
*
Unutma! Sadece gafletten, enaniyetten uzak, zamanın ruhunu kavrayarak, birbirimizi kırmadan, severek, güvenerek, millet olarak kendimizi birleyerek, ecdadımızın yol gösterici ışığımız olduğunu kavrayarak, çağdaş ilmin öncülüğünde güçlenerek yolumuza devam etme şuuruna vakıf olmalıyız bu zor coğrafyada;
Bir gönül erbabının özdeyişi ile hemen herkesin siyasete dair yazıp çizdiği, özellikle siyasetçilerin muhataplarına hakaret etmeden konuşmaz olduğu, toplumun partiyle yatıp partiyle kalktığı bir ortamda iyilikten, doğruluktan, ahlâktan, hikmetten bahsetmenin -müşterisi olmadığı için- boşuna emek olduğunu biliyoruz. Lakin bunu bile bile ecdadımızın hikmet ve hakikat dolu sözlerini sütunumuza taşımaya devam edeceğiz. Amacımız; bir gün irfan gemimizin nerede battığını merak edenler çıkarsa yanlış yerlerde aramamaları için bir işaret taşı dikmektir.
Şair Nazîm diyor ki:
"Kimseyi dil-teng-i âzâr etme, sultanlık budur//Kalb-i mûru tahtgâh eyle, Süleymanlık budur//Gerçi her bir derde vardır bir tabîb-i çâre-sâz//Nabz-gîr-i kalb-i mahzun ol ki Lokmanlık budur"
Şair bugünkü dille şöyle diyor:
"Kimsenin kalbini kırma, sultanlık budur. Karıncanın kalbine taht kur, Süleymanlık budur. Gerçi her derdin tedavi edecek ayrı bir tabibi vardır, sen mahzun gönüllerin derdine çare ol, Lokmanlık budur."
Bir şiirin fikrî zenginliği o şiiri meydana getiren kelimelerden ziyade, o kelimelerin çağrışımları (tedâî) ile doğru orantılıdır. Yukarıdaki mısralarda geçen sultan, Süleyman, karınca ve Lokman kelimelerinin çağrışımları doğrultusunda metne baktığımızda şairin iki beyte büyük bir ahlâk ve medeniyet anlayışını sığdırmış olduğunu görüyoruz.
Sultanlık
Bizim kültürümüzde gönül Allah'ın tecellîgâhı olarak kabul edildiğinden gönül kırmak büyük günah sayılmıştır. Yunus Emre, bu hakikati şöyle dile getirir:
"Gönül Çalabın tahtı//Çalab gönüle bahtı//İki cihan bedbahtı//Kim gönül yıkar ise"
O zaman bize düşen öncelikle kalp kırmamaktır ki şair bunu "sultanlık"la eşdeğer görüyor. Sultanlık ki o koltuğa oturabilmek için insanlar birbirini öldürüyor, kardeş kardeşe kılıç çekiyor. Oysa kalp kırmamışsan senden büyük sultan yoktur.
Süleyman ve karınca
Hz. Süleyman, hem peygamber hem de hükümdar olarak gücü, kuvveti, ihtişamı temsil eder, karınca ise halkı, fakir fukarayı… Şair Nazîm "karıncanın gönlüne taht kurmak" derken yardıma muhtaç insanlara el uzatmayı, onların gönlünü kazanmayı kast ediyor ki Süleymanlık yani esas güç ve esas ihtişam budur. Çünkü dünya saltanatı geçicidir, gün gelip tahttan indiğiniz zaman bırak gücü, kuvveti, ihtişamı; yüzünüze bile bakan olmaz. Dünya Sultan Süleyman'a bile kalmadı sözü boşuna söylenmemiştir.
Lokman Hekim
Hastalık da sağlık da bizim içindir. Derdi veren Allah dermanını da vermiştir. İnsanlar olarak tedavi yollarını arayıp bulmakla mükellefiz. Bu sebeple, dünyada en çok "tıp" alanında çalışma yapılmış, Hipokrat, İbn Sina, Farabi gibi geçmişte ünlü hekimler yetişmiştir. Lokman Hekim de bunlardan biridir ve ölümden başka her derdin devasını bulduğu söylenir. Lakin esas Lokmanlık, mahzun gönüllerin elinden tutup dertlerine çare olabilmektir.
Kısacası; insanoğlu tabiatı gereği gücü, kuvveti, ihtişam ve saltanatı sever. Oysa esas olan kalp kırmamak, zayıfların elinden tutmak ve nihayet kimsesizlerin kimsesi olabilmektir. Bunları yapabilirsen sultan da sensin, Süleyman da, Lokman da…