(Sonuna kadar okumayana hakkım helâl değildir)
‘’Hiç asil ve merhamet sahibi olmasaydı Türk;
Biriniz saraylarda,
Biriniz Başbakanlık,
Bir diğeriniz ise Milli Eğitim Bakanlığı koltuğunda oturabilir miydiniz?
Dikkat edin ve tarihe iyi bakın; Türk’e nankörlük edenin akıbetleri hep vahim olmuş, tekmil Türk düşmanları, zelil ve sefil bir hayata mahkum olup izzet ve şereflerini yitirmişlerdir. İlâhi adâlet şaşmaz ve aynı akıbet sizin gibiler için de kaçınılmazdır’’
Atatürk sonrası devirlerde, adı milli olan lâkin bir türlü kendisi milli olmayan Milli Eğitim Teşkilâtımız, ne acıdır ki Türk’ün atası olan Oğuz Kağan’ı ve Oğuz Kağan Destanını bilerek, kasten ve Türk düşmanlığı yaparak gençliğimize yeteri kadar okutmadı. Oğuz Kağan’ı anlatan öğretmenler ise kıyıma uğrayarak horlandılar sürgün edildiler. Sadece dostlar alış verişte görsünler misâli veya da öğün savar gibi bir iki satır okutup geçildi. Oysaki Oğuz Kağan Türk’ün gerçek atasıdır.
Çocuklarımız ne yazık ki bu bilgiden bilerek ve kasten mahrum bırakılmıştır.
Şayet okullarımızda, Oğuz Kağan’ın hayatı yeteri şekilde öğretilmiş olsaydı bugün; Türk’ün tarih sahnesine çıkışını, asaletini, üstünlüğünü ve kahramanlığını bilen ve bu sayede yüksek tarih şuuruna sahip, kendinden emin, Bat karşısında aşağılık duygusuna kapılmamış, başı dik bir gençliğe sahip olacaktık.
BURADAN CUMHURUN BAŞINA, BAŞBAKANA VE MİLİ EĞİTİM BAKANINA SESLENİYORUM!
Ve kendilerine diyorum ki;
Soylarınızı bugünlere taşıyan, koruyup kollayan, okullarında okutup, ekmeğini yedirmekle kalmayıp, sizden en yüksek makamlarını esirgemeyen Türk Milletinin atası olan OĞUZ KAĞANI okuyup anlamaya çalışın ve sonra başınızı iki diz kapağınızın arasına koyarak düşünün, düşünün ve sonunda bir vicdan muhasebesi
yapın!
Yapın ki Oğuz Kağan'ın önemini idrak ederek, okullarımızda lâyıkıyla öğretilmesine özen gösterin!
BEN SİZLERE YARDIMCI OLAYIM, SİZLER DE DİKKATLİCE OKUYUN!
Nuh Peygamber oğullarını yeryüzüne dağıttığında,
Büyük oğlu Yafes'i Orta Asya’ya,
Sam’ı Ortadoğu’ya,
Ham’ı da Afrika’ya yollamıştır.
Yafes, Türklerin deyişine göre OKAY HAN diye lakap alır. Bundan sonra Oğuz'un dünyaya gelişi ve mucizeleri anlatılır.
Oğuz Han’ın Babası, Yafes zürriyetinden Karahan'dır.
Karahan’ın bir oğlu dünyaya gelir, üç gün ve üç gece anasının sütünü emmez. Kadın bir gece rüyasında oğlunun kendisine bir şeyler söylediğini gördü.
Oğlu kendisine; “Anne, eğer sütünü emmemi istiyorsan biricik Tanrı'yı ikrar et, üzerine olan hakkını olduğu gibi farz bil” dedi.
Anası üç gün üç gece bu rüyayı gördü. Kocasından gizli olarak Tanrı'ya iman etti. Elini göğe kaldırıp dua etti ve dedi ki: “Ey Tanrım bari ben biçarenin sütünü bu çocukcağızın zevkine uydurup tatlı kıl”. Oğuz o anda anasının sütünü emmeye başladı. Bir yıl geçince babası onda olgunluk ve asalet belirtileri gördü. Çocuk bir yıl sonra dili açılıp konuşmaya başladı ve “Ben bir otağda doğduğum için adımı Oğur koymak gerekir” dedi.
Oğuz, çocukluğunda ve büyüme çağında, ergin oluncaya kadar daima Tanrı'yı anıp, ona şükrederdi. Her fırsatta ister uykuda ister uyanık halde yaratıcı Tanrı'yı muhakkak anardı.
Karahan'ın oğlu Oğuz'un mucizeleri ile Hz. İsa'nın mucizeleri arasında benzerlikler görülür, şöyle ki;
Hz. İsa doğduğunda,
Oğuz ise bir yaşında konuşmuşlardır.
Bilindiği gibi Oğuz, Hz. İsa' dan önce yaşamıştır. Oğuz Kağan'ın hayatı da diğer peygamberlerle çeşitli benzerlikler göstermektedir. Oğuz, kendisine ve tebliğ ettiği dine inanan kadınla evlenmiştir. Daha sonra da Gök(Tek) Tanrı’ya inanmayan babası, amcaları ve diğer akrabalarıyla savaşmıştır. Bundan eski Türklerde adı geçen ‘’GÖK TANRI DİNİ’’nin semavi bir din olduğu ve kurucusunun (tebliğ edenin) Oğuz Kağan olduğu anlatılır. Zaten Kuran’da da “Hiçbir millet yoktur ki, biz onlara bir uyarıcı göndermemiş olalım” denir. Bilindiği gibi Allah bütün kavimlere kendi dillerinde elçiler göndermiştir. Bu noktada, Türklerdeki ‘’Gök Tanrı Dini'’nin kurucusunun Oğuz Kağan olduğunu söyleyebiliriz. Bundan başka Oğuz Kağan'a peygamberlik sıfatını yükleyen âlimler de mevcuttur.
Hun İmparatorluğu kurucusu Metehan da Oğuz Kağan’ın torunudur. Meşhur tarihçi İbn-i Fazlan ise “Zulme veya haksızlığa uğrayan bir Oğuz Türkü başını semaya kaldırarak ‘’Ey Bir Tengri (Tanrı)’’ diye dua eder” der.
Bu bilgilerden anlaşılabildiği gibi Türk inanç sisteminin temeli “Gök Tanrı” kavramıdır. Zaman içerisinde bazı kutsal değerler değişse de, bir ve tek Tanrı kavramı değişmemiştir ve Türklerde mutlak yaratıcı Gök Tanrı olarak kalmıştır. İslamiyetin kabulüyle de bu “Allah ve Tevhid” kavramına dönüşmüştür.
İddia edildiği gibi Türkler asla Şamanist, yâni PUTA TAPAN olmamış, denildiğinin aksine her devirde bir Tanrı’ya ‘’Allah’a’ inanmışlardır.
Sayın Cumhurun başı, Sayın Başbakan ve Sayın Milli Eğitim Bakanı!
İşte sizlere Oğuz Kağan Destanı!
İşte size ismini yeni yapacağınız Anayasadan çıkartmaya çalıştığınız Türk milleti!
İşte size ismini tabelâlardan silmeye çalıştığınız asil ve soylu Türk milleti gerçeği!
İŞTE O İNKÂRA KALKIŞTIĞINIZ TÜRK;
İnsanlığın huzur ve güvenini sağlamak,
Irz- namus ve haysiyetinin korunarak,
İnsan onuruna yakışan bir hayat sürmesi için
Cenab-ı Allah tarafından memur ve muhtar kılınmış mubârek ve muazzez bir milletin adıdır.
İŞTE O İNKÂRA KALKIŞTIĞINIZ TÜRK;
Yüce Allah Zül Celâl Hazretlerinin, Mâide, âyet 54 de övdüğü ve İslâm'a bayraktar,
İnsanlığa ise hizmetkâr kıldığı,
Asla zulmetmeyen,
Zulmedenleri affetmeyen,
Eline geçen dünya nimetlerini dağıtan,
Kimsesizlere karşı yumuşak yürekli,
Haksızlıklar karşısında ise demir yumruklu,
Asla kibirlenmeyen ve böbürlenmekten hoşlanmayan,
Asil ve soylu bir milletin adıdır.
Hiç böyle olmasaydı Türk;
Biriniz saraylarda,
Biriniz Başbakanlık,
Bir diğeriniz ise Bakanlık koltuğunda oturabilir miydiniz?
Ve sırf bu özelliklerinden dolayıdır ki
NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE