20 Temmuz 1974 sene.Bu gün Türk Silahlı Kuvvetleri noktayı koyarak Kıbrıs Türk kardeşlerimizi kurtarmışdır. O möhteşem tarihden bizleri 46 yıl ayırır.
İsimleri benzer olduğu gibi kaderleri de benzerdir. İkiye bölünmüş vatan, millet, dil, din. Biri dikenli teller arkasından diğeri ise Araz çayının bu kıyısından diğer tarafta kalan parçasına el sallar. Buna kader mi, talih mi, yoksa küresel emperyalist güçlerin sinsi planlarının neticesi mi diyelim? Elbette en doğru değerlendirmeyi tarih yapacaktır. Kıbrıs Türkleri de Azerbaycan Türkleri gibi 18. yüzyıldan başlayarak kendi millî varlıklarını korumak için savaşmış, ünlü şairimiz Ahmet Cevat’ın dediği gibi “göğsünü harbe meydan etmiştir”. 1950-1974 yılları arasında ada İngilizlerin, Yunanlıların ve adadaki Rumların haksız tecavüzlerine maruz kalmıştır. 1974 yılında Kuzey Kıbrıs Türkleri anavatan Türkiye’nin desteğiyle bağımsızlığına kavuştu. Bu tarihi çok iyi hatırlıyorum. Babam elindeki Komünist gazetesini masanın üstüne atarak anama: “Türkler Kipir’e (o zaman bizde Kipir sözü kullanılırdı) asker çıkarmışlar. Aferin Ecevit’e!” dedi. Kıbrısın adını ilk kez böyle duymuştum. O zamanlar hiç düşünmemiştim ki, yıllar geçecek ve ben bu ülkeye geleceğim. 2014 yılının Eylül ayında Kuzey Kıbrısda Avrasya Uluslararası Eğitim Sempozyumu’na katılmıştım. Sekiz Türk cumhuriyetinden, altı Türk toplumundan eğitim temsilcilerinin katılımıyla geçen sempozyumda birbirimizin eğitim sistemlerini yakından tanıma fırsatı bulduk ve ortak sorunlarımız üzerinde tartıştık. Hem içerik hem de organizasyon açısından çok başarılı geçen sempozyumda akılda kalan etkinliklerden biri de Kuzey Kıbrıs’ın tarihî yerlerini ziyaret etmek oldu. Belirtmek isterim ki, Kıbrıs Türkleri atalarından yadigâr kalmış topraklara sahip çıkma konusunda Yunan yönetiminde kalan Girit, Rodos, İstanköy gibi Ege adalarında yaşayan Türklere nazaran daha şanslıdırlar.
Akdeniz’in eteklerini yıkadığı Girne şehri Kıbrıs’ın turizm incisi sayılır. Adanın kuzeyinde, Beşparmak Dağı ile deniz arasında kalan Girne şehri tarihî yerleri ve doğal güzelliği ile tanınır. Girne Kalesi, Batık Gemi Müzesi, Ağa Cafer Paşa Camii, Girne limanı vs. bu yerlerin her taşında özgürlük uğruna verilen mücadelenin silinmez izleri vardır. Otobüsümüz Beşparmak Dağı’na doğru ilerliyor. Uzaktan dağın güney yamacına serilmiş Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bayrağı dikkatimizi çekiyor. İsmail Bey bize dağın yamacına boyanarak yapılmış bu bayrağın dünyanın en büyük bayrağı olduğunu söylüyor. Gece ve gündüz kilometrelerce uzaktan rahatlıkla görülebilen bayrak 410 adet lamba ile aydınlatılıyor. Gündüz KKTC bayrağı gibi görünüyor, gece ise sırası ile yıldız, ay-yıldız, ay-yıldızlı Türk bayrağına ve sonra yeniden KKTC bayrağına dönüşüyor. Beşparmak dağı aynı bizim kuzey bölgesinde bulunan Beşparmak Dağı’na benziyor. Her iki dağ çok fazla bir yükseltiye sahip değil. Bize Girne’nin doğusunda yer alan bu dağ hakkında çok ilginç bir efsane anlattılar: “Aynı kıza âşık iki genç düello yapmaya karar vermişler. Sağ kalan kızla evlenecekmiş. Dövüşün sonunda mağlup olan gencin ceseti bataklıkta kalmış. Öbür genç de ağır yaralı olduğu için bataklıktan kendini çıkaramamış. Tam batarken elini kıza doğru uzatmış bu esnada gencin uzanmış elindeki parmakları taşa dönüşmüş. Zaman geçtikçe bu küçük taş parmaklar büyüyerek bir dağa çevrilmiş.” Susmuştuk, bir efsane olsa da müteessir olmuştuk.
Bizim kuzey bölgemizde de bu isimde dağın olduğunu yolculara söyledim. Bizde de dağın durumu hakkında çeşitli görüşler vardır. Bunlardan ikisini okuyuculara da anlatmak istiyorum. İlmî araştırmalara göre dağ tektonik hareketlerin neticesinde meydana gelmiştir. Dağdaki kayaların üzerinde çok sayıda boşlukların, yuvacıkların olmasının sebebi de budur. Doğu ve batıdan bakarken dağın görüntüsü insan elinin parmaklarını hatırlatır ki, büyük bir olasılıkla halk bu nedenden dağa Beşparmak adını vermiştir. Bu kayanın diğer adı ise Hıdır Zinde Piri’dir. Sıradışı görünümü ile dikkat çeken dağın zirvesindeki kayalar çevre halkı tarafından ibadet eden pire benzetilmiştir. Halkın dilinde kullanılan “Hıdır zinde” ifadesi de Arapça bir ifadedir. Arap alfabesi ile yazılmış Hızır kelimesi Azerbaycan Türkçesinde “Hıdır” olarak okunur. “Zinde” kelimesi ise “mevcut” kelimesinin eş anlamlısı olarak dilimizde kullanılan “ərzində” (il ərzində, gün ərzində və vb.) olarak da kullanılır. “Hıdır zinde” ifadesi Hızır mevcuttur, sağdır demektir ki, bildiğimiz gibi Türk halklarının efsanelerinde Hızır (AS) abıhayat(ölümsüzlüksuyu) içerek ölümsüzlüğün sırrına ermiş kutsal bir kişi olarak tasvir edilir. Hz. Musa ile Hızır(AS) burada (M.Ö. 1235 yılında) buluştuğu için bu kaya İncil’de Musa Kayası olarak adlandırılır.
Gezimize Namik Kemal Müzesi ile devam ettik. Türk dünyasının büyük şairi Namık Kemal Azerbaycan’da da çok sevilir. 90’lı yıllarda lise edebiyat müfredatında onun “Vatan yahut Silistre” eseri de bulunmaktaydı. İşte bu eser İstanbul’da sahnelendikten sonra büyük şair 1873 yılında Kıbrıs sürgün edilmiştir. O burada Venedik Sarayı’nın yanında bulunan, iki katlı, kesme taşlardan örülmüş binada 1876 yılına kadar zindan hayatı yaşamıştır. Bu küçük odaların içerisinde insan kendini şair ile yüz yüze gelmiş gibi hissediyor. Otobüsümüz çok da geniş olmayan, ama çok temiz bir sokakta durdu. Etrafa göz gezdirirken adres levhasını okudum: Kumsal mahallesi, Mürüvvet İlhan sokak No:2. İsmail Bey’in dediği Barbarlar Müzesi bu adreste bulunmaktadır. Müzenin girişindece 21 Aralık 1963 tarihinde Rumların adada yaşayan Türklere karşı başlattıkları saldırılar neticesinde çok sayıda kadın, erkek, çocuk, ihtiyarın hunharca nasıl öldükleri hakkında bilgi verilir. Bu katliamın en vahim olan ise alay hekimi Dr. Nihat İlhan’ın evinde gerçekleşmiştir. Katliamın yaşandığı gece doktor iştedir. Evinde eşi ve üç çocuğundan başka altı misafir bulunmaktadır. Rumlar evi kurşun yağmuruna tutarlar. Doktorun eşi üç çocuğu ile beraber banyoda, diğerleri tuvalet ve odalarda gizlenmişler. Eve giren vahşiler masum insanları sığındıkları yerdece başından vurarak öldürmüşler. Ben bu vahşi manzaranın izleri ile karşılaşınca birden 1992 yılının 26 Şubat gecesi Ermeni işgalcilerinin Hocalı’da yaptıkları katliamı hatırladım. 29 yıl sonra benzer olaylar bu sefer Hocalı’da yaşanmıştı! Demek nerede olursa olsun barbarlar aynı karaktere sahipmiş, diyerek yanımda duran Vildan Hanım’a Sovyetler Birliği’nin 366. Motorize Alayı’nın yardımıyla Ermenilerin yaptıkları katliamı, 613 kişinin nasıl katledildiği, 1275 kişinin de rehin alındığını anlattım.
Bir sonraki gezimiz Barış ve Özgürlük Müzesi’ne oldu. Müzenin her köşesinde, her katında gördüğümüz belgeler, resimler kahramanlıklarla dolu bir tarihe tanıklık ediyordu. Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi’ne ve Girne Amerikan Üniversitesi’ne olan ziyaretlerimiz bizlerde ülkede eğitime büyük önem verildiği izlenimini yarattı. Zengin kütüphaneye, her türlü ihtiyaca cevap verebilen çağdaş kampüslere sahip olan bu üniversitelerde dünyanın her yerinden gelen öğrencilerin mükemmel bir eğitim aldıklarını gördük.